OSMAN HULÛSİ EFENDİ: DİVAN'IN DAN BİRKAÇ NOT
“Hulûsi Efendi’nin çokça üzerinde durduğu konulardan birisi de gönüldür. Dünyada Allah’ın evi nasıl ki Kâbe ise¸ küçük bir dünya olarak kabul edilen insandaki Allah’ın evi de gönüldür. Hatta gönül yıkmak¸ Kâbe’yi yıkmaktan daha vahimdir.”
Hulûsi Efendi’nin çokça üzerinde durduğu konulardan birisi de gönüldür. Dünyada Allah’ın evi nasıl ki Kâbe ise¸ küçük bir dünya olarak kabul edilen insandaki Allah’ın evi de gönüldür. Hatta gönül yıkmak¸ Kâbe’yi yıkmaktan daha vahimdir.”
Türklerin¸ İslâm dinini kabul etmelerinden sonra meydana getirdikleri edebiyat¸ şiir ağırlıklıdır. Bu edebiyatın¸ Eski Türk Edebiyatı¸ Dîvân Edebiyatı¸ Yüksek Zümre Edebiyatı gibi değişik isimle anılan büyük bir kısmında vezin olarak aruz kullanılmıştır. Araplara ait olan bu vezin Müslüman olan milletlerce de kabul görmüş ve bu milletlerin meydana getirmiş oldukları manzum eserlerde de hep bu vezin kullanılmıştır. Türkler¸ İslâm dinine ait terimlerin çoğunda olduğu gibi bu vezni de Araplardan değil¸ İranlılardan almışlar ve kendi şiir zevklerine ve dil yapılarına uygun olan aruz kalıplarını kullanmışlardır. Böylece Arap ve İran aruzunun yanında bir de Türk aruzu oluşmuştur. Tanzimat’a kadar millî bir vezin hüviyetiyle kullanılan bu vezin¸ Tanzimat sonrasında farklı edebî tür ve şekillerin kullanılmasıyla yavaş yavaş yerini heceye terk etmiştir. Mehmet Akif¸ Yahya Kemal ve Tevfik Fikret gibi şairlerce mükemmeliyete ulaşan aruz vezni Cumhuriyet sonrasında etkinliğini kaybetmiştir. Bununla birlikte özellikle medrese tahsili almış ve tasavvufla bir şekilde ilgilenmiş şairlerce¸ Cumhuriyet sonrasında da¸ az da olsa¸ bu vezinle meydana getirilmiş manzum eserler bulunmaktadır. Daha çok tasavvufî neşve ile haşir-neşir olan şairlerin kaleme almış oldukları eserler dîvân veya daha doğru bir ifadeyle Dîvân-ı İlahiyat şeklinde karşımıza çıkmakta¸ mesnevî türünde eserlere pek rastlanmamaktadır.
“Maksad o yârdır yârin unutma
Gayrı zünnârdır yârin unutma”
Dîvân Edebiyatı içerisinde kabul edilmesine rağmen¸ mutasavvıf şairlerin dîvânları¸ klasik bir dîvândan dil ve ifade özellikleri bakımından farklılıklar göstermektedir. Mutasavvıf bir şair¸ inancını ve mensubu bulunduğu tarîkatın esaslarını anlatmayı gâye edindiğinden¸ şiirlerinde kullandığı kelimeler¸ müntesiplerin rahatça anlayabilecekleri tarzda ve tasannû’dan uzak kelimelerdir. İfadelerde samimiyet ön plandadır. Çünkü bir tarîkatın içerisinde yüksek derecede eğitim almış ve kültürlü insanlarla birlikte¸ hiçbir eğitime sahip olmayan kimseler de bulunmaktadır. Ahmed-i Yesevî ile başlayan Yunus Emre¸ Niyâzî-i Mısrî¸ Sinan Ümmî gibi mutasavvıflarca geliştirilen tekke ve tasavvuf şiiri¸ kullandığı remiz ve mazmunlarla Halk ve Dîvân Edebiyatından farklı bir dil ve ifade tarzı oluşturmuştur. Halk şairinde görülen sade bir dil ve mahallî özellikler ile dîvân şiirinde kullanılan karmaşık terkiplerden oluşan ağır ve ağdalı bir dil¸ tekke muhitinde söylenmiş olan şiirlerde tam olarak görülmez. Tekke şairi bu iki şair tipinin tam ortasında durur ve bir yönüyle Halk¸ diğer bir yönüyle de dîvân şairi hüviyetiyle karşımıza çıkar.
Osman Hulûsi Efendi (1914-1990) de¸ Cumhuriyet sonrasında dîvân tertip eden mutasavvıf şairlerdendir. Hemen her mutasavvıf şairde olduğu gibi Hulûsi Efendi’de de şiir amaç değil araçtır. Bu nedenle aruzla birlikte heceyi de kullanmış¸ müntesiplerine ulaştırmak istediklerini¸ veznin ne olduğuna bakmaksızın şiir yoluyla da aktarmıştır.
Şiir ve musikî tasavvufî muhitlerin bütünü tamamlayıcı öğeleridir. Yapılan sohbetlerde ilâhiler okunur. Bu ilâhiler de Yunus Emre gibi her zümrenin kabul ettiği mutasavvıf şairlerin yanı sıra daha çok sohbet yapılan zümrenin şairlerinin şiirlerinden bestelenir. Bu açıdan bir tarikat şeyhinin aynı zamanda şair olması tasavvufî düşüncede rağbet gören bir durumdur.
Osman Hulûsi Efendi’nin¸ Mektubât ve Hutbeler’le birlikte bir de oldukça hacimli Dîvân’ı bulunmaktadır. Dîvân-ı Hulûsi-i Darendevî (ilk baskı: İstanbul¸ 1986; 2. baskı: Nasihat Yayınları¸ İstanbul 2006) ismiyle yayımlanan esere baktığımızda 1276 şiirden meydana geldiği görülmektedir. Bunlardan 462’si gazel¸ 18’i mesnevi¸ 40’ı kıta¸ 470’i müfred¸ 91’i mısra ve 195’i rübaîdir.
Oldukça hacimli olan Dîvân’da yer alan nazım şekillerinden de anlaşılacağı gibi bu eserde kasidelere yer verilmemiştir. Klasik bir Dîvânda “Gazeliyât” kısmında her harfle en az bir gazel yazılması gerekir. Hulûsi Efendi Dîvânı’nda 19 harfle gazel yazılmıştır.
Başta da ifade ettiğimiz gibi¸ mutasavvıf şairlerde gaye şiir değil mesajdır. Bilinen meşhur mutasavvıf şairlerin dîvân olarak tertip ettikleri eserlerinin hemen hemen tamamının özelliği de böyledir. Bu açıdan bakıldığında Hulûsi Efendi Dîvânı¸ mutasavvıf şairlerin dîvânlarıyla benzer özelliklere sahiptir. Şiirlerinde yoğun olarak tasavvuf öğretisi yer almaktadır. Asıl amaç sanat yapmak olmadığından¸ bazen anlatmak istediği şeyleri çok sade bir tarzda ifade eder.
Tasavvufî şiir geleneğinin bütün özelliklerini taşıyan Dîvân’dan not aldığımız bazı beyitlerle yazımızı sürdürelim.
Maksad o yârdır yârin unutma
Gayrı zünnârdır yârin unutma
diyerek¸ şiirde¸ daha doğrusu insan hayatındaki asıl gayenin ne olduğunu¸ oldukça sade ve yalın bir biçimde ifade eden Hulûsi Efendi¸ bir başka beyitte de aynı maksadı şu şekilde dile getirir:
Kara yüzümle geldim kapına eyle atâ yâ Rab
Dileğim isteğim senden hemân ancak rızâ yâ Rab
Şâir; mütevâzı¸ makam ve mevkide gözü olmayan¸ dünyadan bir beklentisi bulunmayan ve kendisini tamamen Allah’a adamış bir kişiliğe sahiptir. Tek beklentisi Allah’ın rızasıdır.
N’ideydim devlet-i câhı n’ideydim izzet-i şâhı
N’ideydim mihr ile mâhı sana mihmân olaydım yâr
Hulûsi Efendi’nin çokça üzerinde durduğu konulardan birisi de gönüldür. Dünyada Allah’ın evi nasıl ki Kâbe ise¸ küçük bir dünya olarak kabul edilen insandaki Allah’ın evi de gönüldür. Hatta gönül yıkmak¸ Kâbe’yi yıkmaktan daha vahimdir.
Hudâ’nın mahrem-i râzı gönüldür
Makâm-ı kuds şehbâzı gönüldür
Anı bir kimse taş urup yıkarsa
Denir yık Kâbe’yi yıkma gönüldür
Klasik edebiyatımızın vazgeçilmez konularından biri âşık-zâhid tiplemesidir. Âşık¸ karşılıksız seven¸ zâhid ise yaptığı ibadetin karşılığını uman ve isteyendir. Bu açıdan tüccara benzer. Bu mukayeseyi Hulûsi Efendi Dîvânı’nda da görürüz.
Zâhidân arzû-yı Cennet hûr u gılmân isteyü
Âşıkân seyr-i likâ zevk ü safâsıyla gezer
Dîvân’da zaman zaman Yunus Emre¸ Niyazî Mısrî¸ İsmail Hakkı Bursevî gibi mutasavvıf şairleri hatırlatan çok sayıda beyit bulunmaktadır.
Gönül bir bahr-i ummândır ana hadd ü pâyân olmaz
Derûnu dürr ü cevherdir ki pinhândır ayân olmaz
Eğer lutf u eğer cevr eylesen de cânâ bir senden
Ne gelse hoş odur ey sevdiğim böyle şitâbân et
Dîvân’da şairin şeyhi Sivaslı İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak’la ilgili birçok beyte rastlanmaktadır. Kendisi de bir şair olan İhramcızade’nin mahlası Karîbullah’tır. Şeyhini çok seven ve bağlı olan Hulûsi Efendi aralarındaki sevgi ve irtibatı şu beyitlerle ifade eder.
Ayağına kapandım kölen Hulûsi dedim
Ben Sivas’ı istedim o bana Tokat verir
Bana dermân edecek yâr Karîbu’llâh’dır
Yoksa Lokman Hakîm’e dahi muhtâc değiliz
Okuyan ilmi Hakkî mektebinden
Olup ârif fenâfi’llâhı söyler
Reh-i aşkındayız gerçi anın âvâre bir sâlik
Cenâb-ı Pîr-i Rûşen-dil Karîbu’llâhımız vardır
Osman Hulûsi Efendi¸ Ahmet Yesevî ile başlayan Yunus Emre¸ Niyâzi Mısrî¸ Sinan Ümmî v.b gibi mutasavvıflarca geliştirilen tasavvufî şiir geleneğinden beslenen mutasavvıf şairlerdendir. Dîvân şöyle bir karıştırıldığında dahi bu gelenek ve sekiz asırlık bir birikim hemen fark edilir. Emsalleri içinde oldukça hacimli ve kapsamlı bir eser olan Dîvân’da Hulusî Efendi¸ oldukça sade ve akıcı bir dil kullanmış¸ ağdalı bir söyleyişe rağbet etmemiştir. Dîvânı¸ klasik bir Dîvândan dil ve ifade özellikleri bakımından farklılıklara sahiptir. Yolunun esaslarını anlatmayı gaye edindiğinden şiirlerinde kullandığı kelime ve terkipler¸ hemen birçok insanın rahatlıkla anlayabileceği tarzdadır. Şiirlerinde samimiyet ön plandadır. Şu beytinde olduğu gibi:
Gül derdli gonca derdli yâr benden önce derdli
Şol derdli nice derdli derd ile em berâber
*Doç. .Dr
GÖNLÜM
DARENDE’DE KALDI!...
Gül diyarı Darende’yi ziyaret ettim
Gül deren gül yüzlü nice insanlar gördüm
Gönlünü gülşen eyleyen erlere erdim
Gönlüm Darende’de kaldı firkât eylerken
Tohma Çayı çağlayarak hızla akıyor
Âşıkları kalpten Allah deyip coşuyor
Hulûsi Efendi sanki bize bakıyor
Gönlüm Darende’de kaldı firkât eylerken
Hizmet erleri Rızâ-i Bârî arıyor
Onlar Kur’an’ı Sünnet’i rehber alıyor
İnsan Darende’de başka feyze dalıyor
Gönlüm Darende’de kaldı firkât eylerken
Nice ehl-i ilim irfan burda toplanmış
Nicesinin kalbinde nefsâniyet aklanmış
Vuslata ermeyen virân gönlüm aldanmış
Gönlüm Darende’de kaldı firkât eylerken
Alim YILDIZ
YazarŞeyh Abdurrahman Erzincanî’nin soyu, Orta Asya’dan gelerek Erzincan’a yerleşmiştir. Evlâd-ı Rasûl’den ve Yıldırım Bâyezîd devri meşayihlerindendir. Zamanının gerekli ilimlerini memleketi olan Erzincan...
Yazar: Resul KESENCELİ
İslâm’ı kabul etmelerinden sonra içine girdikleri İslâm uygarlığı¸ Türklerin toplum yapısını da et- kilemiş; Arapça bilim¸ Farsça sanat ve kültür dili olarak kullanılmaya başlanmıştır. Türkler¸ ...
Yazar: Alim YILDIZ
Türklerin Anadolu'ya yerleşmeleri X-XII. Yüzyılda olmuştur. Malazgirt Savaşı ile Anadolu kapıları Müslüman Türklere tamamen açılmıştır. Anadolu'nun Türkleşmesi de bu döneme rastlar. Anadolu...
Yazar: Alim YILDIZ
Kanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiye...
Yazar: İsmail ÇOLAK