"ÖZ"LEMEK
Özlemek kelimesi ne kadar güzel bir kelime... Aslında şimdi burada birkaç sözlükten anlamını verip o anlamlar arasındaki farklardan yola çıkarak veya anlamların eksikliklerini malzeme ederek de bir yazı çıkabiliriz. Fakat buna gerek yok. Öz kelimesi zihnimizde nasıl bir çağrışım uyandırıyor¸ ne kadar derinlere inebiliyorsa ancak o şekilde özlemek kelimesinin anlamının derinleşeceğini söyleyebiliriz. Bir "şey"in özü ile irtibat kurmak belki de "özleme"yi mümkün
Özlemek kelimesi ne kadar güzel bir kelime... Aslında şimdi burada birkaç sözlükten anlamını verip o anlamlar arasındaki farklardan yola çıkarak veya anlamların eksikliklerini malzeme ederek de bir yazı çıkabiliriz. Fakat buna gerek yok. Öz kelimesi zihnimizde nasıl bir çağrışım uyandırıyor¸ ne kadar derinlere inebiliyorsa ancak o şekilde özlemek kelimesinin anlamının derinleşeceğini söyleyebiliriz. Bir "şey"in özü ile irtibat kurmak belki de "özleme"yi mümkün kılar. Özünüzden bir parça kopup başka bir öze düşmediyse aslında özlemek yerine belki kısa süreli bir bekleme seansından bahsedilebilir. Bekleyende ve beklenende öz itibari ile kurulmayan bir irtibat da beklemelerimizin kısa olacağına işarettir ancak. Ki beklemek dünyaya daha yakın bir kelimedir bu açıdan. Özlemek ise özü cennette saklı insanı¸ ahirete yani sonsuz ufuklara doğru götüren bir kelimedir.
Belki aşk¸ özlemek dediğimiz şeyi hâl ile açıklayan en önemli mertebedir. Aşk¸ bir gönlün başka bir gönlün aynasında özünü yeniden şekillendirmesi olarak okunabilir. Özüme ateş düştü¸ dersek yangın var diye bağırmaz¸ aşk var diye inleriz. Aşk makamına bağırmak yakışmaz çünkü. Özümüzde bir yerlerde sakladığımız cevherin ilhamıyla da karşılıksız bir bekleme alır bizi. Kendini görmeden¸ özümüzü ellerimizle teslim ettiğimiz Sonsuz Aşk Sahibi'ni özleyerek yanına varmayı hayal ederiz. Gelse de hoş¸ gelmese de denebilir bu duruma. Öz ve beklemek kelimelerinin yankılarından oluşmuş bir kelimedir aslında özlemek.
Bütün bu girizgâhla açıklamak istediğimiz şey ne? Belki neyi özlediğimizi yeniden hatırla(t)mak olamaz mı? Belki¸ neyi özlediğimizi yeniden hatırlarsak özümüzün¸ aslımızın nereye doğru meylettiğini yeniden düşünebiliriz. Testi¸ içindekini sızdırır demiş büyüklerimiz. İçimizde saklanan iksirin nereye doğru meylettiği ise hayatımızın ne yöne aktığıyla çok yakından ilgili.
Hayatımızın her döneminde çeşitli özlemlerle tanışıyor¸ başka şeyleri özlüyoruz. Çocukken özlediklerimizle büyüdükten sonra özlediklerimiz arasından farklar bulunabiliyor. Çocukken¸ oyunlarımızı meleklerle oynarken özlediklerimiz de bizi meleklerin saflığına¸ temizliğine yakınlaştırıyordu. Rüyalarımızda melekler bizi güldürüyor¸ ilk adımlarımızı atarken melekler bize yardımcı oluyordu. Fakat büyüdükçe onları unutabiliyoruz işte. İlk arkadaşlarımızı unutunca da onlara duymamız gereken özlemi başka şeylere duyuyoruz. Mesela¸ evinden ilk defa ayrı kalmış bir gence soruluyor: "Evini özledin mi?" Genç adam¸ evini özlemediğini söylüyor. Peki¸ hiçbir şeyi mi özlemedin diye yeniden soruluyor. Genç adam biraz düşünüp cevap veriyor: Evet özledim. Anneni mi? Hayır! Babanı mı? Hayır! Peki¸ neyi özledin? Bilgisayarımı özledim!
İlk paragrafı komple unutalım ve hiçbir şey düşünmeden sadece verilen cevaba bakalım. Bunu açıklamak için birkaç sözlük yetmeyecek. Kitaplar¸ külliyatlar yetmeyecek. Öyle ağzımız açık bakıp kalacağız. Belki kendi günahımızı hafifletmek için böyle evlatlarımızın olmadığını söyleyeceğiz. Ama aziz okuyucu¸ bu çocuk senin çocuklarından biri mutlaka¸ belki de benim çocuklarımdan. Efendimiz (s.a.v.)'in komşu hakkında dikkat etmemizi istediği hususlar çoğumuzun malumudur. O'nun (s.a.v.) komşu tarifine göre de bütün bir şehirle öyle ya da böyle bir şekilde komşuluk ilişkimiz vardır. Yani tüm şehir bir ailedir. Ailemizden bizi özlemeyen çocukların yetişmesini kim ister.
Belki modern zaman¸ belki ahir zaman artık ne dersek diyelim. Hepimizin özünde böyle kırılmalara sebep olmuyor mu acaba? İçimizde ne varsa aşağı yukarı dışımızda da onu görmek istemiyor muyuz? Belki bu çocuğun yaşını büyütsek ondan¸ makam¸ mevki¸ para vs fuzuli şeyleri özlemediğini duymak ne kadar inandırıcı gelebilir. Özlerimize elbet nefis ve şeytanın gölgesi düşüyor¸ düşecek. Ama bu gölgenin¸ Allah'ın belki de ibret alın diye masum olarak gönderdiği¸ arkadaşlarını meleklerden seçtiği çocuklarda¸ çocuklarımızda işi ne! Bu gölgenin düşmesine biraz da bizler sebep olmuyor muyuz? Onların temizlik ve masumiyetlerine bu kadar kasteden modern oyuncaklardan onları niye kurtarmıyor hatta bilakis onlarla odalarını dolduruyoruz. Meleklerin dostlarına bu reva mıdır?
Bugün çocukların kalplerine yerleşen belki de son şey insan sevgisi. Çünkü kazanma hırsının daha da arttığı bu çağda sistemin sıralamasında "olmasa da olur" cinsinden bir şey insan sevgisi. Belki bizler de böyle bir çarkta doğduk¸ büyüdük
Bilemiyoruz. Ama unutmayalım ki neyi özlüyorsak¸ özümüz ona benziyor demektir. Bu çocuğun belki birkaç gigabaytlık bir beyni veya kalbi vardır mesela.
Recep AYIK
Yazar“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Ey öğrencim! Dünya sevgisinden sakın. Zira sirke saf balı bozduğu gibi dünya sevgisi de sâlih ve iyi amellerini bozar. Yetimlere, şefkat, çıplaklara elbise giydirmekle merhamet, açları doyur...
Yazar: somuncueditor
Kanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiye...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Dinî-tasavvufî eserlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beden özelliklerini ve manevî şahsiyetini ifade için çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunlardan Nûr-ı Muhammedî veya Hakîkat-i Muhammediye konulu e...
Yazar: Musa TEKTAŞ