ORUCUN DEĞERİ
- Hadis:
"Âdemoğlunun her ameli, on misli katlanır. Ancak Allahu Teâlâ ‘Oruç müstesnâ. Çünkü o, benimdir. Onun mükâfatını verecek olan benim. Çünkü kulum şehevî arzularıyla yemesini benim için terk ediyor.’ buyurmuştur." [1]
Somuncu Baba Diyor ki:
“Hadiste ecrin meşakkat miktarınca olduğuna işaret vardır. Herkes ameli karşılığında kat kat sevap alır. Oruçlu ise müstesnâ. Çünkü sadece Allah için tutulduğundan, Zât'ın mertebesine daha uygundur. Bu durumda da ecri sadece O’nun takdiri olmaktadır. Bundan ötürü Hak Teâlâ orucu bizzat kendisi sahiplenmektedir. Bu ise, tüm dünyevî ve uhrevî isteklerden uzaklaşarak oruç tutan için söz konusudur.”
Hadisin Yorumu
İslâm dendiğinde akla gelen temel ibâdetlerden birisi oruçtur. İslâm’ın üzerine binâ edildiği farzları olarak sayılan beş esas içerisinde yer alır. Bu yüzden orucun Müslüman kimliğini oluşturan aslî unsurlardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Hatta oruç Müslümanlığın ayrılmaz bir parçasıdır.
Allah Rasûlü, Hicret’ten sonra her aydan üç gün, bunun yanında Hicret’ten önce de tuttuğu Aşure günü orucunun tutulmasını ashâbına tavsiye etmişlerdi. Hicretten bir buçuk yıl sonra, Şaban’ın 10. günü, Ramazan ayının farz kılındığı kendilerine vahyedilmiştir.
Âyette de işaret edildiği üzere, orucun İslâm öncesi dinlerde de farz kılınmış olması
[2] Allah’ın bu ibâdete verdiği önemi ortaya koymaktadır. Demek ki, oruç bütün zamanların ibâdetidir; dinin yaşanması, kulun rûhen yücelmesi, ahlâkının güzelleşmesi, yaşantısına ve olgunluğuna büyük katkı sağlaması açısından çok büyük bir işlev görmektedir. Bu sebeple, oruç ibâdetinin Allah katında pek özel bir yeri olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir. Nitekim Talha bin Ubeydullah anlatıyor:
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e saçı başı dağınık bir bedevî geldi ve “Yâ Rasûlallah! Allah üzerime namaz olarak neyi farz kıldı. Bana söyleyebilir misiniz?” diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v.) de
“Beş vakit namazı farz kıldı. Ancak dilersen kendiliğinden başka da kılabilirsin.” buyurdu. Bedevî bu sefer “Peki Allah bana oruç olarak neyi farz kıldı?” diye sordu. Allah Rasûlü
“Ramazan ayını farz kıldı. Ancak dilersen kendiliğinden başka oruç da tutabilirsin.” buyurdu. Bu sefer “Allah’ın bana zekât olarak neyi farz kıldığını söyler misiniz?” diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v.) de (zekâtla birlikte) İslâm’ın diğer hükümlerini ona belirtti. Bedevî bunları öğrendikten sonra şöyle dedi: “Sana hak din İslâm’ı ikram eden Allah’a andolsun ki ben gönüllü olarak (ilâve) hiçbir şey yapmam. Ancak Allah’ın bana farz kıldıklarında da noksanlık göstermem.” Bu söz üzerine Rasûlullah
“Eğer doğru söylüyorsa cennete girdi.” buyurdu.
[3]
Ramazan Mutluluğu
Allah’a yakınlaşmamız, ahlâkımızı güzelleştirmemiz ve âhiret sermâyemizi artırmamız için büyük bir fırsat olan on bir ayın sultanı Ramazana her yıl kavuşuyoruz. Peygamber Efendimiz de Allah’a duâ ederler; Recep ile Şaban’ı hayırlı kılmasını, kendilerini Ramazan’a eriştirmesini niyâz ederlerdi.
[4] Bu yüzden Ramazan’a yetişmek, değerlendirebilenler için bir bahtiyarlık vesilesidir.
Allah katında çok yüksek değeri olan oruç, aç kalmak suretiyle sadece şekilsel boyutuyla yerine getirilecek bir ibâdet değildir. İnsanın orucu tutması kadar, orucun da sahibini tutması gerekir. Mü’min aç kalmak suretiyle Rabb’in buyruğunu yerine getirmiş ve büyük bir özveri göstermiştir, ancak bu çabasını güzelliklerle bezemek ve taçlandırmak durumundadır. Bu sebeple aç kalmanın ötesine geçmesi icap eder. Nasıl ki, namaz kılan insanın bedeni yanında kalbini de dünyevî meşgalelerden soyutlayarak Allah’a yönelmesi ve edâ ettiği ibâdetin rûhî miracı olması için çabalaması gerekiyorsa, oruç ibâdetini îfâ ederken de dikkat etmesi gereken hususlar bulunmaktadır.
Kalp Boyutumuz
Malum olduğu üzere oruç, imsak vaktinden iftar zamanına kadar devam eden ve oldukça uzun bir süreyi kapsayan bir ibâdettir. Zamanının bu kadar uzun olması, gündelik işleri yaparken ibâdetin rûhundan uzaklaşmak için bir gerekçe değildir. Bu sebeple kişi, orucun kendisinden beklediklerini yerine getirmek durumundadır. Aynı durum hac ibâdeti için söz konusudur. Zira tavaf ve vakfeyi kuşatan uzun süreli bir ibadettir ve bu ibâdeti yerine getirirken dikkat edilmesi gereken şekilsel kurallar ile kalbî görevler vardır. Oruç da bunun gibidir. Kul saatlerce süren orucu bozacak eylemlerden elbette kaçınacaktır, ancak onun mânevî atmosferini gölgeleyecek söz ve davranışlardan da uzak duracaktır.
Bu sebeple mü’min bir taraftan Rabb’in emri olan açlığı çekerken diğer yandan yine Allah’ın yasaklamış olduğu gıybet, yalan, iftirâ ve mâlayâni ile dilini meşgul ederse, gözünü haramdan sakındırmazsa, Yaratan’ın huzûrunda aynı anda birbirine çelişik eylemler sergiliyor demektir. Bir taraftan Allah’ın çok önem verdiği ve nefis terbiyesinin en önemli araçlarından biri olan oruç ibâdetini yerine getirmekte, ama aynı anda Rabb’in buyruklarına karşı gelmektedir. Bu durumda söz konusu kişinin ibâdetini Allah’ın istediği gibi yerine getirdiğinden söz edilemez. Zira bir yandan sevap kazanmaya çalışırken diğer yandan günahlarını artırmaya çabalamaktadır. Böylesi bir çelişki her halde sadece insana mahsustur. Ancak Allahu Teâlâ’nın bu tür bir ibâdeti sadece aç kalınmak olarak değerlendirmesinden endişe etmek gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hususa işaret etmişlerdir:
“Kim yalanı ve onunla iş yapmayı bırakmazsa, (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.”[5]
“Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan susuzluk çekme ve açlıktan başka kazancı yoktur. Nice gece kalkıp nâfile ibâdet yapanlar vardır ki, bu kalkmasından ötürü uykusuzluktan başka kazancı yoktur.”[6]
“…Oruç bir kalkandır. Herhangi biriniz oruç tuttuğu zaman artık o kimse kötü söz ve fiil içine girmesin, düşmanlık -veya bağırma- da yapmasın…”[7]
“Oruç esasında yemekten-içmekten kesilmek değildir. Oruç, boş konuşmalardan ve çirkin sözlerden oruç tutmaktır. Bu sebeple bir kişi sana hakâret eder veya câhilâne bir davranış sergilerse ‘Ben oruçluyum.’ de.”[8]
Bu durum bize, orucun aç kalmakla sınırlı kalmadığını, ibâdetimizin içini mânevî olarak doldurmamız gerektiğini göstermektedir. Aksi takdirde, sadece aç kalmış, sermaye edinememiş biri olarak Allah’ın huzûruna varabiliriz.
Ramazanı Fırsat Bilmek
Ramazan insanın kendisini tazelemesi için çok özel bir fırsattır. Şöyle ki, mü’min beş vakit namaz kılmak suretiyle günün belli aralıklarında Rabb’inin huzûruna durmakta, onunla misâkını sürekli yenilemektedir. Bu sebeple namazların arasındaki süreçlerde eylemlerine, söylemlerine ve kalbinde gezinenlere dikkat etmelidir. Bir müddet sonra huzûruna duracağı yaratanına utanacağı bir işle varmamaya çalışmalıdır. Bu olmadığı takdirde, âyette belirtildiği üzere, namazlarından gâfil olanlar
[9] grubuna dâhil olması kaçınılmazdır. Zira günde beş vakit Allah’ın huzûruna durarak akdini tazeleyen ve bağlılığını yenileyen bir kulun, her defasında haramları işleyerek Rabb’in huzûruna durması çok büyük bir aymazlıktır. En hafifiyle Yaratan’ın büyüklüğünü idrâk edememektir.
İşte oruç, âlemlerin sahibiyle olan bağını her dem canlı tutan mü’minin çabasına bir destektir. Onun kulluğunu daha iyi bir noktaya taşımasına pozitif bir katkıdır. Kişi zaten hayatının her diliminde Allah ve Rasûlü’nün murat ettiği şekilde bir hayat sürmek durumundadır, ancak namaz gibi oruç da onun istikâmet üzere durmasına, imanını canlı ve zinde tutmasına yardımcı olur. Mü’min bu ibâdeti hakkıyla yerine getirdiğinde, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerinde müjdelemiş olduğu hususlara erişmiş ve bedenen îfâ ettiği ibâdeti kalben de edâ etmiş olur.
Unutmayalım ki, Hz. Peygamber (s.a.v.),
“Oruçlu ağzın (açlık) kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur…”[10] buyurmuşlardır. Hepimiz, ağız kokusunun ne olduğunu ve insanı nasıl tiksindirdiğini iyi biliriz. Ama Allah bu kokuyu en değerli koku yapmaktadır. Bu elbette büyük bir lütuftur. Ancak bu lütuf, aç kalmak yanında nefsini de köreltenler içindir. Ne mutlu o kişiye ki, orucuyla birlikte Rabb’inin diğer emirlerini de tutmaya gayret eder.
[1] Bkz. Muslim, Savm, 30, rakam: 164
[2] Bkz. 2/Bakara, 183.
[3] Buhârî, 1891.
[4] Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 9875.
[5] Buhârî, 1903.
[6] Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 2/144.
[7] Buhârî, 1904.
[8] Müstedrek, 1570.
[9] 107/Mâûn, 4-7.
[10] Buhârî, 1904.