OSMAN HULÛSİ EFENDİ’NİN (K .S.) TASAVVUF ANLAYIŞINDA “MÜRŞİD-İ KÂMİL”
Darendeli Osman Hulûsi Efendi (k.s.), tasavvufu kâl ilmi değil hâl ilmi olarak kabul eder. Tasavvuf aşk yolu, dert otağı, vicdanın sesi, Hakk’a sadâkat olarak görür. “Uzun ince bir yol” olarak değerlendirdiği tasavvuf yolunda rehbere duyulan ihtiyacı elzem telakkî eder. Mürşid-i kâmilin kılavuzluğunda yol alan dervişin kesâfetten letâfete, kesretten vahdete, gedâlıktan sultanlığa doğru yol alacağını belirtir. Bu çerçeveden hareketle amansız hayat yolculuğundan müşkilâtını âsân kılmak isteyen, vuslat kapısının âsitânesinesi varmak isteyenlere gönlünü Hak dostlarının pâk nazarına bağlamalarını, Hak dostlarının yolunda toprak kadar mütevâzı olmalarını, Hak dostlarını Allah’ın lütfu olarak görmelerini şu şekilde tavsiye etmektedir: Bir pâk-nazara bağla gönül pâyına hâk ol Her mes’elenin müşkilinin halli bu müşkilden içindir2 Hulûsî âsitân-ı yâra yüz koy hâk-i pây ol kim Bu devlet lutf-ı Hak’dır âsitân-ı bâb-ı vuslatdır3 Osman Hulûsi Efendi (k.s.), Allah dostlarına kuru muhabbeti öngörmez. Muhabbetin gereğini yerine getirmeyi salık verir. Hak dostlarının kapısına varanların o kapının kulpuna sımsıkı tutunmasını, o kapının feyzinden istifade etmesini, geçip gitmekte olan ömrün bir Hak dostunun irşâdına nâil olarak değerlendirilmesini istemektedir. Mürşid-i kâmillerden istifadeninse ancak onlara intisap ile gerçekleşeceğini belirtir. Muhataplarına intisabın kıymet-i harbiyesinden bahseder ve sevenlerini derviş olmaya davet eder. İntisap neden ve nasıl gerçekleştirilmelidir sorumuza cevap verir ve manzûmelerinde şöyle seslenir: Bir gün gelir bu hayât-ı âlem hayâl olur Dehrin nesi varsa cümle pây-mâl olur Her demi zevk ile geçen eyyâmın Âkıbet encâmı firkat u melâl olur Sermâyeni saâdet bilip saâdete er İkbâl ü idbâra dönüp izmihlâl olur Bir kâmilin eteğin tutup da murâda yet Kâmil eteğin tutan ehl-i kemâl olur Devlet o ki olmaya zevâl ana Devlet sanma anı ki anda zevâl olur Pîrin kapısında hâk et Hulûsî yüzüñ Tahkîkan anı bil ki makbûl-i Zü’l-Celâl olur4 Mürşid-i kâmile intisabı ahitleşme olarak gören, müntesiplerinden ahdine sadâkat göstermelerini dile getiren Osman Hulûsi Efendi (k.s.), gülzara ermek için gözyaşı dökmeyi, Hakk’a mahrem olabilmek için varlık kisvesinden soyunmayı, Hak pazarında kazanç elde edebilmek için güçlü sermâyeyle pazara varmak gerektiğini, Allah’ın boyasıyla boyanmaya, irfan dünyasına varmaya, tevhîdin hakîkatini elde etmeye, mârifet ve sırlar ilmine vâkıf olmaya davet ederken âdetâ yalvarırcasına yakarmakta ve bizleri hamlıktan kurtulup kemale ermeye, intisabın hakkını vermeye davet etmektedir: Bu hâl ile ey dil yürü dil-dâra varılmaz Zâr eyle ki bîzâr ile gül-zâra varılmaz ... Ağart yüzünün karasın ey bende-i Hak Ol bârgeh-i yâra yüzü kapkara varılmaz5 Osman Hulûsi Efendi (k.s.)’ye göre intisabın başarısı mürşid-i kâmile olan muhabbet ve birliktelikle sağlanabilir. Vahdet tecrübesi ancak mürşid-i kâmille gerçekleşen halvetin kemâline bağlıdır. Dervişlik sûretperestlik değildir. Dervişlik merâsime indirgenemez. Dervişlik şekil ve görüntüden ibaret olamaz. Dervişlik “len terânî” sırrına ermek, yâr ile sohbete dalıp ağyâr ile alâkayı kesmektir. Derviş miraç tecrübesine koyulur, vuslat tecrübesine kendini hazırlar, ru’yetullaha nâil olmak, dost cemâline meftûn hale gelmektir. Dervişlik varlık kisvesinden aşk ve şevk ile soyutlanmayı gerektirir. Mürşid-i kâmilin rahmet nazarına nâil olan derviş müşâhede terbiyesi görmüş, nereye baksa Hakk’a nazar kılar olmuştur. Böylesine ilkesel yaklaşımları ortaya koyan Osman Hulûsi Efendi (k.s.) şu dizelerinde tasavvuf yolunda şansa yer bırakmaz, dervişin anı gereğince değerlendirmesini ister: Gûşe-i vahdetimiz halvetimiz yâr iledir Sarmışız sînemize vuslatımız yâr iledir ... Nazar-ı himmetidir yoksa Hulûsî anın Biz kimiz bu lutf-ı bî-minnetimiz yâr iledir6 Osman Hulûsi Efendi (k.s.)’nin dünyasında tasavvuf sevgi diline sahiptir. Muhabbet dersiyle kazanılan incelikler kişiyi tasavvuf yolunda dertli ve iştiyaklı kılar. Muhabbet hayreti doğurur, hayret makamına erenler Hakk’a hayran ve ilâhî tecellîlerle mestan olurlar. Mürşid-i kâmile intisap insanı, adeta muhabbet hâlesine dönüştürür. Mahviyet bilincine eren müridin derdine derman olur. Mürşidine muhabbet râbıtası kuran müritler her dâim mürşidini görmek diler, mürşidine hasret müritleri deli dîvâne kılar. Mürşidinin sûretine değil sûretine sevdâlanan müritler mürşid-i kâmilin sohbetinden demlenmek, dinlenmek ve dertleşmek isterler. Şöyle ki: Aşkın yakıp eyledi nâr cümle işimi kıldı zâr Gitdi kamu nâmûs u âr ey yâr-ı sâdık yâr yâr ... Hulûsî’nin yüzü kara her dem düşer âh u zâra Huzûruna nice vara ey yâr-ı sâdık yâr yâr7 Akıcı üslubu, anlam derinliği, âteşîn sadâsı ve doludizgin nidâsıyla Osman Hulûsi Efendi (k.s.), Dîvân’ında tasavvufun yol felsefesi olduğunu söyler. Tasavvuf yolculuğunda menzil-i maksûdun semt-i yâr olduğunu söyler. Feryâd u figanlarının Arş’a yükseldiğini, mürşitlerini tevfîk-i Hak olarak gördüklerini oldukça candan bir söylemle dile getirmektedir. Der ki: Sûfî bizim bu râhımız Semt-i yâra doğru gider Arşa çıkan bu âhımız Semt-i yâra doğru gider ... Hulûsî pâkdir özümüz Yolunda hâkdir yüzümüz Duyar ise her sözümüz Semt-i yâra doğru gider8 Sonuç olarak tasavvufun hem tahalluk hem de tahakkuk boyutuyla şerîat, tarîkat, mârifet ve hakîkat makamlarını hakkıyla gerçekleştirmeyi hedefleyen Osman Hulûsi Efendi (k.s.) bu zorlu yolculukta mürşid-i kâmilin rehberliğine ne denli ihtiyaç hissedildiğini bu ve benzeri şiirleriyle bizlere derinden hatırlatmaktadır. Mürşid-i kâmiller onun beyânıyla Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e müştak şahsiyetlerdir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ahlâkına benzemeye ve onun yol ve yordamıyla müritlerini Hakk’a kulluğa lâyık hale getirmeye çalışmaktadırlar. Mürşid-i kâmiller müritlerine dışarıdan bir şeyler vermekten çok kendilerindeki fıtrat asâletini ortaya çıkarmanın derdindedirler. Hulûsi Efendi (k.s.)’ye göre mürşid-i kâmiller müritlerini kendilerine bende değil, Hakk’a kul edebilmenin derdindedirler.
Kadir ÖZKÖSE
YazarSsekiz asır boyunca Anadolu yeni yeni İslâmlaşmasını tamamlamaktadır. Bunun içinde Bizans’a komşu olan uçlardaki köy ve kasabalardaki hayat çok önemlidir. Uçlar yalnızca göçebe ve yarım göçebe Türkmen...
Yazar: Ahmet ŞİMŞİRGİL
Kızgınlık ve öfkelenmeye sevk eden durumlarda kişinin kendine hâkim olup ağırbaşlı ve sâkin davranması onun hilm sahibi olmasıdır. Hilmi şiâr edinenler öfkelendiği kimseden intikamını alma gücüne sahi...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Fetih; coğrafî açılımın ötesinde kafaların, kalplerin ve müesseselerin İslâm’a açılmasıdır. Fetihle gerçekleşen açılım ancak Hak adına olur. Hak’tan halka açılımın bir diğer ifade biçimidir. Peygamber...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Hastalık, salgın, yoksulluk, savaş ve çatışma ortamlarıyla ölüm oranlarının hızla arttığı bir dönemde yaşayan Yunus Emre, ölüm temasını öncelikli olarak ele almış, özellikle genç yaşta ölenleri anıp ş...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE