ŞAİRLERİN DİLİNDEN ŞÜKÜR
Varlığa şükür, yokluğa sabır göstermek, ihsan edileni başkasına ikram etmenin ötesinde olabilmek en büyük erdemdir. Yani Hak’tan bir bela geldiğinde sevinmek, hatta şükretmek… Çünkü bela Allah’ın sevdiği kulların başına çok gelmektedir. Şairler mısra mısra şükrü işlemişler şiirlerinde. Hamd eden bir kul olmak için gayret göstermişler çoğu zaman. Allah’a âşık olan bir mecnun için bela demek en Sevgilinin iltifatı demektir. O yüzden kendisini tedavi etmeye çalışan hekime itiraz eder Mecnun: Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabîb Kılma derman kim helakim zehr-i dermanındadır (Ey tabib! Aşk derdiyle başım hoş benim; yaramdan el çek sen. Bana derman hazırlama ki senin merhemlerin benim ölümüm sayılır.) Sâdık âşık sevgiliden gelen belâya eyvallah diyendir. Çünkü sevgiliden belâ yağıyorsa bu, âşık için ancak bir şükür ve minnet vesilesidir. Eğer belâ yoksa sevgili, âşığına yüz vermiyor; dolayısıyla ilgi de yok demektir. Allah da sevdiği kulunun, kendisini unutmaması için, onu zaman zaman sıkıntı ile belâ ile imtihan etmiyor mu? Nitekim bu durumu Fuzûlî şöyle açıklar: Derd-i ışkım def’ine zahmet çeker daim tabib Şükr kim olmuş ona zahmet bana rahat nasib (Aşk derdimi kovmak için doktor daima zahmet çeker, şükür ki bu aşk derdi onun için zahmettir ama benim için mutluluktur.) Tabip durumun farkında değildir ama Fuzûlî çok iyi bilir ki: Çok oldukça gam u derdümreh-i ‘ışk içre hoş-hâlem Fuzûlí şâd olup şükritmeyem mi ni’metüm artar (Ey Fuzûlî, aşk yolunda derdim çok oldukça mutlu olurum. Nasıl mutlu olmam, nasıl şükretmem çünkü böylece benim nimetim artar.) Bu beyitte “…Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım.” (14/İbrahim, 7.) ayetine telmihte bulunuluyor. Yine Fuzûlî’nin kahramanı Mecnun, aşk sarhoşluğu ile cünûn hâlinde olduğu bir zamanda, babası tarafından, sıkıntıları gitsin, aklı başına gelsin diye Kâbe’ye götürülür. Bilindiği gibi en makbul dualar, burada yapılan dualardır. Orada Mecnun’un babası oğluna, sıkıntılardan belalardan kurtulması için dua etmesini söyler. Bunun üzerine Mecnun ellerini kaldırır ve Rabbine şöyle niyazda bulunur: Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni (Ey Rabb’im, beni aşk belası ile aşina eyle. Bir an bile beni bu aşk belasından uzak bırakma.) Çünkü aşkın belâsından uzaklaşan asla sevda eri olamaz. Adı sanı silinir gider. Pekiyi, sadece hayatta olduğumuz, ocağımız tüttüğü zaman mı şükretmeliyiz? Bize hayat ihsan eden aynı zamanda hayatın olmazsa olmazı ölümü de bahşetmiştir. Necip Fazıl Kısakürek’in “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber/Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?” mısralarıyla güzelleştirdiği ölüm de güzeldir ve ona da şükür gerekir. Yunus Emre bu durumu iki farklı şiirinde şu beyitlerle ifade eder: ŞükreylegilHâlik’a oldurur Hayyü’l-Bekâ Ana varursın mutlaka bârişükr ile varı dur … Öleceğiz şükr ideler sinden yana iledeler Allah adın zikr ideler çok şüküredüşdi gönül Allah, kime ne kadar çok ihsanda bulunuyorsa kulun o kadar şükretmesi gerekiyor. Kul Yusuf mahlaslı halk şairi, şükrü eda edememe endişesi içinde olduğu için fazla ihsandan korkuyor ve diyor ki: Kimi atlas libas giyer Şükür bize aba düştü Faruk Nafiz Çamlıbel, yegâne hamd sahibi olan Allahu Teâlâ’ya “Hamd ü Sena” isimli şiirinde şöyle hamd ve şükrediyor: Ne ki mevcûd ise âlemde, güzel, doğru iyi; Arayan fikri, bulan rûhu, seven sevgiliyi Bize bahşetmiş olan Hazret-i Rahman’a şükür …. O büyük Rab ki, dalâlet yolu düşkünlerine Ben gazûbum diye seslendi derinden derine; Ve meleklerle kitâb indirerek her yandan Yine yol çizdi halâs etmek için şeytandan… Sayısız cürme bedel sonsuz inâyetlerehamd, Ve bu hizmetle celîl ettiği Peygamber’e hamd, Gökyüzünden yere indirdiği Kur’ân’a şükür. Şiirimizde Garip akımı diye bilinen akımın temsilcilerinden Orhan Veli Kanık şükretmek için öyle büyük şeylere ihtiyaç duymaz. Öyle ki evde kendisinden başkasına ait bir nefes, bir ayak sesi duyabiliyorsa, yalnız değilse… Bir insan daha var, çok şükür, evde; Nefes var, Ayak sesi var; Çok şükür, çok şükür… Ziya Osman Saba da geceden sabaha çıkmanın ve yaşadığını hissetmenin şükre layık bir durum olduğunu şöyle ifade eder: Sabah... Ah şükrederek çıkmak geceden Ayak bastığım kıyı, yeniden doğuş. Sabah, beliren evim, bahçeler ve sen, Henüz uyuyan dallar, havalanan kuş... Bir hayat macerası boyunca hayatın her safhasının hamd’e layık olduğunun şuurundaki Yunus Emre “elhamdülillah” redifli şiirinde duru ve saf bir imanla adeta bizi de hamd’e davet eder: Hak’tan gelen şerbeti içtik elhamdülillah Ş’ol kudret denizini geçtik elhamdülillah Ş’ol karşıki dağları meşeleri bağları Sağlık safalık ile aştık elhamdülillah … Dirildik pınar olduk irkildik ırmak olduk Artık denize dolduk taştık elhamdülillah Tapduk’un tapusuna kul olduk kapusuna Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdülillah Tabii ki varlığa, iyiliğe, güzelliğe, sağlığa şükretmek kolaydır. Bir de verilene şükredip, aynı zamanda ihsan edileni muhtaç olana ikram etmek vardır. Rivayet ederler ki bir gün İbrahim Edhem Hazretleri ile seyr ü sülûkunun başlarında olan Şakik karşılaşırlar. İbrahim Edhem sorar: - Şükür ve sabır hakkında ne dersin? Şakîk şöyle cevap verir: - Bulursak şükrederiz, bulamazsak sabrederiz. - Belh’in köpekleri de böyle yapıyor; bulurlarsa şükrediyor, bulamazlarsa sabrediyor, der İbrahim Edhem. Bu sefer Şakik sorar: - Sizin düşünceniz nedir efendim? - Bulursak ikram eder, bulamazsak şükrederiz! … Ziya Osman Saba da benzer fikirlere sahiptir. O da ölüme şükrü, günümüz Türkçesiyle şöyle dile getirir: Birer ağaç altında sevgilimiz, annemiz, Gece değmemiş sema, dalga bilmeyen deniz, En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz, Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz... Allah’a şükür ve hamdin bir zamanı yoktur. Allah’ı sabah, akşam zikretmeli, verdiği nimetler için Allah’a şükretmelidir. Şükür, her vakit şeker misali ağızda olmalıdır: Dehânındahalkunmisâl-i şeker Gerekdür ki şükr ola şâm u seher Cinânî Biz de son olarak bir dua edelim: Ağniyâ-i şâkirîn ve fukarâ-i sâbirînden (şükreden ve infak eden zenginlerden, sabreden yoksullardan) olalım. Ve yine bir şiirle, Bekir Oğuzbaşaran’ın birkaç dörtlüğüyle yazımızı noktalayalım: Her lütfuna, ihsânına Şükür yâ Rab, şükür yâ Rab Kur’ân’dak ibeyânına Şükür yâ Rab, şükür yâ Rab Pâdişâh-ı lemyezelsin Hem ebedsin, hem ezelsin Mutlak anlamda güzelsin Şükür yâ Rab, şükür yâ Rab Beni bir insan yarattın Beni Oğuz’dan yarattın Beni Müslüman yarattın Şükür yâ Rab, şükür yâ Rab…
Vedat Ali TOK
YazarHiç şüphesiz Türkler arasında İslâmiyet’in ve tasavvufun yaygınlaşmasında Ahmed Yesevî’nin büyük rolü vardır. Onun, Divan-ı Hikmet ve Fakr-nâme isimli eserleri herkesçe bilinmektedir. Ancak, Yesevî’ni...
Yazar: Derya KILIÇKAYA
Yahyâ Nazîm (1651-1727)Reh-i aşkında bî-sabr ü şekîbim yâ RasûlallahSeni her kim severse ben rakîbim yâ RasûlallahKabul eyle civâr-ı izzetinde çekmeyim gurbetBilirsin kendi şehrimde garîbim yâ Rasûlal...
Yazar: Vedat Ali TOK
Bir güzel Sultan’ın iki has oğlu, Yolları gözyaşı, yönleri zahmet, Süleyman Han gibi Allah’a bağlı, Şehzâde Mustafa, Şehzâde Mehmet… İki Baş-Şehzâde toprağa girdi, Kanunî tarifsiz acılar gördü,...
Şair: Halil GÖKKAYA
Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatıyor: “Ey Allah'ın Rasûl’ü! Verilmemesi caiz olmayan şey nedir?” dedim. “Su, tuz ve ateş!" buyurdular. Ben tekrar: “Ey Allah'ın Rasûl’! Evet, suyu anladık öyledir, a...
Yazar: Vedat Ali TOK