PROF. DR. İSMAİL YİĞİT: HZ. PEYGAMBER BİZE CANIMIZDAN DAHA YAKINDIR
Prof. Dr. İsmail Yiğit
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
1951 yılında Burdur’da doğdu. 1970 yılında Burdur İmam-Hatip Okulu’ndan¸ 1974 yılında da Konya Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun oldu. Askerlik görevini yaptıktan sonra 1976 yılında Narman Lisesi’ne öğretmen olarak atandı. Bu okulda bir süre yönetici olarak da görev yaptı.
Prof. Dr. İsmail Yiğit
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
1951 yılında Burdur’da doğdu. 1970 yılında Burdur İmam-Hatip Okulu’ndan¸ 1974 yılında da Konya Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun oldu. Askerlik görevini yaptıktan sonra 1976 yılında Narman Lisesi’ne öğretmen olarak atandı. Bu okulda bir süre yönetici olarak da görev yaptı. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesindeki görevine¸ Yüksek İslâm Enstitüsü döneminde¸ 1977 yılında asistan olarak başladı. 1981 yılında bu Enstitü’ye öğretim üyesi olarak atandı. 1983 yılında M.Ü.Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde hazırladığı ‘Emeviler’de İlmi Hareket’ adlı teziyle doktor oldu. 1991 yılında doçent¸ 1998 yılında da profesör ünvanını aldı.
Peygamber sevgisi nedir ve niçin önemlidir?
Peygamber sevgisi imanın tabii bir sonucu ve dini bir zorunluluktur. Hatta Müslümanlar¸ Hz. Peygamber’i kendi canlarından daha fazla sevmekle mükellef kılınmıştır. Bu gerçek Allahu Teâlâ tarafından yüce kitabında şu kesin ifadelerle bildirilmiştir:
“Peygamber¸ mü’minlere kendi canlarından daha yakındır¸ eşleri de onların anneleridir.” (Ahzâb Sûresi¸ 33/6).
Habibullah (Allah’ın sevgilisi) Sevgili Peygamberimiz de¸ kendisine karşı sevgi¸ bağlılık ve itaat bakımından gösterilmesi gereken bu yakınlığın önemine dikkat çekmiş ve peygamber sevgisinin imanla iç içe olduğunu vurgulamıştır:
“Hayatım elinde olan Allah’a yemin ederim ki¸ ben bir kimseye kendinden¸ servetinden ve çocuğundan daha sevgili olmadığım sürece¸ o kimse gerçek manada inanmış olmaz.” (Müslim¸ “İman”¸ 69-70).
“Sizden hiç biriniz¸ beni babasından evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz” (Buhârî¸ İman 8).
Ayrıca Allahu Teâl⸠“Peygamber’e itaat eden Allah’a itaat etmiş olur” (Nis⸠4/80)¸ “Ey Muhammed deki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun¸ Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân sûresi¸ 3/31) buyurarak¸ Peygambere itaatın kendisine itaat olduğunu bildirmiş¸ rıza ve sevgisini kazanmayı Hz. Peygamber Efendimiz’e itaat şartına bağlamıştır.
bu ayet ve hadislerden açık olarak anlaşıldığı üzere¸ mü’minler¸ Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanabilmek için¸ Hz. Peygamber’i (s.a.v) sevmek ve onun yolundan gitmek durumundadırlar. Dolayısıyla mü’min olup da onu sevmemek gibi bir şey mümkün değildir. Böyle bir durum¸ ancak ilim¸ iman ve irfan zafiyetiyle izah edilebilir. Hatta Müslümanların¸ gerçek kurtuluşun ona inanmak¸ onu sevmek ve bütün güzel davranışlarında onu örnek almak dışında bir reçetesi olmadığını bilmek zorunda olduklarını düşündüğümüzde¸ onu sevmemenin¸ ilim¸ iman ve irfan zafiyetinden de öte bir durum olduğu söylenebilir.
Müslümanın Hz. Peygamber’e karşı görevlerini¸ diğer bir ifadeyle gerçek bir mü’min olmasının şartlarını¸ ona inanmak¸ itaat etmek¸ onun izinden gitmek¸ onu sevmek ve salâtü selâmla anmak şeklinde sıralamak mümkündür.
Allah Rasülü (s.a.v) bütün İslâm coğrafyasında aynı şekilde anılıp seviliyor mu?
Kesinlikle öyle! Peygamber sevgisinin dindarlığın olmazsa olmaz bir şartı olduğunu bilen bütün Müslümanlar inançlarının bir gereği olarak Sevgili Peygamberimiz’i sever ve anarlar. Onu anmak ve salâtü selâm getirmek¸ bilindiği gibi¸ ibadet ve dualarımızla da iç içedir. Allahu Teâl⸠kendisinin ve meleklerin Rasûl-i Ekrem’e salavât getirdiklerini haber verdikten sonra¸ mü’minlere hitapla¸ “Ey mü’minler! Siz de ona çokça salât ve selâm getirin buyurarak” (Ahzâb sûresi¸ 33/56)¸ Müslümanlara Hz. Peygamber’i saygıların en yücesiyle hatırlamalarını emretmiştir. Dolayısıyla¸ bütün Müslümanların Sevgili Peygamberimiz’i hatırlarından çıkarmama gibi bir sorumlulukları da bulunmaktadır.
Türkler’in peygamber sevgisinin daha fazla olduğu söylenir¸ örneğin naatların büyük bir kısmını Türk asıllı Müslüman şairler yazmış. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bütün Müslümanların Hz. Peygamber’i sevdikleri gerçeğinden hareketle¸ Müslüman toplumları peygamber sevgisi bakımından mukayese etmenin doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Ona övgü sadedinde yazılan şiir türlerine gelince¸ başta Arapça¸ Türkçe ve Farsça olmak üzere Müslümanların konuştuğu çeşitli dillerde binlercesi yazılmıştır. Hangi dilde yazılanların daha çok olduğunu öğrenmek de uzun ve ince bir araştırmayı gerektirir.
Günümüz insanı Efendimizin en çok hangi özelliğine ihtiyaç duymaktadır?
Bu sorunuzun cevabı çok farklı şekillerde verilebilir. Günümüz insanı¸ onun hangi özelliklerine muhtaç değil ki? Yani ihtiyaçların sıralanması kişiye göre değişir.
Bu cevaplardan biri¸ günümüz Müslümanlarının¸ “Ben ahlâkî erdemleri tamamlamak üzere gönderildim” (Müsned II¸ 381)¸ diyen o güzel ahlâk timsalinin en çok güzel ahlâkına muhtaç oldukları şeklinde olabilir.
Onu üstün bir ahlâkla donattığını (Kalem sûresi¸ 68/4) hatırlatan Allahu Teâl⸠onu Müslümanlar için örnek bir şahsiyet ve bir rehber yaptığını bildirmiştir (Ahzâb suresi¸ 33/21). Peygamber Efendimiz de¸ mükemmel imanın ancak güzel ahlâklı olmakla sağlanabileciğini (Ebu Davud¸ “Sünnet” 15) ve ahlâkı güzel olanın hayırlı insan olduğunu (Buhârî¸ “Edeb”¸ 38) söylemiştir. Müslümanların onun ahlâkıyla ahlâklanma hususunda göstereceği ciddî bir gayretin¸ beraberinde yeni bir dirilişi getireceği muhakkaktır.
Dünya Hz. Muhammed (s.a.v)’i yeterince tanıyor mu? Müslümanlar kendi Peygamberlerini hakkıyla tanıtabiliyorlar mı?
Bu iki sorunuzun cevabı da hayır. Ne Müslümanlar dışındaki insanlık onu yeterince tanıyor¸ ne de biz Müslümanlar onu tanıtma görevini lâyıkıyla yürütebiliyoruz. Onu doğru bir şekilde tanıyan gayrimüslimlerden önemli bir kısmının¸ onun Allah tarafından gönderilen peygamberlerin sonuncusu olduğunu anlayıp ona iman ettiği bir gerçektir. İslâm’ın tüm güzellikleri¸ Sevgili Peygamberimizin tanınmasıyla anlaşılmaktadır. Diğer din mensuplarının ona karşı genellikle olumsuz bir tavır takınmaları¸ onu ne kadar yanlış ve eksik tanıdıklarının açık bir göstergesidir.
İkinci sorunuzun cevabına gelince¸ biz Müslümanlar olarak onu hakkıyla tanımıyoruz ki¸ lâyıkıyla diğer din mensuplarına tanıtabilelim. Biz onu hakkıyla tanıyıp örnek alsaydık¸ İslâm dünyası hiç şu anda içinde bulunduğu durumda olur muydu? Onu doğru bir şekilde tanıyıp ona lâyık bir ümmet olsaydık¸ birlik ve beraberlik ruhunu bu derece kaybeder miydik? Bu derece geri kalır¸ bu derece ahlâkî çöküntüye düşer miydik? İslâm dünyasının durumu¸ bir yandan onu yeniden tanımaya ne kadar muhtaç olduğumuzu¸ diğer yandan da bu halimizle onun diğer din mensuplarınca doğru bir şekilde tanınmasını engellediğimizi açıkça göstermektedir. Çünkü onu gerektiği şekilde tanıdığımız takdirde¸ tanıtmamız da kendiliğinden ardından gelecektir.
Kutlu doğum haftası etkinlikleri son yıllarda hız kazandı. Bu etkinliklerde gözünüze takılan eksiklikler nelerdir? Hoşunuza giden tarafları nelerdir?
Bu etkinliklerin yoğunluk ve hız kazanıp adeta bir şölen havası içinde yaşanması; ayrıca toplumun her kesimince rağbet görmesi şüphesiz ki¸ son derece sevindiricidir. Bütün bunlar¸ Sevgili Peygamberimiz’e karşı olan derûnî muhabbetin bir yansımasıdır. Keşke bu etkinlikler¸ bütün yılı içine alan bir takvime yayılabilse! Peygamber hatırası bütün zamanlarda canlı tutulabilse!
Ancak sadece bu etkinliklerin¸ Peygamberimiz’i yakından tanımaya yetmeyeceği de unutulmamalıdır. Onu daha yakından tanımak için hakkında yazılmış güvenilir eserleri okumak son derece önemlidir. Onun Kur’an¸ sünnet ve siyer kaynaklarında anlatıldığı şekliyle bilinmesi gerekir.
Akademik dünyada Peygamber Efendimiz ile ilgili çalışmalar hakkıyla yapılabiliyor mu? Ya da yapılan çalışmaların yayımlanması ile ilgili teknik sorunlar var mı? Yani arşivlerde¸ kütüphanelerde kalan çevrilmeyen kitaplar ya da makaleler var mı?
Hz. Peygamber’in hayatı¸ Müslüman âlimlerin hakkında en fazla çalışma yapıp eser yazdığı ilim dallarından biridir. Hz. Peygamber’in vefatından kısa bir süre sonra başlayan bu çalışmalar¸ günümüze kadar devam etmiş¸ bundan sonra da devam edecektir. Bu alanda yazılan eserlerin önemli bir kısmı yayınlanmış olmakla birlikte¸ kütüphane raflarında yayınlanmayı bekleyen çok sayıda eserin bulunduğu da bir gerçektir.
Hz. Muhammed (s.a.v) hangi milletten idi. Kimi insanlar Peygamber Efendimiz’in Arap olmadığını söylüyorlar. Bu doğru mu?
Hayır bu doğru değil. Peygamber Efendimiz¸ kesin olarak bilindiği şekilde¸ Hz. İsmail neslindendir ve Arap’tır. Hz. İsmail’in nesli ise¸ Araplar’ın iki büyük kolundan biri olup Arab-ı Müsta’ribe diye isimlendirilmiştir. Peygamber Efendimiz’in Hz. İbrahim-Hz. İsmail evladından olduğuna¸ bu iki peygamberin Kâbe inşaatını tamamladıkları sırada yapmış oldukları dua dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’de de işaret edilmektedir:
“Ey rabbimiz¸ soyumuzdan gelecek Müslüman ümmet içerisinden bir peygamber gönder ki¸ onlara Kur’an âyetlerini okusun¸ kitabı ve hükümlerini öğretsin. Onları günahlardan temizlesin. Muhakkak ki Sen¸ Aziz ve hakimsin.” (Bakara sûresi¸ 2/129).
Peygamberimiz de kendi soyu hakkında bilgi vermiş ve bu konudaki hadislerinden birinde şöyle demiştir:
“Allahu Teâl⸠İbrahim’in oğullarından İsmail’i¸ İsmail’in neslinden ise Kinâne boyunu¸ Kinâneoğulları’ndan Kureyş oymağını¸ Kureyş’ten Haşimoğulları’nı¸ Hâşimoğullarından da beni seçmiştir.” (Müslim¸ “Fezâil”¸ 1).
Verdiğiniz bilgilerden dolayı çok teşekkür ederiz hocam.
Asıl ben teşekkür ederim. Somuncu Baba Dergisi okurlarını kalbî muhabbetimle selâmlarım. Kutlu Doğum günlerinin hayırlara ve rahmete vesile olmasını niyaz ederim.
|