OSMANLI TUĞRASINDAN OSMANLI ARMASINA TARİHÎ SERENCAM
Tuğra, Oğuz hakanlarından Oğuz Han’ın kullanmaya başladığı işaretten ortaya çıkmıştır. Lügatte iki manaya gelen tuğranın ilk anlamı, iki kanadı açık yırtıcı büyük doğan, tuğrul kuşudur. Diğer manası ise tuğrağ kelimesinden türeme, Osmanlı padişahlarının imza yerine kullandıkları özel sembollerden oluşan iz, alamet, nişân-ı hâkânîdir. Anadolu lehçesinde sondaki “ğ” harfi okunmadığı için zamanla “tuğra” olarak değişir. İlk tuğrayı, Kınık Boyu’nun da arması olan çomak şeklini Tuğrul Bey kullanmış; yine Selçuklular çift başlı tuğrul kuşunu da tuğra olarak kullanmıştır. Anadolu Selçukluları’nın kavisli tuğraları Eyyubilere geçmiş, biraz şekil değiştirip Memluklulara ulaşmıştır. Memluklularda hükümdar ve babasının adını içeren bir satıra yazılan kavisli çizgiler yerine, dikey çizgilerin ağırlıkta olduğu tuğralar kullanılmıştır. Anadolu Selçuklu sultanlarının isimleri, bazı kitabelerde çift başlı tuğrul kuşu ile yer alır. Anadolu Beylikleri’nde ise tuğralar, sikke ve yazışmalarda kullanılmıştır. Beyliklerde bilinen en eski tuğra resmi Saruhanoğlu İshak Bey’in 1374 tarihli gümüş parasında vardır. Oğuz Hakanlarından Osmanlı Sultanlarına kadar Türk hükümdarlarını temsilen kullanılan yazılı alâmet ve işaretler tuğra adıyla anılır. Orta Türkçede “hükümdarın mühür ve imzası” anlamında tuğrağ şeklinde yer alan kelime Farsça’ya nişân, Arapça’ya tevkî‘ ve alâmet olarak geçmiştir. Osmanlı Tuğrasının Bölümleri Osmanlılarda aklâm-ı sittenin tevkî‘ çeşidiyle çekilen ve önceleri basit çizgilerden meydana gelen tuğralarda padişahın ismi babasının ismi ile beraber Arapça söylenişe göre yer alırdı. Zaman içinde buna “şah” ve “han” sıfatları, ayrıca “el-muzaffer dâimâ” duası eklenmiştir. Bu unsurları taşıyan, harflerin noktasız olarak kullanıldığı bir tuğra şu bölümlerden teşekkül eder: Sere: Padişahın ve babasının isimleri ve isimlerin üzerinde “el-muzaffer dâimâ” duasının yer aldığı yazı kürsüsü. Beyze: Buradan sola doğru kavis çizerek giden iç içe iki oval yuvarlak. Hançere: Beyzelerin sağa ve aşağıya doğru uzantısı olan kollar. Elif/Tuğ: Sereden yukarıya doğru yükselen üç tuğ. Zülfe: Tuğların tepesinden sol aşağıya kıvrılarak inen üç kavisli çizgi. Osmanlı’da Tuğra Osmanlılarda ilk tuğra Orhan Gazi ile başlar (1324), Osman Gazi’nin tuğrasına rastlanmamıştır. “Orhan bin Osman” ifadesinde yer alan üç elif yukarıya, üç nûn ise sola doğru birbiri içinde uzatılarak sonraki padişah tuğralarının esası belirlenmiştir. Orhan Gazi’nin 1348 tarihli diğer tuğrasında “nûn”lar kavis’e dönmeye başlamış, eliflerin sağına da zülfe işareti konulmuştur. Murat Han tuğrasında eliflerin zülfesi sola geçmiş, elif aralarına vasla işareti getirilmiştir. Daha önce kavis haline dönüşen “nûn”lar burada ikiye inerek iç ve dış beyze şeklini bulmuştur. Yıldırım Bâyezîd tuğralarında beyzelerin sağdaki tuğları kesip uzatılmasıyla kol ortaya çıkarak baba adına han unvanı eklenmeye başlanmış, bu uygulama han kelimesinin I. Mahmut’tan itibaren babadan alınıp padişah adına eklenmesiyle sürdürülmüştür. Tuğralara dua cümlesinin ilâve edilmesi Sultan I. Murat’ta “muzaffer dâimâ”, Fâtih Sultan Mehmet’te “el-muzaffer dâimâ” şekliyle başlar; “el-” harf-i tarifi sonraki bazı padişahlarda görülse de II. Süleyman’dan itibaren kesinlik kazanmıştır. Şah unvanı Yavuz Sultan Selim’le kullanılmaya başlanır: “Selîm Şah bin Bâyezîd Han el-muzaffer dâimâ.” Kanûnî Sultan Süleyman tuğralarında bu unvanı babası için de ekler: “Süleyman Şah bin Selîm Şah Han el-muzaffer dâimâ.” Şah unvanının III. Mehmet dışında tahta geçen padişahlar için II. Mahmut’a kadar kullanılması sürdürülmüş, ancak şahın “şâ”sı teke inmiş, iki he ise okunmadan tezyinî mahiyette yer almıştır. Osmanlı Tuğrasını Kullanıldığı Yerler Osmanlılarda tuğranın kâğıt ve madenî paralar üzerinde geniş kullanımı dışında taş üzerinde de kitabelerle birlikte uygulanması XVIII. yüzyıldan başlayarak gelenek halini almıştır. Osmanlı madenî paralarının bir yüzünde devrin padişahının tuğrası, diğerinde basıldığı yeri ve tarihi gösteren ibare bulunmaktadır. İstanbul dâhilinde ilk tuğralı kitabe Tophâne-i Âmire üzerindeki 1743 tarihli olanıdır ve I. Mahmut’a aittir. Tuğralı kitabe tertibine başlandıktan sonra yeniden fethedilen yerlerde bunun uygulanmasına bir örnek, Belgrad’ın 1739’da tekrar Osmanlı idaresine girişinde buraya konulan I. Mahmut tuğralı kitabedir. Ancak Avusturya ordusu 1789’da Belgrad’ı ele geçirdiğinde ordunun kumandanı General Gidon Ernst von Laudon, bu tuğralı kitabeyi Viyana yakınlarındaki Hadersdorf’ta bulunan malikânesinin bahçe ormanına taşıtmıştır. Ayrıca ta‘lik harfleri kullanılarak çekilen tuğralar mevcuttur. Kazasker Mustafa İzzet Efendi tevki yerine talik harfleriyle II. Mahmut için tuğra çekmiştir. Bunun iğneli kalıbı zamanımıza kadar geldiğine göre devrinde taş üstüne hakkedilmiş olsa gerektir. Sultan Abdülmecit devrinde Topkapı Sarayı’ndaki arz odası kapısının iki tarafına sultan adına talikle tuğra hakkolunmuştur ve hâlâ yerinde durmaktadır. Hattat Sami Efendi’nin 1905’te resmettiği II. Abdülhamid tuğrası padişah tuğraları içinde hat sanatı bakımından en fazla estetik güce sahip olanıdır. Tuğranın yukarıda zikredilen kısımlarının ölçü birliğinden başka harflerin muayyen noktaları arasındaki mesafenin en az yirmi dokuz yerde hiç fark göstermeden aynı boyda olduğu bu tuğra üzerinde ayrıca yarım kürsü boyunda olan mesafeler on iki yerde görülmektedir. Padişah tuğralarının celî boyları bilhassa II. Mahmut’tan itibaren kitabeye bağlı olmaksızın taşa hakkolunmuş şekilde İstanbul’da görülmeye başlar; kitabelerdeki gibi kabartma olan yazı kısmı varak altınla kaplanıp zemin koyu renge (siyah, ördekbaşı yeşil, koyu mavi, vişneçürüğü) boyanırdı. İstanbul’da mozaikle oluşturulan iki tuğra vardır. Bunlardan birincisi, Sultan Abdülmecid’in, Ayasofya Camii’ni 1849’da Mimar Fossati’ye esaslı bir şekilde tamir ettirdikten sonra Lustinianos’un mozaik resmine bakarak kendisinin de burada bir hâtırasını görmek istemesi üzerine Fossati’nin binadaki mozaik stokundan kullanıp yaptığı celî tuğra, ikincisi de Sultanahmet’teki mozaikle kaplı Alman Çeşmesi’nin kubbe dâhilinde celî sülüs kitabeyle birlikte II. Abdülhamid’in tuğrasıdır. Batılı Üslupla Yapılan Osmanlı Armaları Batılı üslupta yapılan ilk arma, İbrahim Müteferrika’nın, 1720 senesinde Sadrazam İbrahim Paşa’ya sunduğu, şimşir ağacını oyarak hazırladığı haritanın sol üst kısmında yer alır. Üst kısmı yukarıya bakan kalkanın içinde bir hilâl, çevresinde ise 12 adet irili ufaklı top namlusu mızrak, flâma, ok, yay ve zurna şekilleri görülmektedir. Sultan III. Mustafa Dönemi’nde dökülen topların üzerinde ve sancaklarda ay ve yıldızla beraber çok şualı yıldızlar da kullanılmıştır. Sultan III. Selim Dönemi’ne ait Fenn-i Harp, Fenn-i Lağım, Fenn-i Muhasara adlı eserlerde de armayı anımsatan resimler vardır. Yine Sultan III. Selim için, tahta çıktığı yıldan 9 yıl sonra (1798-1799) tarihinde İngiliz bir hakkaka yaptırılan Mühr-i Hümayun’dur. Oval şeklinde olan mühür, diğerlerine göre ebat olarak büyüktür. Üst kısmında Batılı devletler tarafından kullanılan bir tacın yer aldığı mühürde, hilâl ve altı köşeli yıldızın altında padişahın tuğrası, bir halkanın içinde yer almıştır. Halkanın dışı ise silah, davul, tuğ, sancak, teber, ok, yay, mızrak, zurna ve çeşitli silahlardan oluşur. 1801 tarihinde çıkarılan Vaka-i Mısrıye madalyasında Sultan III. Selim’in tuğrası, ay ve yıldız şekli vardır. Sultan II. Mahmud Dönemi’nde yüksek rütbeli subay ve küçük rütbeli erbaşlara verilen nişanlarda ay yıldız, güneş, hilal ve ay resimleri; denizci nişanlarında ise ölçü aletleri, pergel, çapa yer almıştır. Ayrıca askerî belgelerin bazılarında ay ve yıldızın yer aldığı arma çizimleri mevcuttur. Osmanlı Devleti’ni sembolize eden “tuğra”, “ay-yıldız” ve “arma” üçlüsünün birbirinden ayrı biçimde bir arada bulunduğu tek örnek, Sultan II. Mahmud Dönemi’ne ait bir berattır. 26 Şubat- 6 Mart 1838 tarihini taşıyan berat 149.5 X52.5 cm boyutlarında olup divanî hatla yazılmıştır. Bu armaların ortak özellikleri, devletin askerî yönünü ortaya çıkaran aletlerin fazla olması, tuğra, ay ve yıldız simgelerinin bir arada kullanılmasıdır. 1851 tarihinde Belçikalı hakkâk tarafından tasarlanan Tanzimat Madalyası, standart armaya daha yakındır. Madalyanın üst kısmında tuğra, onun altında 12 şualı kalkan, solda üst üste konulmuş iki kitap, bereket boynuzu, sancak, tek ve çift başlı teberler, alafranga kılıç, süngülü tüfek, 3 adet gülle, zırh ve terazi gibi şekiller; bundan önceki armalarda olmayan bazı yeni unsurları bünyesinde birleştirmiştir. İki hilalin ortasında yer alan 12 şualı yıldız beratın ortasında yer alır. Günümüzde Bilinen/Kullanılan Osmanlı Arması Sultan Abdülmecid’in kullandığı armada tuğra, ortada çevresi simetrik olarak askerî sembollerle çevrilidir. Altın ve gümüş olarak 1850 tarihinde basılan Bosna Madalyası’nın bir yüzünde Sultan’ın tuğrası, diğer yüzünde ise sağa bakan ay ve 5 köşeli yıldız yer alır. Sultan Abdülmecid’e, Fransa tarafından “Legion” nişanı, akabinde İngiltere Kraliçesi Victoria tarafından 1 Kasım 1856 tarihinde İngiliz “Dizbağı Nişanı” verilmiştir. Kral III. Edward’ın 1346 yılında başlattığı Dizbağı Nişanı geleneğine göre, nişanı alan kişi veya hükümetin, armayı Londra’daki Windsor Sarayı’nda bulunan Saint George Kilisesi’nin duvarına asması esastır. Osmanlı İmparatorluğu’nda standart bir arma olmadığı için Kraliçe Victoria, İstanbul’a Prens Charles Young ismindeki arma uzmanını, Osmanlı Devleti’ne arma hazırlaması için görevlendirir. Etyen Pizani adındaki tercüman yardımıyla araştırmalar başlar ve tuğra, saltanat kavuğu, ay yıldızlı sancak ve sorgucu ön plana çıkaran bir arma tasarlar. Sultan Abdülmecid’in onay verdiği ve bir yılda hazırlanan arma, Saint George Kilisesi duvarına asılır. Sultan Abdülhamid-i Sani devrinde Arma-i Osmanî, standart şeklini alır. Prens Charles Young’un tasarladığı armaya terazi ve bazı silahlar da eklenir. 17 Nisan 1882 tarihinde, millî ve manevî değerlerin yanında devletin azamet ve gücünü yansıtan sembolleri de bünyesinde buluşturan arma tescil edilir. Sultan Hamid’den sonraki padişahlar da Osmanlı armasını kullanmışlardır. Arma-i Osmanî’yi halk benimsemiş, sadece mimarî ve resmî belgelerde değil, devlete sadakatini göstermek için günlük hayatın işleyişi için lazım gelen bütün araç ve gereçlerin üzerine nakşetmişlerdir. Armalar; Osmanlı mimarî eserlerinde, rahlelerde, saray arabalarında, üniformalarda, at koşum takımlarında, fotoğraf albümlerinde, diplomalarda, kol düğmelerinde, kutularda, çay takımlarında, mücevherlerde kullanılmıştır. KAYNAKLAR Kemal Özdemir, Osmanlı Arması, İstanbul 1997. Necati Aktaş - Mustafa Kaplan, Osmanlı fermanları T.C. Başbakanlık, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, İstanbul, 2003. Selahattin Çetiner, Çöküş Yılları; II. Abdülhamit, Jön Türkler, İttihat ve Terakki, İstanbul, 2008. Süleyman Kani İrtem, Abdülmecid Devrinde Saray ve Bab-ı Ali, İstanbul, 2007. Tarih ve Toplum Dergisi, Cilt: 13, İletişim Yayınları, 1990. Tarih ve Toplum Dergisi, Cilt:18 İletişim Yayınları, 1992. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Ankara, 1997. Türkoloji Dergisi, Cilt: 1-5, Ankara Üniversitesi, 1973. 18.yüzyılda Osmanlı Kültür Ortamı Sempozyum Bildirileri, Sanat Tarihi Derneği, İstanbul 1 Ocak 1998.
Resul KESENCELİ
YazarAğrı Dağı/Nuh’un GemisiAğrı Dağı, Yahudilik ve Hristiyanlık inançlarına göre Büyük Tufan'dan sonra Nuh'un gemisine ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevî özelliği olan bir dağdır. Tanah ve Eski Ahi...
Yazar: Resul KESENCELİ
14 Safer 1129/28 Ocak 1717 tarihinde Edirne’de dünyaya gelen III. Mustafa’nın babası Sultan III. Ahmed, annesi ise Mihrişah Emine Sultan’dır. Babasının Patrona İsyanı’yla devrilmesinden sonra 13 yaşın...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
BeyitKime arz-ı hâl edem sen var iken ey serv-i nâz Çâresiz derd-i dile sensin tabîb-i çâre-sâz (Ey servi boylu sevgili! Sen varken hâlimi kime arz edeyim. Çaresiz gönlümün derdine çare bulan tabip ya...
Yazar: Resul KESENCELİ
Beyit:Ey yâr olmak istemedin bir lahza âşinâ banaHastalığım bilip derdim eylemedin şifâ bana (Ey sevgili, Bir an olsun dost, tanıdık gibi olmadın (davranmadın) bana, yabancı gibi davrandın, Has...
Yazar: Resul KESENCELİ