RIZA MAKAMINDA OLMAK
“Her n’eyler ise yârımız eyler bize ağyâr yok Ölsek dahi gam çekmeyiz o yârdan geldi deyü” Hulûsi Efendi (k.s.) Muhabbetin makamlarından biri de sevilenden gelen her şeye razı olmaktır. Razı olmak ise hoşnut ve memnun olmayı gerektirir. Aksi durumda benlik ortaya çıkar ve sevileni düşünme ve sevmenin samimiyet hali ortadan kalkar. Bundan dolayıdır ki, muhabbetin ister mecazî ister hakiki şeklinde olsun sevene düşen şey, razı olmaktır. Bu cevr ü cefa, eziyet, zorluk olsa bile boyun eğmek, teslimiyet göstermek ve şikâyet etmemektir. Muhabbetin İmtihanı Her mutasavvıf şairin divanında işte bu rıza haline dair şiirler, beyitler yer alır. Bu tür şiirlere yer verenlerden biri de Hulûsi Efendidir. Divan’daki 356. No’lu gazeli baştan sonra razılıktan söz eder. Konuyla ilgili ilk sözü “ibtila” ve “kaza” kelimelerinden hareketle söylenir. Önce beyti okuyalım: Her ibtilâya dil verip dil-dârdan geldi deyü Her bir kazâya râzîyız ol yârdan geldi deyü Burada öncelikle “ibtila”nın “bela” kelimesiyle ilgisine bakılmalıdır. Bela “insana büyük bir sıkıntı veren, içinden çıkılması güç durum, bâdire, dert, gam, keder” anlamında bir kelimedir. “İbtila”, bu anlamla ilgili olmakla beraber “tutkunluk” manası da taşır. “Kaza” ise “zarara veya can kaybına sebep olabilen hâdise” olarak düşünüldüğünde muhabbetin imtihanlarından en önemlisinin bunlara razı olmak olduğu ortaya çıkar. Çünkü ortada bir zulmetme değil, bu tür bir imtihanla aşığın olgunlaştırılması söz konusudur. Dahası bunların sebebi “dil-dar” yani “yâr”dır. Sevilendir. Mecazın Hakikati Sonraki beyitlerde sevgiliden gelene razı olma hali başka benzetmelere ifade edilir: Her tîr ü hâra sînemiz bülbül gibi etdik hedef Her ne gelirse kâiliz gül-zârdan geldi deyü Burada mesele, gül ile bülbülün efsanevi aşkından hareketle ifade ediliyor. Malumdur ki, bülbülün (sevenin), güle (sevilene) vuslatındaki en çetin zorluk gülün dikenleridir. Bu beşerî planda sevgilinin kirpikleri olarak da ele alınır. “Tir” ise ok manasındadır. İşte ister diken ister okla ifadesini bulan sevgilinin nazarı gönlü hedef alır. Çünkü tecelli gönülde gerçekleşir. Seven ise işte bu yüzden kendini bu oka hedef haline getirmelidir ki sevgilinin nazarı üzerinde olsun. Bu tür teslimiyet içinde olununca da sevgiliden her ne gelirse seven buna razı olacak, asla şikâyet etmeyecektir. Üçüncü beyitte durum yine “ok” benzetmesiyle ele alınmaktadır: Müjgân oku tâ-be-seher atmışdı dost cângâhıma Bağrıma basdım gamzesi hûn-hârdan geldi deyü Burada da bakış, yine “müjgan” yani “ok” teşbihi ile anlatılmaktadır. Sevileni etkileyen ise sevgilinin gamzesidir. Bu da yine “bakmak” yani “nazar” kelimesiyle ilgilidir. Yani sevgili sevenin kalbine bakışıyla öyle delici, etkili bir bakışla bakmıştır ki, seven bunu bir vuslat işareti sayarak şikâyet etmek yerine bağrına basmış, razılık hatta memnuniyet göstermiştir. Çünkü bu bakış ona bir lütuf olarak yönelmiştir. Kısacası her en gelirse sevgilidendir ve seven bunu bir eziyet, zorluk olarak değil bir bağış olarak görür ve memnuniyetle kabul eder. Saldım sabâ ile selâm dil-dâr iline dün gece Etmiş kabûl kılmış atâ bîmârdan geldi deyü Bu beyitte ise seven ile sevilen arasındaki halin başka bir rengi ile karşılaşırız. Selam, sevilene gönderilir ve karşılığı beklenir. Hulûsi Efendi (k.s.) de seven sıfatıyla saba rüzgârı ile sevdiğine selam göndermiş, sevgili de bunu karşılıksız bırakmamış ve kabul etmiştir. Bu durum selam gönderene değer verme halini de ifade eder. Seven sevilenin hastasıdır. Şifası sevilendedir. O da selamı kabul ederek lütuf göstermiştir. Bu selam göndermenin gece olması ise sevgiliyi düşünmede gecenin verdiği içe dönme imkânıyla ilgili olduğunu da burada belirmiş olalım. Zira pek çok ayet-i kerimede Allah’ı seven kulların gece kalkıp ibadet ettiklerinden söz edilir. Mevlâna da “O güneşi gecede ara.” sözüyle aynı durumu ifade eder. Ağyâr Değil Yâr Gerek Seven, gönül dünyasına sevdiğinden başkasını almaz. Bu, ona ortaklık koşmak olur. Bu yüzden yârin olduğu yerde gayrılar, başkaları olamaz. Meseleye böyle bakan biri de ise sevginin en nihai imtihanlarından biri olan sevdiğinin yolunda ölmek imtihanıyla karşı karşıya gelir. Tabi sevgiliden gelen diğer haller gibi buna da seve seve razı olur, belki de en çok buna razı olur, Çünkü tenden vazgeçmeden can’a ulaşmak muhaldir. İşte 5. beyitte böyle bir anlamla karşılaşırız: Her n’eyler ise yârımız eyler bize ağyâr yok Ölsek dahi gam çekmeyiz o yârdan geldi deyü Son beyit ise yine Divan şiiri mazmunlarından hareketle aynı razı olma halini başka bir boyutta ifade eder. Zülfün senindir ey perî îmânımız ikrârımız Uyduk sana kim Ahmed-i Muhtâr’dan geldi deyü İlk mazmun “zülüf” yani “saç”tır. Sevgilinin saçları, zülüfleri, kâkülleri âşık için darağacıdır. Sevgili aşığı alıp zülüflerinde sallandırıp idam eder. Ama durum da bir zulüm ve eziyet olarak görülmez. Bir önceki beyitte de söylenildiği gibi ölmek yok olmak değil hakikatte sevgili ile var olmayı ifade eder. Bu yüzden sevenin ölümden korkusu olmaz. Üstelik iman ve ikrar “Ahmed-i muhtar”dan yani Hz. Peygamber (s.a.v.)’den gelmiştir. Bizi Allah’a götürecek yolun öncüsü ve önderi odur. İşte bu durum, bu gazeli Hz. Peygamber (s.a.v.) için yazılan bir naat-ı şerife dönüştürmektedir. O çok meşhur beyitte de söylenildiği gibi “Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl/Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?” denilmesi gereken yerdir burası. Şiir, bize şunu da söylüyor. İman, muhabbetle kaimdir. Manasını o şekilde bulur. Gerek Cenab-ı Hak gerekse Hz. Peygamber (s.a.v.) için muhabbet imanın asıl şartıdır. Ve onlardan gelene her an için “Eyvallah!” demek, razı olmak, şikâyet etmemek, teslimiyet göstermek gerekir. Çünkü her ne gelirse ondandır. Meseleyi böyle görmek Allah’ın kudret sıfatına da ayrıca teslimiyet ve ikrar demektir. Tasavvufun Kendine Has Dili Vardır Bütün bu yorumlardan sonra şunları da söylemek gerekir: Tasavvuf şiirinde kavramlar kendilerine özgü bir anlam haritası içinde anlaşılmalıdır. Dert, ayrılık, eziyet, ölüm gibi kavramlara seküler bakışla baktığımızda bunların hepsi teslim ve razı olunacak şeyler değil aksine karşı çıkılması gereken kavramlara dönüşür. Ama işin hakikati tabi ki böyle değildir. Bu kavramlar, tasavvufî anlayışı içinde pozitif manalı ifadelerdir. Bu anlayış çerçevesinde mesela dert çok arzu edilen bir durumu ifade eder. Bu yüzdendir ki sûfilerin en önemli dualarından biri de “Allah derdini artırsın.” duasıdır. Çünkü dert, burada maddî bir hastalık olmayıp Allah’a muhabbetle ilgili bir durumu ifade etmektedir. Bu yüzden sûfilerin kendilerine ait bir dille, bir terminolojiye sahip olduklarını ve hakikati sembollerle anlattıklarını hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekiyor. Sözü Fuzulî’nin derdin artmasıyla ilgili duasından bir bölümle bitirelim: “Yâ Râb belâ-yı aşk ile kıl âşîna beni/Bir dem belâ-yı aşktan kılma cüdâ beni/Az eyleme inayetini ehl-i dertten/Yani ki çoh belâlara kıl müptelâ beni/Oldukça ben götürme belâdan iradetim/Ben isterim belâyı çü ister belâ beni.”
Mustafa ÖZÇELİK
YazarBu bağa, ‘ellide’ saltanat gelmiş, Gül olmuş birinci Abdülhamid Han… Memleket aşkıyla yanıp, savrulmuş, Kül olmuş birinci Abdülhamid Han… Gâzi, hattat, Velî, bir canlı tarih, ...
Şair: Halil GÖKKAYA
Aşk, muhabbet, bir kâl (söz) meselesi değil bir hâl (yaşama, hissetme) meselesidir. Hâli söze dönüştürmek ise nerdeyse imkânsızdır. Zira büyüklerin dediği gibi “Bilen söylemez, söyleyen ise bilmez.” N...
Yazar: Mustafa ÖZÇELİK
Osmanlı Devleti’nde şair padişahlar geleneğinin önemli bir halkası da “Bahtî” mahlasıyla şiirler yazan Sultan I. Ahmed’tir. Ama onu hem şahsiyeti hem de şairliği açısından özel kılan yanı ise aynı zam...
Yazar: Mustafa ÖZÇELİK
Cumhuriyet Dönemi’nde karşılaştığımız en hayatî imtihanımız; sebepleri, sonuçları, teşebbüs edenleri itibariyle düşündüğümüzde 15 Temmuz olayı oldu. Bu olay için “imtihan” diyorum, zira karşı karşıya ...
Yazar: Mustafa ÖZÇELİK