OSMANLI’DA KADIN HAKLARI
Osmanlı toplumunda kadına yüksek bir değer verilir, her anlamda hak ve hukuku korunurdu. Kadınlar, sosyal, ekonomik, kültürel, eğitim ve fikrî hayattaki faaliyetleriyle hatırı sayılır bir yere sahipti. İslam’ın vaz ettiği kurallar ile geleneklerin tayin ettiği meşru zemin ve çerçevede kadınlara, gerek devlet hayatında gerek sosyal hayatta gerekse aile hayatında, dinin emirlerine ters bir keyfî kısıtlama, hak ihlali, ayrımcılık, kötü muamele, eza, cefa ve ötekileştirme bahis konusu değildi. Mülk edinme, vakıf kurma, okul açma, idarecilik yapma, ticaret yapma ve kendisine ait serveti dilediğince tasarruf etme hakkına sahip olduklarını, arşiv belgelerinden ve temel kaynaklardan öğreniyoruz. Arşivlerden anlaşıldığına göre, Osmanlı Devleti’nde oldukça zengin ve varlıklı kadınların bulunduğu; İstanbul, Şam, Kahire gibi birçok büyük şehirdeki vakıfların en az üçte birinin onlar tarafından kurulduğu; ellerindeki malları ve sermayeyi ekonomik ve ticarî hayatta değerlendirdikleri gibi sayısız vakıf, cami, çeşme (mesela İstanbul’daki 491 çeşmenin 128’ini) ve diğer hayır eserleri inşa ettirdikleri katidir. Tarih araştırmacısı Judith Tucker’in bu mevzudaki tespit ve değerlendirmeleri gerçekten de altı çizilecek niteliktedir: “Üst sınıftan gelen kadınlar, bölgenin şehir ekonomisinde en azından 16. yüzyıldan başlayarak 19. yüzyılda da devam edecek şekilde daha merkezî bir rol oynadılar. Zengin ve güçlü ailelerin fertleri olarak şehirde, kadınlar önemli miktarda arsa sahibiydiler. Şehirdeki mevcut arazilerin satış ve alışlarını inceleyen çalışmalar, vakıf alım-satım kayıtlarının, emlak parsellemelerinin ve ticarî işlerin, çeşitli mahkemelerdeki kayıtlarından yola çıkarak benzer sonuçlara ulaşırlar: Üst sınıftan gelen kadınların üzerinde hatırı sayılır miktarda mal kayıtlıydı; büyük ölçeklerde para, yönetimleri altındaydı ve bizzat kendileri bazı işlerin başında yönetici konumundaydılar.” 1852’de Ankara ve Kütahya’yı ziyaret eden Prusyalı diplomat Andreas David Mordtmann, şehirli kadınların iş hayatında aktif rol oynadıklarını hayretle müşahede etmiş ve misafir kaldığı ailelerin kadın ve kızlarının zengin oldukları halde çalıştıklarını seyahatnamesine not etmişti. Tarihçi Prof. İlber Ortaylı, Osmanlı kadınının kafes arkasına (eve) kapatıldığı, sosyal hayattan ve çarşı-pazardan tecrit edildiği görüşüne katılmamaktadır: “Kafes arkası efsanesi pek doğru değildir. Çünkü bu toplumda kadın, evin dışına çıkmaktadır. Aynı keyfiyet, kamusal alanda da görülmektedir. İstisnalar vardır; ama kadın çarşıya pazara gitmektedir... Bilhassa İstanbul kadını ve imparatorluktaki küçük yerlerdeki kadınlar çarşıya, pazara gider.” Osmanlı kadınının, eve ya da hareme “hapsedilerek” özgürlüğü elinden alınan; herhangi bir eşya veya meta olarak görülüp “köleleştirilen” ve kocasına karşı hukukunu korumada hiçbir söz hakkı tanınmayan “âciz varlık” olmadığının en büyük delillerinden biri de Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki, Divân-ı Hümâyûn’a sunulan Şikâyet Defterlerinde kayıtlı dilekçeler ile Kadı ve Şeriye Sicillerindeki mahkeme kayıtlarıdır. Mesela 1680-1706 arasındaki dilekçelerin yüzde 8,4’ü kadınlara aittir. Amerikalı araştırmacı Ronald C. Jennings, 1975 yılında Kayseri Kadı ve Şeriye Sicillerini incelemek üzere Kayseri’ye geldiğinde, rastladığı belgelerde şehirdeki bütün kadınların mülk edinebildiğini, onları satabildiğini, kendilerinin veya yakınlarının kurduğu vakıflarda idarecilik yapabildiğini ve hatta ticaretle uğraşıp büyük miktarlardaki paraları yönetebildiklerini hayretle müşahede etmiştir. Bu manada, Niyazi Ahmet Banoğlu’nun da belirttiği üzere, 1800’lü yıllarda evli erkeklerin, boyunlarına ip takarak karılarını pazara götürüp satmalarının yaygın bir adet haline geldiği ve gazetelere “büyük fırsat, kaçırılmaz kelepir” ilanlarının rahatlıkla verilebildiği ve 1882 yılına kadar kadına mülkiyet ve tasarruf hakkının tanınmadığı İngiltere gibi demokrasi ve insan haklarının sözde beşiği olan Avrupa ülkelerine bakarak, Osmanlı ülkesinin kadınlar için, kelimenin tam anlamıyla “Cennet’ten köşe” olduğunu söylemek herhalde mübalağa olmaz. Kaynakça İlhan Pınar, 19. Yüzyıl Anadolu Şehirleri, İzmir, 1998. İlber Ortaylı, “Bazı 16. Yüzyıl Alman Seyahatnamelerindeki Türkiye Şehir ve Köylerine Ait Bilgiler Üzerine”, A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Sayı: 4/1972. İlber Ortaylı, Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek, İstanbul, 2007. Gerber Haim, “Bir Osmanlı Şehri Olan Bursa’da Kadının Sosyo-Ekonomik Statüsü”, S. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 8, Konya, 1998. İsmail Çolak, Dünya Osmanlı’ya Hasret, Mavi Yayıncılık, İstanbul, 2014.
Zühal ÇOLAK
YazarÂlime Hüma Hatun, Sultan II. Murad’ın eşi, geleceğin Fatih’i Sultan Mehmed’in annesidir. Esas adı Hatice Âlime Hüma Hatun olup, Kastamonu’nun Devrekâni ilçesinde doğmuştur. Hüma Hatun isminin, Acem ef...
Yazar: Zühal ÇOLAK
1680’de doğan Sâliha Sultan, II. Mustafa’nın eşi, I. Mahmud’un annesidir. Hanım sultanlar içerisinde geçmişi en dramatik, saraya alınmasından sonrası itibariyle de en imrenilecek hayat hikâyesine sahi...
Yazar: Zühal ÇOLAK
Bir kadın ki annedir, Tacıdır başımızın. Bir kadın ki sevgidir, İlacı aşımızın. Bir kadın ki farklıdır, Nasırlı elleriyle. Mutludur yuvasında, Goncası gülleriyle. Bir kadın ki göklerde, A...
Şair: Rabia BARIŞ
Sultan Abdülmecid’in eşi, Sultan II. Abdülhamid’in annesidir. Çerkez asıllı olup, Şapşığ kabilesindendir. 1819/1822’de doğduğu ve çocukken Kafkasya’dan getirilip Osmanlı Sarayı’na verildiği sanılmakta...
Yazar: Zühal ÇOLAK