ŞÂH-I NAKŞBEND HAZRETLERİ
Hâce Bahâeddin¸ mürîdlik döneminde şeyhi Emîr Külâl'in halifelerinden Bahâeddin Dîggerânî (Kışlâkî)'den hadis tahsili yapmış¸ Şemseddîn Külâl'den de Irak meşâyıhının murâkâbe usûlünü öğrenmiştir. Şöyle dediği nakledilir: "Tasavvuf yolunda makam ve menzilleri aşarken Hallâc-ı Mansûr'ın hâli iki kere bende peydâ oldu. Neredeyse onun söylediği sözü (Ene'l-Hak ifâdesini) ben de söyleyecektim. O esnâda Buhârâ'da bir darağacı vardı. O darağacının yanına gittim ve kendi kendime¸ Eğer o sözü söylersen¸ yerin bu darağacı olur.' dedim. Allahu Teâlâ Şâh-ı Nakşbend diye anılan Hâce Bahâeddin Nakşbend Buhârî Hazretleri¸ 14. asırda Orta Asya'nın mühim merkezlerinden biri olan Buhârâ'da dünyaya gelmiştir. Mîlâdî 1318-1389 yılları arasında yaşayan bu Allah dostu¸ 12. asırda Abdülhâlık Gucdüvânî tarafından kurulan Hâcegân tasavvuf yolunun unutulmaya yüz tutan prensiplerini yeniden ihyâ ederek¸ dinî kurallara ve ehl-i sünnet yoluna son derece bağlı bir irfan okulu binâ etmiş¸ kendisinden sonra Nakşbendiyye adıyla anılan bu mâneviyat yolu İslâm dünyasında geniş bir yayılma imkânı bulmuştur. Asıl adı Bahâeddin Muhammed b. Muhammed el-Buhârî olan Şâh-ı Nakşbend Hazretleri¸ Orta Asya'da¸ bugün Özbekistan sınırları içinde bulunan Buhârâ şehrinin Kasr-ı Hinduvân köyünde dünyaya geldi. Bu köy¸ sonraları Kasr-ı Ârifân (Ârifler Köşkü) adını almıştır. Hâce Bahâeddin¸ Hicrî 718 senesinin Muharrem ayında (Mart 1318) doğmuş¸ 791 (1389) senesinde vefât etmiştir. Rivâyete göre¸ Şâh-ı Nakşbend Hazretleri doğmadan önce Hâcegân Tarîkatı şeyhlerinden Muhammed Baba Semmâsî¸ bazı mürîdleriyle Kasr-ı Hinduvân'dan geçerken¸ "Bu topraktan bir yiğidin kokusu geliyor¸ yakında Kasr-ı Hinduvân Kasr-ı Ârifân olacak." demiştir. Bahâeddin henüz üç günlük bebek iken Baba Semmâsî'nin Kasr-ı Hinduvân'a geldiğini duyan dedesi¸ küçük Bahâeddin'in göğsüne bir hediye koyup şeyhi Semmâsî'nin huzuruna götürdü. Bebeği gören Semmâsî¸ "O bizim oğlumuzdur¸ onu kabul ettik." dedi ve mürîdlerinden Emîr Külâl'e¸ "Size daha önce birkaç defa bu topraktan bir yiğit kokusu geliyor demiştim. Buraya gelirken de¸ bu koku artmış¸ o yiğit doğmuş olsa gerek diye söylemiştim. İşte o yiğit bu çocuktur. Asrın mürşidi olacağını umuyorum." dedi ve Bahâeddin'in tasavvufî terbiyesini Emîr Külâl'e havâle etti. Mürîdlik döneminde zaman zaman tekke hizmetlerinde çalışan Hâce Bahâeddin Hazretleri¸ yetişme döneminde şeyhinin tavsiyesi ile yedi sene hem hayvanlara hizmet ettiğini hem de yolları temizlediğini ifâde etmiştir. Bu konuda şöyle dediği nakledilir: "O azîz zât bana şu tavsiyede bulundu: Kalplere dikkat et. Düşkün¸ zayıf ve gönlü kırıklara yardımcı ol. Halkın iltifât etmediği kimselere iltifât et ve onlara karşı mütevâzı ol. Hayvanların bakımını da kibirlenmeden yerine getir. Çünkü hayvanlarda¸ Hak Teâlâ'nın mahlûku oldukları için¸ rubûbiyyet nazarı vardır. Eğer onların bir uzvunda yaraları varsa ilaç sürerek tedâvi et. Yol ve geçitlerin bakımı ile meşgul ol. Eğer yol üzerinde insanların hoşlanmayacağı bir şey görürsen onu kaldırıp at ki oradan geçenlere bir zarar gelmesin.' O Allah dostunun bana emrettiği her işi¸ tam bir teslimiyet içinde yerine getirdim. Neticelerini ve mânevî hâlimdeki ilerleyişi bizzat gördüm." Hâce Bahâeddin¸ mürîdlik döneminde şeyhi Emîr Külâl'in halifelerinden Bahâeddin Dîggerânî (Kışlâkî)'den hadis tahsili yapmış¸ Şemseddîn Külâl'den de Irak meşâyıhının murâkâbe usûlünü öğrenmiştir. Şöyle dediği nakledilir: "Tasavvuf yolunda makam ve menzilleri aşarken Hallâc-ı Mansûr'ın hâli iki kere bende peydâ oldu. Neredeyse onun söylediği sözü (Ene'l-Hak ifâdesini) ben de söyleyecektim. O esnâda Buhârâ'da bir darağacı vardı. O darağacının yanına gittim ve kendi kendime¸ Eğer o sözü söylersen¸ yerin bu darağacı olur.' dedim. Allahu Teâlâ'nın yardımıyla o makamdan geçtim ve o sözü söylemekten kurtuldum." Emîr Külâl¸ kendisinin ve Hâce Bahâeddin'in sohbetinde belli bir olgunluğa kavuşan oğlu Emîr Burhân'ın terbiyesini daha sonra Bahâeddin Nakşbend'e havâle etmiş ve onun irşâda ehil olduğunu bizzat görmek istemişti. Bahâeddin Nakşbend'i tasavvuf yolunda yüksek bir mertebede gören Emîr Külâl¸ bir gün ona şöyle hitap etti: "Oğlum Bahâeddin! Hâce Muhammed Baba Semmâsî'nin sizin hakkınızdaki tavsiyesini tam olarak yerine getirdim.' Sonra göğsüne işâret ederek devam etti: Memelerimi sizin için kuruttum ve rûhâniyet kuşunuz beşeriyet yumurtasından çıktı. Ama himmet kuşunuz yüksekten uçmaktadır. Bugün size izin veriyorum¸ Türk ve Tâcik her kimden burnunuza bir mâneviyat kokusu ulaşırsa talep edin ve himmetiniz gereği bu talepte kusur etmeyin." Hâce Bahâeddin Nakşbend Hazretleri halkı irşâda başlayınca Orta Asya'nın muhtelif şehirlerinde sohbetler yaptı¸ çok sayıda kişi kendisine mürîd oldu. Buhârâ'nın önde gelen âlimlerinden Hüsâmeddin Hâce Yûsuf b. Mahmûd Hâfız-ı Buhârî'nin Hâce Bahâeddin'e intisâb etmesi ise önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu zâtın ardından Buhârâ âlimleri ve talebeleri yoğun bir şekilde Hâce Bahâeddin'in sohbet halkasına katıldılar. Şâh-ı Nakşbend Hazretleri'nin şu sözleri¸ mürîdlerinin tasavvufî eğitiminde izlediği yolu göstermesi açısından dikkat çekicidir: "Biz mürîdi dilersek cezbe¸ dilersek sülûk yoluyla terbiye ederiz. Bu bizim elimizdedir. Sohbetimize gelenlerden bazılarının gönlünde muhabbet tohumu vardır. Ama dünyevî alâkalar yüzünden gelişip büyüyememiştir. Bizim vazîfemiz o alâkaları temizlemektir. Bazılarının ise gönlünde muhabbet tohumu yoktur. Burada bizim vazîfemiz tohum oluşturmaktır." Şâh-ı Nakşbend Hazretleri¸ bir kişiyi ziyârete gittiğinde onun hâlini hatırını sorduktan sonra âile efrâdını¸ akrabâlarını¸ binek hayvanlarını hatta tavuklarını bile sorar¸ böylece o kişinin gönlünü kazanmaya çalışırdı. Bir mecliste yemek hazırlandığı zaman¸ onu hazırlayanlara bizzat kendisi yemekten ikrâm ederdi. Şâh-ı Nakşbend¸ ruhsatla değil azîmetle amel etmeye önem verir ve şöyle buyururdu: "Ehlullahın yolu farklı farklıdır. Bazısı ruhsat ile amel eder. Onların bundan gâyeleri kendileri değil¸ halkın faydasıdır. Bazıları da azîmetle (zor olanla) amel ederler. Onların da gâyeleri kendileri olmayıp yine halkın menfaatidir. Azîmetle amel etmekte halk için büyük bir menfaat vardır. Onda zuhûr daha tamdır ve tehlikeden daha uzaktır." Mürîdlerine riyâzatı yani aşırı perhizi emretmeyen Nakşbend Hazretleri¸ az yemenin ve çok ibâdetin öneminden pek bahsetmezdi. Hatta çok riyâzat yapan bir mürîdine bol ve güzel bir yemek yiyip sabah namazına kadar rahatça uyumasını emrettiği bilinmektedir. Nâfile oruç tutan mürîdi Yakûb-ı Çerhî'ye de orucunu bozup yemesini tavsiye etmiş ve "Nefsin arzularına hâkim olma konusunda¸ yemek oruç tutmaktan daha iyidir¸ biz bunu tecrübe ettik." demişti. Şâh-ı Nakşbend Hazretleri şöyle buyururdu: "Hâcegân efendilerimizin sözlerinden biri şudur: Halvet kapısını kapat¸ hizmet kapısını aç! Şeyhlik kapısını kapat¸ dostluk kapısını aç! Uzlet kapısını kapat¸ sohbet kapısını aç!" Halk İçinde Hak İle Olmak Nakşbend Hazretleri¸ tarîkatını sohbet esâsı üzerine kurmuştu. Halveti (belli bir süre yalnız kalarak ibâdet etmek¸ inzivâ) uygulamaz¸ onun yerine Abdülhâlik Gucdüvânî'nin "Halvet der-encümen" yani halk içinde Hak ile olmak prensibini esas alırdı. Tarîkatında cehrî zikir ve semâ (mûsikî dinleyip coşmak) da yoktu. Ancak semâı inkâr etmezdi. Bahâeddin Nakşbend semâ etmemiş ve mürîdlerine semâ meclisinde bulunmamayı tavsiye etmiştir. El emeği ile çalışıp kazanmaya çok önem veren Nakşbend Hazretleri işsiz insanları mürîdliğe kabul etmezdi. Kendisi de arpa¸ burçak ve kayısı yetiştirerek zirâatle geçimini temin etmekteydi. Bu konuda¸ "Tevekkül sahibi nefsini görmemeli ve tevekkülünü çalışarak gizlemelidir." derdi. Onun prensibi¸ dünyevî işlerde çalışıp kazanmak ve kimseye yük olmamak; ancak çalışırken Hak Teâlâ'dan da gâfil olmamaktı. Nakşbend Hazretleri¸ mürîdlerine dînî kâidelere uymayı¸ takvâyı¸ ruhsatla değil azîmetle amel etmeyi ısrarla tavsiye eder ve velîlik derecelerine ancak bu şekilde ulaşılabileceğini söylerdi. Tarîkatını¸ "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sünnetine ve ashâbının sözlerine tâbi olmak" ve "sağlam kulp ve Hz. Peygamber (s.a.v.) ile ashâbının sözlerine uymak" diye özetlemekteydi. İlme ve âlimlere karşı son derece saygılı idi. Bu yüzden birçok âlim kendisine intisâb etmiş¸ mürîd olmuştu. İyi bir hadis eğitimi gördüğü için sohbetlerinde bazen hadisleri izah eder¸ tasavvufî şerhler (açıklamalar) yapardı. Hâce Bahâeddin Hazretleri'nin Orta Asya'da Kur'ân ve Sünnet çizgisinde tesis ettiği tasavvuf anlayışı zamanla Anadolu¸ Balkanlar¸ Hindistan ve Orta Doğu ülkelerine yayılmış ve bu sâyede İslâmiyet'in mânevî boyutu geniş kitlelere ulaştırılmıştır. Onun yaptığı belki de en önemli iş¸ tasavvuf ile dînin zâhirî ilimlerini¸ bir diğer ifâdeyle sûfîler ile ulemâyı ya da tekke ile medreseyi birbirinden ayrı hatta rakip olarak gören anlayışı reddetmesi ve din âlimlerine büyük bir saygı göstermiş olmasıdır. Bu sâyede¸ temellerini attığı tarîkat İslâmî kurallara ve Sünnî anlayışa bağlı olan yapısını hiç bozmadan¸ asırlarca devam ettirebilmiş ve heterodoks akımların zararlı tesirlerinden büyük ölçüde korunabilmiştir. Ayrıca Bahâeddin Nakşbend¸ melâmet anlayışının bazılarınca yanlış yorumlanmaya başlandığı bir dönemde¸ bu anlayışı dînî-şerî çizgi ile birleştirerek yeni bir sentez yapabilmiştir. Ulemâ ile barışık bir tasavvuf anlayışı tesis etmenin yanı sıra¸ Hâce Bahâeddin Nakşbend'in en önemli faaliyeti¸ Hâcegân Tarîkatı'nın unutulmaya yüz tutan prensiplerini tekrar ihyâ etmesidir.
Mahlûk-u Hüdâya Hizmet
Necdet TOSUN
YazarŞerefimiz, şanımız var Biz ne büyük bir milletiz Al bayrakta kanımız var Biz ne büyük bir milletiz Üç kıtada at koşturduk Akarsuları coşturduk Dağlar, tepeler aştırdık B...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Şeyh Abdurrahman Erzincanî’nin soyu, Orta Asya’dan gelerek Erzincan’a yerleşmiştir. Evlâd-ı Rasûl’den ve Yıldırım Bâyezîd devri meşayihlerindendir. Zamanının gerekli ilimlerini memleketi olan Erzincan...
Yazar: Resul KESENCELİ
İmâm Rabbânî (k.s.)’ye göre tasavvuf ve tarîkat, şerîatın hizmetkârıdır. Yani şerîatın emrettiği namaz, oruç hac ve zekât gibi ibâdetlerin ihlas, huşû ve aşk ile edâ edilmesi için tasavvuf bir yardımc...
Yazar: Necdet TOSUN
“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” mefhumu, insanlara genel manada güzellikleri telkin eder. Yaratılmışların en şereflisi olan insan elbette ki, “ahsen-i takvim” olduğu için fıtrî olarak da, cismî o...
Yazar: Musa TEKTAŞ