Prof. Dr. Kadir Özköse ile Röportaj: İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Efendi
İhramcızâde’nin mensup olduğu tasavvufî gelenek hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
İhramcızâde Hazretleri, Hâlidiyye Tarîkatı’nın Mekkî koluna mensuptur. Abdullah Mekkî, Yahya Dağıstânî, Mustafa Rûmî Şiranî, Halil Hamdi Dağıstânî, Mustafa Hâkî Tokâdî, Mustafa Takî Sivasî, Hacı Ahmed Niksarî ve İhramcızâde İsmail Hakkı çizgisiyle temsil edilen Mekkî kol Anadolu’da mânevî hayatın tekâmülüne doğrudan tesir eden bir yol olmuştur.
İhramcızâde hayatı boyunca Hâlidiyye’nin ana esaslarını hakkıyla temsil etmenin gayretini gütmüşlerdir. Hâlidiyye’deki şerîat hassasiyeti, Ehl-i Sünnet çizgisine sadâkat, ilme verilen önem, insân-ı kâmil yetiştirme çabası, muhabbet seyri, râbıta bağı, sohbet meclisi, hizmet usulü, seyr u sülûk esasları, Müslümanların dertleriyle derlenme ve toplumun yaralarını sarma, toplumda kardeşlik ve dayanışma rûhu İhramcızâde’nin ehemmiyet verdiği ölçüler olmuştur.
Hâlidiyye esaslarını bir bütün hâlinde yerine getirmeye çalışan İhramcızâde, bir Hâlidiyye şeyhi olarak hayatın içinde yer almış, topluma öncülük ve önderlik yapmış, tevâzu ve içtenliği şiar edinmiş, ilim erbâbını koruyup kollamıştır. İhramcızâde mensup olduğu tarîkatı; “Nakşî, Hâlidî, Hâkî” olarak nitelemiş, benimsediği çizgi başkaları tarafından da saygı görmüş, onun yürüttüğü şeyhlik vazifesi şâibelerden uzak bir yaklaşımla benimsenmiştir.
İhramcızâde’nin İslâmî hassasiyeti hakkında neler söylemek istersiniz?
İhramcızâde (k.s.)’nin hayatında şerîattan ödün vermemek ve şer’î çizginin dışına çıkmamak esastır. O¸ hayatını dinin ölçüleriyle şekillendirmiştir. Zira ona göre¸ din devre dışı bırakılarak bir yere varılamaz. Müritlerinden şerîat hassasiyeti gütmelerini, işlerini şer’î ölçülere uygun olarak yapmalarını isteyen İhramcızâde’ye göre şerîatsız tarîkat olmaz. Şerîat çizgisinin dışına çıkan tasavvuf oluşumlarını reddeden İhramcızâde’ye göre şerîat, bir dervişin başının tacı, sırtında abâsı ve elinde asâsıdır. Dervişin varlığı tâcı, abâsı ve asâsından ibaretse, dervişin varlık kisvesi de tamamen şerîattan ibarettir. Dervişin şerîattan öte varlık iddiası olamaz. Derviş şerîata uymakla ve şerîatın gereklerini yerine getirmekle hayatını anlamlandırmış olacaktır.
İhramcızâde dinin merâsim boyutundan çok özünü yakalamayı, mâlûmât yığınından çok ilmin mânâsını kavramaya davet etmektedir. Zâhirî ilimlerin her birini önemsemekle birlikte İhramcızâde bizlerden ilm-i zâhir yanında ilm-i bâtını elde etmeyi hedeflemektedir. Zâhir ve bâtın ehli olmayı zü’l-cenâhayn şeklinde yorumlamaktadır. İhramcızâde amelsiz ilmi sahibine yük olarak görmektedir. Faydasız ilimden Allah’a sığınmakta, ilim ehline sürekli hürmet etmekte, ârifleri ve hikmet ehlini örnek almakta, iman ve amellerimizi bilgi temeli üzerine inşâ etmektedir.
Zâhirî ilimler yanında bâtınî ilimleri¸ maddî ilimler yanında mânevî ilimleri ihmal etmemeye özen göstermektedir. Bu tesbitlerden yola çıkarak İhramcızâde, tasavvufun yok olduktan sonra var olma deneyimi olduğundan bahsetmektedir. O bizden her halimizi huzurlu kılmamızı¸ ibâdetlerimizi kusurlu görmemizi¸ her gördüğümüzü Hızır bilmemizi öğütlemektedir.
Tarîkata girip birtakım acayip ve garip hallerden bahsedilmesini tarîkat geleneğinin rûhuna aykırı görmektedir. Tarîkata intisap ettiğini söyleyen kimi ham şahsiyetlerin kendilerini ermiş, yetişmiş ve seçkin şahsiyetler gibi görmelerini saçma yaklaşımlar tarzında değerlendirmektedir. Onun beyanıyla insana düşen Muhammedî ahlâkla ahlâklanmaktır. Kuldan istenen Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yolunu benimsemesidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e tâbi olundukça ebedî âleme huzurla gidilebilecektir.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi’nin Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e olan sevgisinden bahseder misiniz?
İhramcızâde (k.s.), Mevlid’inde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in fazîlet ve yücelikte üstün kılındığını, rehberliği ile insanları doğru yola ilettiğini belirtmektedir. İhramcızâde’ye göre Peygamber Efendimiz cömertlik hazinesi ve nimetlerin efendisidir. Onun soyu en temiz, şerefi pek yücedir. İhramcızâde her bakımdan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i kendisine örnek almıştır. Onun oturup kalkması¸ yeme içmesi, alışverişi, konuşmaları, insanlarla muâmelesi, ibâdet ve tâatları baştan sona Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in uygulamalarına ve tavsiyelerine göre şekillenmiştir.
Hayatında Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e benzemeye çalışmıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e olan muhabbeti o kadar yüksekti ki, onun ismini rastgele ağzına almaktan kaçınmış, onun adını edeple zikredip her anışında salavat getirmeyi âdet edinmiştir. İhramcızâde’ye göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i sevmek kuru bir iddiadan ibaret değildir. Ömrü boyunca sünnet-i seniyyeyi hayata taşımanın gayreti içerisinde olmuştur. Peygamber sevgisini teoride bırakmamış bizzat pratik hayatın seyrinde işlevsel kılmıştır. Oğlu Mehmet Kâzım Toprak’a babası sorulduğunda, “Onun her hâli Rasûlullah’tı.” şeklinde tavsif etmiştir. Mevlid-i şerifi olan Yâre Yâdigâr’ı böylesi bir sevginin yansıması olarak kaleme almıştır.
İhramcızâde İsmail Efendi’nin tasavvufî şahsiyetini nasıl izah edersiniz?
İhramcızâde Rabb’ine karşı görevlerini lâyıkıyla yerine getiren bir Hak adamı, sevgisiyle gönüllerde taht kuran bir gönül adamı, içerisinde yaşadığı toplumun derdiyle hemdert olan dertli bir insan¸ toplumun hüzün ve sevincini paylaşan cemiyet adamı¸ toplum içerisinde her kesimle birlikte yaşayan mütevâzı bir halk adamı, ilim, irfan, ihlâs ve eylem adamı idi. Ulaşılmaz birisi değil, içimizden biri idi. Onun tasavvuf yolu, muammâlı, katı kurallı, merâsimlerden ibaret, içinden çıkılması zor bir yol değildi. Bir şeyh olarak ulaşılmaz isim değildi.
Murâkabe, tefekkür ve istiğrâk çabası onun tabii hali idi. Sâkin ve sabırlı bir tabiata sahipti. Sade ve az konuşur, yerinde söz söyler ve sözü uzatmazdı. Konuşmasına “Kardeşlerim” diyerek başlar, önemli bir konuşmayı üç defa tekrar ederdi. Sohbetlerden sonra, “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.” atasözünü hatırlatırlardı. Bazen de, “Nefsimiz düşmanımız, rûhumuz dostumuzdur ki, aslâ bizden ayrılmaz, ölüm âhir olmayınca.” buyururlardı, Yaşantısıyla hem ihvânına hem de çevresine örnek odu. Müritlerini güzel ahlâk sahibi seçkin şahsiyetler olarak yetiştirirdi. İbâdetlerine müdâvim, şer’î esaslara sıkı sıkıya bağlı idi. Nâfile ibâdetlerini bile ihmal etmez, sünnet-i seniyyeye riâyet ederdi.
İhramcızâde Hazretleri’nin irşat halkasından bahseder misiniz?
İhramcızâde yeryüzünü tekke edinmiş, bütün insanları da muhtemel ihvânı olarak görmüştür. Kusur ve eksikliklerinden ötürü kimseyi irşad dairesinin dışında görmemiştir. O mahviyet makamında yaşamış fenâ fillâh duygusuyla yokluk sırrına ermiştir. Kimseyi incitmediği gibi kimseden de incinmemiştir. Hakîkat yolunda koşarken hızını kesmeye kalkışanları, herkesi kucaklamaya çalışırken kendisini ısrarla üzmeye çalışanları her defasında Allah’a havâle etmiştir. İhramcızâde’nin yanında çok sayıda insan tasavvufî eğitimi görmüştür.
İhramcızâde (k.s.)’nin irfan sohbetlerinden biraz bahsetmeniz mümkün mü?
Benimsedikleri Nakşî usulünün sohbet esası üzerine binâ edildiğini beyan eden İhramcızâde müritlerinden katıldıkları sohbetlerde edeplerine sahip olmaları tembihinde bulunmaktadır. İhramcızâde iki konu üzerinde ısrarla dururdu. Bunlar; hatm-i hâcegân ve sohbettir. İhramcızâde sohbetin dört edebine dikkat edilmesini isterdi. Bunlar da terk et dünyayı bul ukbayı, terk et ukbayı, bul Mevlâ’yı ve terki terk eyle. Sen seni terk ettikten sonra kendini çalışarak ara. Tam beş yüz senelik yoldur. Bir perde vardır. Bu perde ise, kalbde gözle görülmeyecek kadar ufaktır. Bir nokta kadardır.
İhramcızâde sohbeti ihvanın tesiri altında değil, ihvanı sohbetin tesiri altında görürdü. İhramcızâde’nin sohbetlerde Hâfız Dîvânı, Bostan ve Gülistan, Mesnevî, Erzurumlu İbrahim Hakkı ve Niyazî Dîvânı’ndan ilâhiler okuttuğu belirtilmiştir. O bunların yanında Yûnus Emre Dîvânı, Yazıcıoğlu Muhammed’in Muhammediye’si, Fuzulî Dîvânı, Suzî Dîvânı ve Osman Hulûsi Efendi’nin ilâhilerinden okuturdu.
İhramcızâde sohbetlerde murâkabeyi sever; “Sükûtumuzu anlamayan¸ sohbetimizi hiç anlayamaz.” der ve ekler; “Söz ile olsaydı bu işi herkese söylerdik.” Bazen “Uzaktan¸ yakından geliyorsunuz. Alamazsanız size ayıp, vermezsek bize ayıp.” buyururlardı. Sohbetlerde “edep” ve “muhabbete” sahip olunmasını isterdi. Her sohbette vuslat olduğunu ve vuslatsız sohbet olamayacağını söylerdi.
İhramcızâde (k.s.)’nin seyr u sülûk eğitimi hakkında bilgi verir misiniz?
Tasavvuf ilmini ihsan terbiyesi olarak gören İhramcızâde, kulluğunu en güzel şekilde gerçekleştirmeye, en güzîde davranışlar sergilemeye, en salâhiyetli br tutum takınmaya özen göstermiştir. İhsan terbiyesi gereğince imanını kavî, ibâdetlerini içtenlikli, ahlâkını güzel eylemiştir. Bizlere kendimizi sevdiğimizle bir ve beraber bilmemizi tavsiye ederken, Allah’ın her an bizimle beraber olduğunu hatırlatmaktadır. Her an Allah’ı görüyormuşçasına Rabbimizle beraber olmamızı tembih etmektedir.
İhramcızâde mensup olduğu ekolün tasavvuf anlayışından bahsederken, “Nakşbendiyye-yi Hâlidiyye-yi Hâkiyye olan tarîkatımızın evveli şerîat, ortası tarîkat, âhiri (sonu) ise şerîattır.” değerlendirmesinde bulunmaktadır. İhramcızâde muhâtaplarını bütün insanlık, tekkelerini yeryüzü olarak görmüştür. Dar çerçeveden ve gündelik siyâsetle olaylara yaklaşmamıştır. Olayların ve şahısların güdümüne girmemiş, hayata bir bütün olarak bakmıştır.
İhramcızâde’nin tasavvuf anlayışında zâhirle bâtın, ilimle amel, dünya ile âhiret bir bütündür. Zâhirde kalmayı önemsemez, işin sadece zâhirî yönü ile meşgul olmaz. Konunun zâhir boyutu kadar bâtınına da ehemmiyet verirdi. Söylemlerini ve yaklaşımlarını sadece rüya boyutuna indirgemez, rüyalarla gizemli bir hava oluşturmaktan kaçınırdı. Her fırsatta öze inmeyi, meselenin künhüne vâkıf olmayı, istikâmet çizgisinden ayrılmamayı önemserdi. Onun tasavvuf anlayışında istikâmet çizgisi şer’î anlayışa riâyetten geçerdi.
İhramcızâde’nin tasavvuf anlayışında kendini bilmek, kendine gelmek, kendini bulmak, kendine ermek, kendini anlamak, ne olduğunu ve bu âleme niçin geldiğini idrak etmek tarîkatın en temel esaslarıdır.
Çalışmanızda İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi’yi tasavvufî ahlâk âbidesi olarak nitelendiriyorsunuz, neden?
İhramcızâde’nin müntesiplerine kazandırmak istediği en temel haslet, onları Muhammedî ahlâkla ahlâklandırmaktı. Onun ifadesiyle kuldan istenen de Muhammedî ahlâkla ahlâklanmaktır. Ona göre insan ile ebedî âleme gidecek olan da budur. İhramcızâde tarîkata girmekten maksadın ahlâk-ı Muhammedî ile ahlâklanmak olduğunu ve insan ile ebedî âleme gidecek kazancın ancak bu olduğunu belirtir ve kerâmete önem vermezdi. “Kerâmet, insanı yoldan geri koyar.” derdi.
İhramcızâde bizzat kendisi bir ahlâk âbidesi olarak temâyüz etmiş ve müritlerin ahlâkî ölçülere âzamî düzeyde riâyet etmelerini istemiştir. İhramcızâde ibâdetlerin ahlâkî yansımasının gereğine inanmış, inananların Müslüman ahlâkına yaraşır bir tutum sergilemelerini istemiştir. Birey olarak iyi huylu, halim ve selim, uyumlu ve saygılı, kul haklarına riâyet eden, doğru sözlü, güvenilir, vefâlı, onurlu ve izzetli olunmasını elzem görürdü. Gördüğü ahlâkî bozuklukları düzeltmeye çalışır, çevresindeki yanlışlıklara karşı yerinde ve zamanında müdâhale ederek müsbet yönde gelişme sağlanmasına çalışırdı.
Eserinizde İhramcızâde (k.s.)’nin ahlakından bahsederken en çok onun mahviyet duygusuna vurgu yapıyorsunuz, neden?
İhramcızâde olanca gayretiyle kendi gerçekliğini ve içindeki saklı benliği ortaya çıkarmanın derdindedir. O sûret insanı olmayı değil, özünde insan olmayı düşünmektedir. Kendi nefsinin, âlemin yaratılışının, varlık dünyasındaki cümbüşün anlam dünyasına giriftar olmanın derdindedir. Hakk’ın yaratmadaki esrârını, âlemdeki cümbüşü ve eşyanın perde arkasındaki gerçekliği yakînen görmenin derdindedir. Bunun için de zâhirden kurtulup bâtına ermeye, şekilden sıyrılıp içtenliğe bürünmeye, merasimlerden geçip anlam haritasını bulmaya çalışmaktadır. Böylesi bir gayretle cemal nurunu görmeyi hedeflemekte ve ilâhî tecellîleri okumaktadır.
Allah ile var olmaya, Allah’a vâsıl olmakla zengin olmaya, Allah’ı bulmakla ötesine aldırmamaya çalışmaktadır. Onun arzusu Allah’tır, onun kavuşmak istediği tek varlık Hak Teâlâ’dır. Allah’tan başkasıyla oyalanmaktan kaçınmakta, başka sevdâlara bürünmekten uzaklaşmakta, beyhûde duygulara kapılmaktan kaçınmaktadır. Rabb’i ile beraber olan neye muhtaç olsun? Allah’ın zikrine koyulan dilinde ve gönlünde başka hangi zevki yakalasın? Onun Rabb’ine olan özlemi dâimîdir.
Rabb’inden gelen ilâhî tecellîlere kanmamaktadır. O her haliyle Rabb’ine muhtaç ve bendedir. Rabb’inin lütfu, ihsanı, yardımı ve desteği onu bahtiyar kılmaktadır. Dünyalara sahip olsa da elindeki herşeyi emânet olarak görür. Sahip olduklarıyla gururlanmaz, elde ettiklerine bel bağlamaz, kendinde bir varlık görmez. O sebeple İhramcızâde fakr makamını maddî fakirlik olarak değil, mânevî fakirlik bağlamında ele almaktadır. Bir Nakşî şeyhi olarak “elinin kârda gönlünün yârda” olmasını esas kabul etmektedir.
Başkalarıyla ilişkiler kursa, çarşı-pazar dolaşsa, yaptığı komisyonculukla alıp satsa da o her dünyevî meşgalesinde dahi gönlünü bir an olsun Rabb’inden ayrı düşürmemeye çalışmaktadır. “Halk içinde Hak ile beraber” olmuş, görünüşte sıradan bir hayat yaşarken iç dünyasında çağlayanlar oluşmuş, fırtınalar kopmuş, âlemleri seyre dalmıştır. Dıştan bakılınca sükûnetini korurken iç dünyasında değişimler yaşamıştır.
O aslâ kendinde bir kıymet görmemiş, nefsine hiçbir zaman paye vermemiş, başkalarının ne diyeceklerine aldırmamış, yaptığını Allah için yapmış, ıvazsız ve garazsız Allah’ın kullarına hizmet etmiş, yaptığı her hayırlı işinde bir beklenti içerisinde olmamış, hasbîlik duygusu içerisinde gönüllülük prensibini esas almıştır. Bir çeşmenin yapımı için kendisine para getiren ve yapımın sonunda adının da çeşmeye yazılmasını isteyen kişiye, İhramcızâde’nin, “Biz yaptığımız işlere adımızı yazmayız.” demesi bunun en açık misâlidir. O âhiret yatırımı yaparken, aslâ dünyalık beklentisine koyulmamış, nam ve şan edinme emelinde olmamıştır.
1967 yılında Tokat’ın Zile ilçesinde doğdu. Lisans eğitimini 1991 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde, yüksek lisansını 1995 yılında, doktorasını 2000 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Tasavvuf Ana Bilim Dalı’nda tamamladı.
2001 yılında Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Ana Bilim Dalı’nda yardımcı doçentlik kadrosuna, 2005 yılında doçentlik kadrosuna, 2010 yılında ise Profesörlük kadrosuna atandı. Araştırma inceleme amacıyla bir süre Mısır, Cezayir ve Fas’ta bulundu. 2009-2010 akademik yılında Kırgızistan Oş Devlet Üniversitesi Araşan İlahiyat Fakültesi Dekanlığı görevini yürüttü.
2012-2015 yılları arasında Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı görevini yürüttü. 2015-2017 yılları arasında Bozok Üniversitesi Rektör Yardımcılığı görevinde bulundu. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi olarak görev yapmakta iken 18 Ağustos 2020 tarihinde Genel Sekreter Vekili olarak görevlendirilmiştir.
İngilizce ve Arapça bilen Özköse, evli ve üç çocuk babasıdır.
Şerif Hamideddin TEKTAŞ
YazarEdebiyatın özünden habersiz, sanatın kıymetinden uzak bazı kişiler, hamasi şiirleri küçümsemeye hatta yok farz etmeye yeltenirler. Elbette belli bir seviyeyi korumak kaydı ve şartıyla milletlerin bu t...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Genel çerçevede Dîvân edebiyatı deyince okuyucularımız ne anlamalıdır? Dîvân şiirinin özelliklerinden bahseder misiniz? Türkler, İslâmiyet’i kabul etmekle sadece dinî anlamda değil sanat ve estetik no...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Hocam sizi böylesi bir eser yazmaya sevk eden etken nedir?Bu eserin kaleme alınış sebebi, günümüz insanının rol model arayışına cevap verebilmek arzusudur. Osman Hulûsi Efendi aramızdan biridir. Konuş...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
1. Gönül senden şerefli nûr-ı dîden bir cevâb isterFirâk ile yanan cân derdine âcil şarâb ister2. Düşen derde bilir derdlilerin ahvâl-i derdindenYanan dil kendi tek nâra düşüp bağrı kebâb ister3. Cemâ...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi