OSMANLI İLİMDE GERİLEDİ Mİ?
Osmanlı’nın, askerî, ilmî ve teknolojik gelişiminin durması ve gerilemesinde, Batı’daki gelişmeleri takip etmekte gevşek davranmasının tesirli olduğu kısmen doğru olmakla beraber, hakikati bütün cepheleriyle ortaya koymada yeterli değildir. Osmanlı ilim ve irfan hayatının üretim kaynakları olan medrese ve tekkelerin klasik dönemdeki fonksiyonlarını zamanla kaybederek, durağanlaşıp yerinde sayması ve kendini tazeleyerek yeni bilgi, fikir ve tez ortaya koyamamasının belirli bir hakikat payı vardır.
17. yüzyıldan itibaren siyasî otoritenin zayıflaması, istikrarsızlığın baş göstermesi; merkezde ve taşrada süregiden isyanlarla devamlı toprak ve vergi kaybının yaşanması ve coğrafî keşiflerle elindeki ticaret yollarının kullanılmaz hale gelmesiyle gümrük gelirlerinde meydana gelen ciddi orandaki daralma ve iktisadî krizler; Haçlıların yoğun baskı, kuşatma ve taarruzuna karşı gösterdiği direnç ve müdafaanın zayıf ve yorgun düşürmesi, daha da kötüsü ekonomik kaynaklarını tüketmesi ve Avrupalı emperyalist devletler gibi sömürgeci bir siyasî-iktisadî anlayışa ve sömürgelerden elde edilen zengin sermaye-hammadde kaynaklarına sahip olmaması gibi unsurların da Osmanlı’nın ilmî çalışmalara yeterince kaynak ayırmasına ve desteklemesine engel olduğunu, dolayısıyla ilmî bilgi ve tez üretiminin aksamasına yol açtığını ileri sürmek de yanlış olmaz.
İlmî Gelişmeleri Takip Etmedi mi?
Gerçekten de Osmanlı, matematik, astronomi, tıp ve diğer müspet ilimlerde Batı’daki ilmî gelişmeleri ve ilerlemeleri takip edemedi ve geride mi kaldı? Öncelikle, matematiğin Avrupa’da ders programlarına giriş tarihinin 1890 olduğunu düşünür ve Fatih’ten itibaren İstanbul’da inşa edilen çeşitli eğitim kurumlarında Osmanlı’nın bu dersi okuttuğunu dikkate alırsak; Osmanlı’nın eğitim-öğretim programları ve ilmî gelişmişlik seviyesi bakımından Batı’nın pek de gerisinde kalmadığını daha sağlıklı bir açıdan değerlendirmek mümkündür.
Osmanlılar, Avrupa’daki ilmî gelişmeleri, zannedilenin aksine arada büyük bir zaman boşluğu olmadan takip etmiş, almış, değerlendirmiş, tenkit ve tahlilini yapmıştır. Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da belirttiği üzere, 1635-1647 arasında Paris’te neşredilen bir eserden, 1660-1661 gibi Osmanlı âlimleri haberdar olmuş, tenkitçi bir gözle okuyup incelemişlerdir. Batı kökenli bu çalışmalar, başlangıçta bazı âlimlerce “Frenk fodulluğu”, yani Batılıların üstünlük taslama girişimi olarak görülmüş, dolayısıyla ciddiye alınmamıştır.
Daha da önemlisi, Osmanlı ilim çevreleri, Batı’nın ilmî sahada üstün olduğunu, kendisinden ileri gitmeye başladığını hemen ve kesin şekilde kabul etmemiş veya etmek istememiştir. Bu da kendisine, medeniyetine ve ilmî seviyesine duyduğu özgüvenin bir gereği olarak normal bir davranıştır. İhsanoğlu’nun şu tespit ve tahlilleri bu noktada gayet makul ve mantıklıdır ve geniş bir bakış açısı sunmaktadır:
“17. yüzyılın ortalarında Osmanlılar, kendilerinin hâlâ Batı dünyasından üstün olduklarını düşünüyorlardı. Bundan başka, ilmî potansiyel ve kurumlara sahip oldukları için, yani ilmî ve kültürel yönden ihtiyaçlarını karşılama konusunda kendi kendilerine yettiklerinden dolayı, Batı bilimini kendileri için gerekli görmemişlerdi. Ancak bu durum, Osmanlıların ilmî gelişmelerden uzak veya habersiz olduklarını göstermemektedir... Osmanlıların kendilerinde olmayan, ama gerekli gördükleri yenilikleri Batı’dan almalarına engel olmadı... Batı tekniğini tanıma ve kullanmada her zaman, ihtiyaç duyduğu uzman ve teknisyenleri, Avrupa’dan getirtip istihdam etmiştir.”
17. Yüzyılda İlk Temaslar
17. yüzyıla ve IV. Murad dönemine, yazdığı eserlerle damgasını vuran meşhur ilim adamlarının başında Kâtip Çelebi gelir. Adnan Adıvar’a göre o, Osmanlı’da ilmî Rönesansın müjdecisidir. Coğrafya, geometri, astronomi gibi müspet bilimlerle alakadar olmuş, 20 kadar telif ve tercüme eser vücuda getirmiştir. Batı’daki ilmî gelişmelerden etkilenerek, hususen de coğrafya ile ilgili çalışmaları yakından takip ederek, Osmanlı ülkesinde “ilk bilimsel coğrafya kitabı” olarak kabul edilen “Cihannümâ” isimli eseri kaleme almıştır.
İhsanoğlu’nun da ortaya koyduğu gibi, Osmanlı’nın modern astronomi kavram ve teorileri ile ilk temasları, Tezkireci Köse İbrahim Efendi tarafından 1660-1664 yılları arasında Fransız astronomu, aynı zamanda Kardinal Richeliue’nin baş müneccimi olan Noel Durret’in, zîcinin (yıldız cetveli) “Secencel el-Eflak fî Gayet el-İdrâk” ismiyle tercüme edilmesiyle başlamıştır.
İhsanoğlu’nun tespitlerine göre bu kitap, Osmanlı bilim çevrelerinde; aslen Polonyalı bir rahip olan Kopernik’in 1500-1530 yılları arasında yaptığı gözlemler neticesinde vardığı, dünyanın kendi ekseni ve ayrıca bir merkez etrafında döndüğü görüşüne dayanan Kopernik Sistemi’nden söz eden ilk çalışmadır. Esasen, Hilmi Ziya Ülken’in de ifade ettiği üzere bu devrede Batı âlemi bile Kopernik Sistemi’ni henüz tam anlamıyla kabul etmemişti; hatta Galileo, yeni astronomiye dair fikirlerinden dolayı Engizisyon Mahkemelerinde yargılanmış ve cezaya çarptırılmıştı.
Sultan IV. Mehmed’in; kendisine, Hollanda’nın İstanbul elçisi Justin Collier tarafından 1668’de takdim edilen ve Kopernik’in evren modelinden bahseden, Wilhelm-Janszoo Blaeu’nun 1662’de neşrettikleri 11 ciltlik Latince coğrafya kitabının tercüme edilmesini emretmesiyle, Osmanlı’nın modern Batı ilimleriyle temasları devam etmiştir. Ebu Bekir ibn Behram el-Dimaşkî, bu eserin serbest tarzdaki tercümesini, “Nusret el-İslam ve’l-Sürûr fî Tahrîr Atlas Major” ismiyle on yılda tamamlamış ve 1685’te padişaha sunmuştur.
Böylece Osmanlı ülkesinde ikinci defa Kopernik Sistemi’nden bahsedilmiştir. El-Dimaşkî, eserin mukaddimesinde astronomi ilminin önemi ve gerekliliği üzerinde durduktan sonra Batlamyus, Kopernik, Tycho Brahe ve Andreas Argoli’nin kâinat sistemlerinden kısaca söz etmiştir.
Eserde, el-Dimaşkî’nin altını önemle çizdiği hususlardan biri de, Batılı bilginlerin ortaya attığı, “Nasîr-i Tûsî, Fahr-i Râzî, Nizâm ve Ali Kuşçu’dan sonra astronomi ilminin İslâm âleminde inkıtaa uğradığı; dolayısıyla İslâm biliminin Batı’nın gerisinde kaldığı” görüşünün gerçeği yansıtmadığına ilişkin yaptığı izahatlar ve getirdiği delillerdir. İslâm diyarında astronomi ilmini bilen âlimlerin gayet fazla olduğunu, özellikle de kendisinin, matematik ilimlerini tahsil ettiği hocalarının benzerinin bulunmadığını ileri sürmüştür.
Lale Devri’ndeki Çalışmalar
Lale Devri’nde, Damat İbrahim Paşa yirmi beş kişiden oluşan bir tercüme heyeti oluşturmuş, Doğu’dan ve Batı’dan birçok eserin tercüme edilmesini sağlamıştır. Mesela Yanyalı Esad Efendi, Damat İbrahim Paşa’nın emriyle Aristo’nun sekiz fizik kitabından üçünü, kendi fikir ve tahlillerini de ekleyerek Yunancadan Arapçaya çevirmiştir.
Yine Lale Devri’nde, Avrupa’yla temasların artmasının tesiriyle birçok ilmî eser ortaya konmuştur. Dönemin önde gelen matematikçisi Halil Faiz Efendi, “Fütuhât-ı Alâiye” adlı astronomi eserinde tartışmalı konuları ele almış; “Makalât-ı Seyyare” başlıklı kitabında yıldızların hareketlerini incelemiş; “Es-Savletü’l-Hizberiyye fî Mesâil el-Cebriyye” ismini taşıyan eserinde de cebirden bahsetmiştir.
İbrahim Müteferrika’nın 1732’de, Kâtib Çelebi’nin Cihannümâ’sının kendi matbaasında gerçekleşen yeni baskısına yaptığı “Tezyil el-Tâbi’” başlıklı ek; Osman b. Abdülmennan’ın 1751’de Türkçeye çevirdiği “Tercüme-i Kitâb-ı Coğrafya” adlı çalışma ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın 1757’de yazdığı “Marifetnâme” isimli kitap, “modern astronominin yeni kaynaklarının geniş okuyucu kitlelerine yayılmasında” oldukça etkili olmuştur. Müteferrika, Cihannümâ’ya yaptığı ilavede, Batılı felsefe ve astronomi âlimlerinin (Aristo, Batlamyus, Pisagor, Platon, Kopernik ve Tycho Brahe) kâinatın yapısı hakkındaki görüşlerini etraflıca açıklamıştır. Bu ek, neşrini takip eden yüzyıl boyunca modern astronomiyi ele alan en geniş metin olma özelliğini korumuştur.
Müteferrika’nın, Sultan III. Ahmed’in emriyle 1733 yılında “Mecmûatü Hey’et el-Kadîmeve’l-Cedîde” ismiyle tercüme ettiği, Andreas Cellarius imzalı, ilk baskısı 1708’de yapılan “Atlas Coelestis” adlı Latince astronomi kitabı da, eski ve yeni astronomiyi (sistem, görüş ve ibareleri) mevzu edinen, Osmanlı ilmî literatürünü zenginleştiren kaynak eserlerden birisi olmuştur.
Modern Astronominin Temelleri
Modern astronomiyi Osmanlı’ya tanıtan 18. yüzyılın önemli kaynak eserlerinden bir diğeri, Belgrad Divanı mütercimi Osman b. Abdülmennan’ın, Köprülüzâde Hacı Ahmed Paşa’nın emriyle 1751’de Türkçeye çevirdiği “Tercüme-i Kitâb-ı Coğrafya” başlığını taşıyan eserdir. Fizikî coğrafyanın öncülerinden olan Hollandalı Bernard Varennius tarafından kaleme alınan ve ilk baskısı 1650 yılında Amsterdam’da yapılan bu kitapta, Dünya’nın kâinattaki yerinden, şeklinden (yuvarlaklığından) ve Dünya’yı, kâinatın merkezi kabul eden Batlamyus sisteminden söz edilmiş ve şemasına yer verilmiştir. İlaveten, Osman b. Abdülmennan, Dünya ve Güneş merkezli teorilerin mukayesesini yapmış ve Dünya’nın, Güneş etrafında döndüğü görüşünün ilmen makul olduğunu tahlil etmiştir.
Erzurumlu âlim ve mutasavvıf İbrahim Hakkı’nın, ilk baskısı 1825’de gerçekleşen “Marifetnâme” isimli kitabı ise, astronomi ve kâinat sistemi ile alakalı ihtiva ettiği bilgilerden ötürü, Osmanlı bilim ve kültür tarihine damgasını vurmuştur. Yeni astronomi bilimi ışığında yazılan bu eserde, Dünya’nın küre şeklinde olduğu ispat edilmiş, gezegenler, Ay ve Güneş tutulmaları hakkında teferruatlı malumat verilmiştir. Marifetnâme’nin, 1835-1914 yılları arasında 10 defa basılan “popüler” bir kitap olduğu dikkate alındığında, “Güneş merkezli sistem”in, Osmanlı bilim çevreleri dışına taşarak geniş halk tabakaları arasında da yaygınlık kazandığı ortaya çıkmaktadır.
18. yüzyıl Osmanlı’sında adından söz ettiren, birçok telif ve tercüme esere imza atan önemli astronomlardan biri de Halifezâde (Kalfazâde) İsmail Efendi’dir. İlk zîc tercümesini, Fransız astronomlardan Alexis-Claude Clairaut’un, Ay gözlemlerine dayanan cetvellerini 1767’de “Tercüme-i Zîc-i Kılaro” (Rasad-ı Kamer) ismiyle yapmıştır. İkinci zîc tercümesini ise, bir başka Fransız astronomu olan Jasques Cassini’nin 1740’da Paris’te basılan astronomi cetvelini, 1772’de “Tuhfe-i Behîc-i Rasînî Tercüme-i Zîc-i Kasînî” adıyla yapmıştır.
İhsanoğlu’nun ifade ettiğine göre Logaritma’nın, Osmanlı bilim çevrelerine ilk girişi, Halifezâde’nin bu zîc tercümesiyle olmuştur. Yanı sıra bu zîc tercümesi, “Osmanlı takvimciliğine mühim etkiler yapmış, Padişah III. Selim’in emriyle takvimler, Cassini Zîci’ne göre tertip edilmeye başlanmış; Uluğ Bey Zîci zamanla terk edilmiştir.” Bu tercümeler, Osmanlı astronomlarının, Batı astronomi literatürünün zîcler ile ilgili neşriyatını yakından takip ettiklerinin kuvvetli bir delilidir.
Görüldüğü gibi Osmanlı ve padişahlar, ilme, ilim adamlarına ve devletin ilmî, kültürel ve teknolojik gelişimine önem vermeye, destekleyici yaklaşım içerisinde bulunmaya hemen her dönemde devam etmişlerdir.
Kaynakça
A. Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c.1, İstanbul, 1966; Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat, İstanbul, 1999;
Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, İstanbul, 2000;
Ekmeleddin İhsanoğlu, Osmanlılar ve Bilim, İstanbul, 2003;
“Modern Bilimlerin Türkiye’ye Girişi: Tanzimat’ın İlanına Kadar”, 75. Yılında Türkiye’de Sosyaloji, Editör:
İsmail Coşkun, İstanbul, 1991; “Batı Bilimi ve Osmanlı Dünyası: Bir İnceleme Örneği Olarak Modern Astronomi’nin Osmanlı’ya Girişi (1660-1860)”, Belleten, Aralık 1992, Sayı: 51 (217);
Orhan Şaik Gökyay, Kâtip Çelebi, Ankara, 1957;
H. Ziya Ülken, “Kâtip Çelebi ve Fikir Hayatımız”, Kâtip Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında İncelemeler, Ankara, 1957;
Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul, 1979; Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul, 1970; İlhan Tekeli, Selim İlkin, Osmanlı İmparatorluğunda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, Ankara, 1993;
Melek D. Gökdoğan, “Osman Gazi’den Mehmed Vahideddin’e Osmanlı Bilimi ve Kültürü”, Türkler, c. 11, Ankara, 2002;
Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul, 1997;
Emre Dölen, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Bilim”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, 1985;
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara, 1973.