Sabahlar Yâ Rasûlallah
Salâhî-i Uşşâkî (1705-1782)
Gönül fikr-i hayâlinle sabahlar yâ Rasûlallah
Olur şem’-i cemâlinle sabahlar yâ Rasûlallah
Alîl-i pister-i hicrin enîn ü zâr edip dilden
Temennî-i visâlinle sabahlar yâ Rasûlallah
Seherlerde gönül teşrîfin özler dîde-i câna
Tenezzül ihtimâlinle sabahlar yâ Rasûlallah
Ziyâ-i şem’-i ruhsârın nihân olur ise dilden
Hayâl-i zülf-i hâlinle sabahlar yâ Rasûlallah
Leyâlî-i tahayyül içre dil bezm-i tasavvurda
Cemâl-i bî-misâlinle sabahlar yâ Rasûlallah
Şeb-i gamda gürisne bî-nevâ dil hân-ı valsınla
Ümîd-i hoş nevâlinle sabahlar yâ Rasûlallah
Hadîs-i zülfünü tahdîs ederse leyle-i hicrân
Salâhî kıyl ü kâlinle sabahlar yâ Rasûlallah
Uşşâkî, “sabahlar” kelimesinin değişik anlamlarını şiirine redif yapmış. Bu şiiri ilginç kılan unsurlardan birisi, redif durumundaki sabahlar kelimesi ile cinas yapılmasıdır. Bilindiği gibi cinaslı kafiyeyi oluşturan kelimeler aynı zamanda kafiye kelimelerdir. Burada rediflerle cinas yapılarak değişik bir üslûp denenmiş. Sabahlar redifi şiirde şu anlamlarda kullanılıyor:
“Yâ Rasûlullah, gönlüm, Senin hayâlinin fikriyle sabahlar. Sabahlar Senin güzelliğinin nûruyla aydınlanır.” diyor şair.
Gönlünde sevdası olanın gözünü uyku tutmaz. Sevgilinin düşüncesi âşığın uykularını kaçırır. Gönül, zihin bir düşünce ile meşgul olursa dâima uyanık kalacaktır. Geceyi zihninde yoğunlaştırdığı fikirle geçiren insanın, sabahı da aynı düşünce ile başlayacaktır.
Şair diyor ki; “Sabahlar senin güzelliğinle aydınlanır.” Buradan iki mânâ çıkıyor: birincisi, seni düşünmekten, sana âşık olmaktan dolayı gönlüm büyük bir mutluluk içerisindedir. İkincisi ise, dünyanın dönüşü, gecenin ve gündüzün oluşu senin yüzün suyu hürmetinedir. Burada aynı zamanda, “Vemâ erselnâke illâ rahmete’n-li’l-âlemîn” âyetine telmih yapılmıştır.
“şem’i cemâl” terkibi ile Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yüzü muma, sonra da dünyayı aydınlatan güneşe benzetilmiştir. Çünkü sabah, güneşin kendisini göstermesiyle başlar. Bu sözle Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in fizikî bakımdan güzelliğini ifâde etmek maksadının dışında, karanlık bir çağ yaşayan, her türlü melanetin hüküm sürdüğü dünyaya İslâm’ın nûrunu yaymasına da işaret edilmiş.
İkinci beyitte şair kendisini, “sevgili” olarak gördüğü Hz. Muhammed’den ayrı kalmanın verdiği acıyla hastalanıp yatağa düşen bir dertli gibi târif ediyor. Âh çekip, inleyen bu hastanın bütün arzusu ve ilâcı ise Peygamberine kavuşmaktır.
Seher vakitleri duaların makbul olduğu zamanlar olarak bilinir. Ayrıca seher rüzgârı âşığa sevgiliden haber getiren bir postacı gibi tasavvur edilir. Bunun için de şair:
Seherlerde gönül teşrîfin özler dîde-i câna
Tenezzül ihtimâlinle sabahlar yâ Resûlallah
diyerek sevgilinin gönlünde ve gözünde tecellî etmesini dilemektedir. Bu beyitte Hz. Muhammed’e gösterilmesi gereken tâzim, şairin dilinde münâsip ve nezih bir şekilde dile getiriliyor. Şerefli olanlar “teşrîf” ederler. Ayrıca “tenezzül” kelimesini kullanıyor şair. Çünkü tenezzül büyükten küçüğe, yukarıdan aşağıya gösterilir. Tenezzül kelimesinin nüzul, nâzil kelimesi ile aynı kökten geldiği unutulmamalı. Eğer sevgili, tenezzül ederse sevenin gönlü müşerref olur.
Dördüncü beyit edebî sanatlarla dolu ve zengin mânâların yüklü olduğu bir bölüm. Önce günümüz Türkçesiyle nesre çevirelim: “Yâ Resûlallah, senin etrafı aydınlatan muma benzeyen yüzünün ışığı gönülden kaybolursa, gönlüm saçının ve ben’inin hayaliyle sabahlar.”
Peygamber Efendimizin yüzü aydınlıktır. İslâm’ı temsil eder. Onu hayâl etmek gönle ve rûha ışık verir; onları aydınlatır. Aydınlık, gündüzün; karanlık ise gecenin özelliğidir.
Dîvân şiirinde sevgilinin yüzü daima aydınlık ve aydınlığın kaynakları (güneş, ay, mum, çerağ…) olarak düşünülür. Saç ve yüzündeki ben ise âşığa geceyi hatırlatır. Çünkü bunlar karadır. Dolayısıyla âşık geceyi de karalamaz, kötülemez; zîrâ onda da sevgiliden bir iz bulur.
Beyitte hemen her kelimenin birbiriyle yakınlık ve zıtlık bakımından anlam ilişkisi içerisinde olduğunu görüyoruz: Mum ışık saçar. Işığın olduğu yerde hiçbir şey “nihân” olmaz. Aydınlığın olmadığı yerde karanlık hüküm sürer. Karanlık ise zülfün ve hâl (ben)’in vasıflarıdır.
“Gönlüm tahayyül gecelerinde, tasavvur meclisinde senin eşsiz güzelliğinle aydınlanır.” diyen şair, Hz. Muhammed’i bütün karanlıkların aydınlatıcısı, çıkmazlar içinde olanların kurtarıcısı olarak görmektedir.
Şiirde insan rûhuna karanlık ve kasvet veren kavramların anlatılıp çözümlerinin Hz. Muhammed’de bulunduğu sık sık ifade edilirken; birbirine zıt olan ışık-karanlık, gece-sabah, siyah-beyaz gibi tablolar çizilerek ışığın, sabahın, beyazın Hz. Muhammed’i temsil ettiği izah edilmeye çalışılıyor.
Aşağıdaki beyitte de aynı anlatımlar söz konusudur:
Şeb-i gamda gürisne bî-nevâ dil hân-ı valsınla
Ümîd-i hoş nevâlinle sabahlar yâ Resûlallah
“Yâ Resûlallah, gam gecesinde aç, fakir ve nasipsiz olan gönlüm, kavuşma nimeti, bahşiş ve bağışlama ümidiyle sabahlar.”
Son beyitte ise şair “hadîs” kelimesinin hem terminolojik hem de sözlük anlamını düşünerek (tevriyeli) kullanıyor. “Yâ Resûlullah, ayrılık gecesi senin saçının hadîsini söylerse, Salâhî de senin dedikodunla sabahlar.”
“Hadîs” ve “tahdîs” aynı kökten türemiş kelimelerdir. Hadîs, Peygamber Efendimizin sözleri için kullanılan bir terimdir. Beyitte bunun mukâbili olarak kıyl u kâl (dedikodu, boş söz) kullanılmış.
Şair, Hz. Muhammed sevgisini terennüm etme maksadıyla yazdığı bu na’tinde mûsıkîyi ön plâna çıkarmıştır. Şiirin bütününde, özellikle l (gönül, hayal, leyâl, Resûlullah, olur, cemâlinle, alîl, dil…) ve y (hayâl, ziyâ, tahayyül, leyl, leyâl…) seslerinin bulunduğu kelimeleri şuurlu olarak, ustalıkla seçip mânâ ile birleştirmesini bilmiştir.
Aruzun işlek vezinlerinden Mefâîlün/ Mefâîlün/ Mefâîlün/ Mefâîlün kalıbıyla yazılan bu şiirdeki âhengi sağlayan hususlardan biri de -bize göre- seçilen kelimelerdeki seslilerin belirli bir düzen içerisinde gitmesindendir. Meselâ ‘a’ seslisinden sonra, kâfiyeyi oluşturan kelimeler başta olmak üzere, ‘i’ ünlüsü gelmiş kelimeler tercih ediliyor: hayâlinle, cemâlinle, visâlinle, ihtimâlinle hayâl-i, hâlinle, leyâlî, cemâl-i, misâlinle, nevâlinle, hadîs-i, tahdîs, alîl, Salâhî, kâlinle gibi.
Şairin klasik edebiyatın mazmunlarını başarıyla kullandığı söylenebilir. Ancak bir kısım kelimelerin (“sabahlar” kelimesi hâriç) tekrar edilmesi şairin kelime hazinesinin zayıflığıyla mı yoksa bu kelimeleri “gözde” kabul etmesiyle mi açıklanabilir, bilemiyoruz. Meselâ tamamı yedi beyitlik bu şiirde “gönül” ve onun sinonimi olan “dil” kelimesi sadece son beyitte kullanılmamış; yani bu kelime 6 kez; hayal-tahayyül: 3, şem’: 2, cemâl: 2, zülf: 2… defa tekrar edilmiş.
Şiirin bir başka dikkat çeken, daha doğrusu esef veren yanı ise “gönül, olur, edip, özler, içre”den başka Türkçe kelime kullanmamış olmasıdır. Halbuki şairin yaşadığı 18.asır Türkçenin yeniden revaç bulduğu zamanlardan birisidir.
Vedat Ali TOK
YazarEy fahr-i rüsül pâdşeh-i ‘arş-ı cenâbKim zikrini ref’ içün nüzûl itdi kitâbBir nüsha-i hikmet-i ilâhîsin senŞerh itse n’ola sadrını Rabbü’l-erbâb“Ey bütün peygamberlerin padişahı, göğün efendisi! Kita...
Yazar: Vedat Ali TOK
Bir Osmanlı âlimi, Celvetî şeyhi, müfessir ve şair olan İsmâil Hakkı Bursevî, 1653’de bugün Bulgaristan sınırları içinde bulunan Aydos’ta doğdu. Ömrünün büyük bir kısmını, hizmetlerinden çoğunu Bursa’...
Yazar: Ali AKPINAR
1. Dil-i şeydâ-yı muhabbetle sarışsak ne olurİkilik birliğe birlikle karışsak ne olur2. Yâra ermek şerefiyle bu tarîk-ı aşkdaCân u baş vermede yârânla yarışsak ne olur3. Ser-i kûyu tavâf u sa‘yla müye...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
Devletimiz ebed-müddet bir çınarMilletimiz her dem kaynayan pınarPolisimiz yurtta huzûru sağlarGençlerimiz için koca dünyâ darYer, gök götürmez ordularımız varİnsanımız dâimâ hakkı tutarŞeytan vesvese...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN