SAHN-I SEMAN MEDRESELERİ
Fatih Sultan Mehmet fethettiği İstanbul’u yalnız devletin merkezi değil ilmin de merkezi yapmak istemişti. Bu sebeple fethin ardından ihtiyacı karşılamak için bir taraftan Zeyrek Medresesi’ni oluştururken diğer taraftan da Fatih Medresesi’nin ( Sahn-ı Seman) inşasını emretmişti. 1463-1470 yılları arasında yapılan üniversite 8 medreseden meydana gelmekteydi. Yükseköğretim için kurulan medreselerin her birinde 19 oda bulunmaktaydı. 19 odadan 15’i Danişmend adı verilen medrese öğrencilerine 2’si hademelere ve 2’si de muid adı verilen asistanlara tahsis edilmişti. Daha sonra bu medreselere öğrenci yetiştirmek amacıyla 8 yeni medrese daha inşa edildi. Bu medreselere Sahn Medreselerinin ihtiyacını karşılayan Tetimme veya Müsile-i Sahn ismi verildi. Külliyede ayrıca darürşşifa (Hastane), tabhane ( misafirhane ), kütüphane, hamam ve atların bakım ve dinleneceği ahır bulunmaktaydı. Fatih Medresesi’nin ilk baş müderrisi Molla Hüsrev idi. Medresenin diğer meşhur müderrisleri ise Ali Kuşçu, Molla Abdülkerim, Mevlana Ali Tusi, Mevlana Muslihi’d- din Kastalani, Kadızade Kasım ve Hatibzade Muhyiddin Mehmet idi. Fatih Sultan Mehmet inşa ettirdiği medreselerin ana ders programlarını bu medreselerde görev alan müderrislerle beraber tespit etmişti. Ana ilim kollarının haricinde yardımcı ilim dallarının seçimini ise müderrislere bırakmıştı. Fatih Medresesi’nde görevli müderrisler protokolde Sancak Beylerinden önce gelirlerdi ve kadılık mevkiine yükselme imkânları bulunmaktaydı. Fatih Sultan Mehmet yaptığı vakıflarla müderris-talebe ilişkilerini, onların maaşlarını ve diğer ihtiyaçlarını maddeler halinde açıklamıştı. Fatih vakfiyesinde baş müderriste ve talebelerde olması gereken vasıfları şöyle ifade ediyordu: Meşhur olmalı, akli ve nakli ilimlerle birlikte yardımcı ilimleri bilmekte de şöhretli olmalı. Ayrıca baş müderris ilim kadar öğretme kabiliyeti olan bir olmalıdır. Fatih Medresesi’nde okuyan talebeler de bilinen belli başlı kaynakları anlayacak ve okutacak seviyede olmalıdır. Girecekleri medresenin müderrisleri huzurunda mülakata tabi tutulmalıdır. Fatihin Eğitime İlgisi Fatih Sultan Mehmed kurduğu Fatih Medresesi ile yakından ilgilenmekteydi. Bununla beraber medresenin ilmi özerkliğine hiçbir şekilde karışmamıştı. Medresedeki ilmi tartışmaları ilgiyle takip eden Fatih Sultan Mehmed bunların birçoğuna katılmıştı ancak bununla beraber hiçbirine müdahalede bulunmamıştı. Yapılan tartışmalarda tamamen tarafsız kalmış ilim adamları fikirlerini serbest bir şekilde ifade edebilmişlerdi. Medresenin ilmi ve idari özerkliği genişti. Dışarıdan ilim sahibi olmayan birinin medresede bir yer veya unvan alması imkânsız gibiydi. Bu durum hükümdarlar için de geçerliydi. Konuyla ilgili olarak Fatih’e atfen anlatılan bir hikâye şöyledir: Fatih bir gün saltanattan çekilirsem burada bir odam olsun isterim, gelir çalışırım düşüncesiyle medreseden bir oda ister. Ama “Vakıa bunları siz yaptırdınız amma bir odaya sahip olamazsınız.” cevabıyla bu isteği geri çevrilir. Fatih sebebini sorduğunda ise “Siz ne talebesiniz ne de müderrissiniz.” cevabını alır. Bunun üzerine Fatih şartın sınav olduğunu anlar ve “Peki beni imtihan ediniz.” der. Sınavı başarıyla geçen Fatih medresede bir talebe odasına böylece sahip olur. Fatih Medresesi’nde böyle bir kültür olduğu ve böyle bir odanın medreselerin kapatılmasına kadar bir rahle ve minderle muhafaza edildiği rivayet edilir. Sahn-ı Semandan Günümüze Fatih Külliyesi Sahn-ı Seman, 1463’de inşasına başlanan külliye içinde yer alır. Adı burada yapımı 1470’de tamamlanan sekiz yüksek dereceli medreseden gelir. Caminin iki tarafında dörder adet sıralanan ihtisas medreselerine “semâniye” (sekiz) adı verilmiştir. Nişancızâde Mehmed ve Hoca Sâdeddin Efendiler bunları “medrese-i âliye” olarak tanımlar. “Sahn” kelimesinin nereden geldiği tartışmalıdır. Sahnın “düz yer, geniş saha, avlu” gibi manalara geldiği, külliyenin Bizans’tan kalma Havâriyyûn Kilisesi harabelerinin temizlenip düzlük haline getirildiği alana yapılması dolayısıyla bu ismin kullanıldığı veya şehrin tam ortasında bulunmasından dolayı bu adın verildiği görüşleri ileri sürülür. Âlî Mustafa Efendi, medreselerin İstanbul’un ortasında bulunmasından dolayı bunlara Sahn Medreseleri denildiğini söyler. Külliyedeki medreseler Semâniye (Medâris-i Semâniyye, Sahn) ve Tetimme (Mûsıle-i Sahn) olmak üzere ikiye ayrılır. Sahn Medreselerinin caminin sağında Marmara tarafında bulunanlarına Akdeniz, solunda Haliç tarafında bulunanlarına Karadeniz Medreseleri adı verilir. Her medresede bir meydan etrafında on dokuz oda ve bir dershane bulunur. Odaların genişliği 4,20 m2’dir. Her odanın bir penceresi, bir ocağı, kandil yeri ve bir rafı vardır, zeminler tuğla döşelidir. Her medrese dershanesinin arkasındaki geniş avlularda dörder helâ ve gusülhane bulunmaktadır. Fâtih Medreseleri iki tek ve bir çift olmak üzere belirli bir üslûpta yapılmıştır. Her iki tarafın başında ve sonunda yer alan medreseler tek, ortadakilerse birbirine bitişik durumdadır. Kıble yönünden başlamak üzere birinci medreselere Baş Kurşunlu, ortada Baş Kurşunlu tarafındakilere Çifte Baş Kurşunlu, bitişiğinde olanlara Çifte Ayak Kurşunlu, sondakilere Ayak Kurşunlu adı verilir. Karadeniz tarafındaki birinci medreseye Çınarlı Medrese de denir. Medreseler zaman zaman buralarda ders veren ünlü müderrislerin adıyla anılmışsa da bu tür isimlendirmeler geçici olmuştur. Medresenin on dokuz odasından ikisi muîdlere, ikisi hizmetlilere, diğerleri talebeye ayrılmıştır. Oda sayısı toplamı 152’ye ulaşır. Sadece talebeye ayrılan oda sayısı 120’dir. Başlangıçta her odada bir öğrencinin kalması kararlaştırılmış, bu durum yüzyıllarca sürmüştür. Zaman zaman depremler sebebiyle harap olarak tamir gören (1509 ve 1765) Semâniye medreselerinde küçük onarımlar dışında fazla bir değişiklik olmamıştır. Medreselerin kapatılmasından (1925) sonra binaları uzun süre boş kalmıştır. 1940’larda harap durumda olan Karadeniz yönündeki Çifte Baş ve Çifte Ayak Kurşunlu medreseleri fakir talebeye yurt olarak ayrılmıştır. Sahn binaları 1951-1953 yıllarında restore edilmiştir. 1975’ten itibaren binaların bazıları öğrenci yurdu, dispanser ve çocuk yurdu olarak kullanılmıştır. Tetimme medreseleri Sahn medreselerinin arka planında onlardan dar bir sokakla ayrılan, paralel dizilmiş, Sahn medreseleri gibi dörderden sekiz medrese halindedir. Bunlar Sahn medreselerini tamamlar nitelikte olup derece itibariyle daha alttaydı ve Sahn’da okuyacak talebeyi hazırlamaktaydı. Tetimmelerin diğer adı olan Mûsıle-i Sahn “Sahn’a götüren, ulaştıran” demektir. Sahn medreseleri yüksek dereceli olduğuna göre Tetimmeler orta seviyede medreseler sayılabilir. Külliye vakfiyesinde Tetimme medreselerinden “medrese-i beççe” (küçük medrese) diye söz edilir. Süheyl Ünver, Tetimme medreselerinin baş tarafta bulunanlarında onar, ortadakilerde dokuzar olmak üzere yetmiş altı oda olduğunu söyleyerek külliyenin kısa bir vakfiyesinde imaretten 600 talebenin yemek yiyeceğinin belirtilmesinden hareketle her odada on kadar talebe kalmış olabileceğini ileri sürer. Uzunçarşılı ise kaynak göstermeden her odada üçer talebenin kaldığını yazar, fakat oda sayısını vermez. Solakzâde, Tetimme odalarında üçer talebenin kaldığını, her odaya 12’şer akçe mum parası verildiğini kaydetmekte, Evliya Çelebi ise her odada dörder beşer talebe kaldığını yazmaktadır. Bundan dolayı Tetimme odalarında talebe yığılmasına göre değişen sayıda talebe kaldığı söylenebilir. Vakfiyelerde bu hususta hiçbir bilgi bulunmaz. 1783 tarihli bir belgede Tetimmeler’in eski durumları üzere yenilendiği belirtilir. Buna göre her medresenin on bir odası bulunmaktaydı. Bu ise toplam seksen sekiz Tetimme odasının varlığını gösterir. Ayrıca odalar hakkında bilgi verilmiştir: Basma tavanlı ve boyalı odaların her birinde iki dolap vardı; odalar çifte pencereli idi; içeride bir de ocak bulunuyordu; kapılar ağaçtan yapılmıştı; odaların tabanları tahta döşemeliydi; her medresede üçer helâ bulunuyordu. Tetimmeler’in Akdeniz tarafındakiler bugün mevcut değildir; 1928’de Fevzi Paşa caddesi açılırken yıkılmış ve yerleri yola gitmiştir. Karadeniz tarafındakiler ise eski durumlarını tamamen kaybetmiştir. Yüksek dereceli medreseler olarak Sahn’da uygulanan müfredat eski medrese geleneğinden farklı değildi. Sahn medreseleri aklî ve naklî ilimlere göre planlanmıştı. Külliye vakfiyesinde Sahn medreselerinin her birine başlangıç ve giriş ilimleriyle aklî ve naklî ilimleri iyi bilen birer müderris tayin edilmesi, müderrislere yardımcı olarak seçilen muîdlerin muhtasar kitapları öğretebilecek, teferruatlı olanları öğrenip anlayabilecek kabiliyette olması öngörülmekteydi. Bu umumi çerçeve dışında Sahn’da okutulması istenen kitap adı zikredilmemektedir. Sahn talebesinin ne kadar süreyle eğitim gördüğü kesin değildir, çünkü bu süre değişebilirdi. Talebe, eğitim süresince okunması gereken dersleri kitap halinde veya kitapların belirli bölümlerini seçerek okuduğu için verilen bilgileri öğrenip hocası tarafından yeterli bulunmadıkça başka bir derse geçemezdi. Bu sebeple sürenin uzaması, hatta her dânişmend için farklılık göstermesi mümkündü. Bununla beraber klasik dönemde bununla ilgili asgari süreler belirlendiği görülür. 1526-1540 yıllarında Sahn’a ulaşıncaya kadar sekiz dokuz eğitim yılı geçirildiği anlaşılmaktadır. Dâhil Medresesi hükmündeki Sahn’da ise genellikle bir yıllık sürenin geçerli olduğu söylenebilir. Nitekim aynı dönemlerde Taşköprizâde ile Şah Mehmed bin Hürrem Sahn’da okuttukları dersleri birer eğitim yılında tamamlamışlardı. Bu durum XVI. yüzyılın sonlarından başlamak üzere hızla değişmiş, daha önce Sahn’a gelinceye kadar geçirilmesi gereken sekiz dokuz yıllık müddet önce beş, ardından üç, sonra da iki yıla kadar düşmüştür. II. Selim dönemine ait olduğu sanılan bir kanunnâmede Sahn öncesi eğitim süresinin beş yıldan aşağı olmaması öngörülmüştür. 1576 tarihli başka bir kanunnâmede ise bir talebenin Sahn’a ulaşmadan önce en az üç yıllık bir eğitim görmesi gerektiği belirtilir.
Resul KESENCELİ
Yazarİslâm düşünce geleneğinde, bir arayış, bir hakîkat yolcusu, ilk felsefî roman olarak İbn Tufeyl’in Hayy b. Yekzan adlı eseri gösterilir. Roman, sembollerle anlatılan alegorik bir çalışma olarak hâlâ y...
Yazar: Ramazan YILDIZ
BeyitGönül bir bahr-ı ummândır ana hadd ü pâyân olmazDerûnu dürr ü cevherdir ki pinhândır ayân olmaz(Gönül sonsuz, uçsuz bucaksız bir okyanustur. İçi türlü mücevherlerle dolu gizli bir hazinedir. Bu ...
Yazar: Resul KESENCELİ
Ağrı Dağı/Nuh’un GemisiAğrı Dağı, Yahudilik ve Hristiyanlık inançlarına göre Büyük Tufan'dan sonra Nuh'un gemisine ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevî özelliği olan bir dağdır. Tanah ve Eski Ahi...
Yazar: Resul KESENCELİ
Saat kulelerinin ortak özellikleri şöyle sıralanabilir: Saatler her saat başı saat sayısı kadar veya saat başı tek vuruş yapacak şekilde imal edilmişlerdir. Bazı saatler her saat başı saat sayısına il...
Yazar: Resul KESENCELİ