ONULMAZ DERTLERİN DERMANI
Gönül kelimesi Türkçemize hastır¸ hiçbir dünya dilinde tam karşılığı ve benzeri yoktur. Yürek¸ kalp ve benzeri kavramlara rastlarız diğer dillerde ama ‘gönül’e tesadüf edemeyiz.
Gönül kelimesi Türkçemize hastır¸ hiçbir dünya dilinde tam karşılığı ve benzeri yoktur. Yürek¸ kalp ve benzeri kavramlara rastlarız diğer dillerde ama ‘gönül’e tesadüf edemeyiz.
Burası sadece bedenin merkezi değil¸ aynı zamanda ruhun¸ giderek dünyanın ve âlemlerin merkezidir. Yeryüzünde İlahî Merkez Kâbe¸ insanda kalptir.
İnsan (insan-ı hakiki¸ insan-ı kamil¸ Âdem-i hakiki¸ insan-ı kadim) âlemlerin kalbidir¸ merkezidir. Kalp de insanın merkezidir.
Gönül’de kalbi de aşan bir kullanım alanı vardır.
Oraya insanın maddî ve manevî varoluşunun tümü sığmakla kalmaz¸ Zat tecellisi de gerçekleşir.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi¸
“Her gönülün ayrı ayrı gizli bir mihmânı var
Ka’rına eller erişmez bir azîm ummânı var”
derken¸ küçük âlem olan insandaki manevî merkeze¸ gönle has gizli bir misafirin varolduğunu söylüyor.
Gönülde olup bitenlere¸ gönlün imkanlarına el yani kesb asla yetişemez.
İnsana kemal¸ kendi çabasıyla değil¸ bu çabayı da aşan bir lütuf ve ihsanla gelir.
Hiçbir kesb¸ lütfa yetişemez.
Burada kurbiyyet-akrebiyyet meselesi de söz konusudur.
Allah’a çaba ile yakınlaşmak¸ hakikate açık ve hazır hale gelmek mümkündür lakin hiçbir çaba¸ Allah’ın insanı Kendisine yakınlaştırması kadar yakınlaştıramaz.
Herkesin gönlünün gizli bir konuğu (sevgilisi¸ sahibi) vardır.
Bu¸ İbn Arabi’nin beyanı üzre¸ ‘neye talipsen o’sun’u da içermektedir.
İnsanın gönlü ne ile doluysa o kadardır ve neyi dilerse o’dur.
“Kem nazar kılmak yaraşmaz bende-i Rahmân’a kim
Her kulun kalbinde bin gencîne-i pinhânı var”
Birinci beyitle açılan sonsuz çığırda adım adım ilerliyor Hulûsi Efendi. Rahman’ın kuluna kem nazar kılmak yakışmaz¸ zira her kulun kalbinde gizli bir hazine var.
Görünüşe bakma¸ zahirde görünmez bu¸ dışa bakıp aldanma¸ her insanın gönlünde¸ ‘köle’ de olsa¸ O’nun kulu¸ O’nun kölesi olduğundan¸ O ise Gani-yi Mutlak olduğundan¸ sonsuz bir hazine gizlenmiştir.
O halde mana batında¸ sır içerde¸ hakikat özdedir.
Gencine kelimesi¸ bizim geleneksel irfanî edebiyatımızın en çok kullanılan ıstılahlarından biridir. Alvarlı hazretleri bir nefesinde
“Halidir ahval-i dilden hep kulûb-u vahiye
Sırr-ı Hakka ehl-i dil gencine-i pinhan olur”
der.
Hakk’ın sırrı¸ gönül ehlinin gizli hazinesidir. Bu sır olduğundan herkes bilemez ve göremez. Yüz gözüyle değil öz gözüyle¸ gönül gözüyle bilinir bu.
Keza¸ bir başka hâl ehli Salih Baba¸ bir şiirinde¸
“Gönlünde tulu’ etmeyicek şems-i hakikat
Kalbindeki gencine-i Rahman ele girmez”
der.
Hakikat güneşi gönüle doğmazsa¸ kalpteki Rahmanî hazine ele geçmez¸ belirmez ve ortaya çıkmaz.
Derviş Osman ise¸
“Gencine-i İlâhe gönül mahzen olalı¸
Osman! Huda-yı aşk ile viran olanlarız”
diyerek¸ Allah’ın hazinesi gönüle gireli¸ Osman¸ Allah aşkı ile viran olanlarız…
Hulûsi Efendi’nin de bir şiirinde¸ ‘viran olarak’ abad olmaktan söz edilir.
Gönüldeki dünya yıkılmadan¸ ahiret mamur olamaz.
Bir gönüle iki sevda sığmaz.
“Kiminin zâhirde dışı kara velî içi ak
Kimi ak yüz meğer içinde büyük isyânı var”
Nitekim sonraki bu beyit¸ bu manayı taçlandırır.
Kiminin dışı siyah içi beyazdır. Kiminin yüzü beyazdır fakat içinde büyük isyanı vardır.
Demek ki dışa bakarak iç anlaşılamaz. Çünkü Rahmanî hazine gizlidir. Hakk¸ kimde tecelli etmiş¸ sırrını kime vermiş¸ hangi kulun kalbini teşrif edip onu bir saray haline getirmiş bilinmez.
Bu¸ sırlanmaktır. İnsanların gözünden gizlenmek¸ gönül gözü açık olanlar dışında kimseye sırrını aşikar etmemektir.
“Kimi dost ne olduğun bilmez hemân sûzdur
Kiminin yarinin iydine bu cân kurbânı var”
Dost’u bilmek¸ O’nu tanımaktır. Buna irfan denir. Marifet¸ O’nu sıfat ve Esma’sından¸ giderek Zat’ından tanımaktır. Kamil’lerde Zat tecellisi olur. İrfan ve ilim O’nun Âlim sıfatından gelir. Ebu’l-Hasan Harakani hazretleri¸ ümmi bir zattı¸ şöyle diyordu : ‘Bana Kendi ilminden verdi¸ bu yüzden kimseye minnet etmedim.”
Hulûsi Efendi bu beytinde¸ Dost’u bilmenin o derin ve zengin anlamını ima etmekte¸ O’nu tanıyanın¸ Bediüzzaman’ın ifadesiyle¸ ‘zindanda dahi olsa saraylarda’ olacağını¸ tanımayanın ise saraylarda da olsa zindanda bulunacağını belirtmektedir.
Sûz kelimesi ile de¸ henüz pişmeden yanmak ve dolayısıyla yakmak kastedilmiş olabilir.
Kimisi¸ Dost’u tanımaz¸ O’nu bilmez¸ O’na hakkıyla tevekkül etmez¸ yok olur…Kimisi ise nefsini kurban eder ve bu onun bayramıdır.
İyd ve kurban ıstılahları Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin şiirlerinde çokça geçer.
Bu¸ geleneksel edebiyatımızda ve tasavvuf irfanında yer alan¸ nefsin kurban edilmesi¸ benliğin aradan kalkması¸ nefsin bir ayna haline gelmesi¸ O’nu göstermesi¸ sadece O’nu yansıtması ile ilgilidir. Kurban nefsin ölümüdür. Daha doğrusu¸ nefsin¸ kanını akıtarak¸ ‘ölmeden evvel ölmesi’¸ kendi benliğinde yok olup O’nun varlığında ebediyen diri kılınmasıdır.
“Kiminin taht-ı dilinde div ü şeytân eğleşir
Kimi izzetle oturtmuş bir ulu sultânı var”
Sonraki beyitte bu mana daha da genişletilir ve derinleştirilir. Kiminin gönlünün tahtında dev (peri) ve şeytan eğleşir¸ kimisinin ise gönül tahtına oturmuş yüce bir Sultan’ı vardır.
Gönül madem O’nun evidir¸ beytullahtır¸ insandaki manevî merkezdir. O halde tahtında o Yüce Sultan oturmalıdır.
Oysa insanların bazısının gönlünün tahtında şeytanlar¸ cinler ve şerirler oturmakta¸ fesat ve fücur bulunmakta¸ günah ve isyan egemen olmaktadır.
Div kelimesi¸ Divan edebiyatı’ndaki Div’le de ilgilidir. Div ve peri aynı zamanda mitolojik bir alanı da ima eder gibidir. Modern kültür¸ Eliade’nin dediği gibi mitolojik bir çöpyığını üretmiş ve insanların bilinçaltı mitik bir çöpyığınına dönüşmüştür.
Vahiy çekilmiş¸ yerini çerçöp¸ şeytan ve cin almıştır. Dolayısıyla Vahy’in sustuğu yerde nefis ve şeytan konuşur.
Beytullah olan gönülde Sahibi oturmazsa hiç şüphesiz orası bir mezbeleye dönüşecek¸ bir viranede cin ve periler nasıl barınıyorsa¸ orada da dev ve şeytanlar oturacaktır.
Osman Hulûsi Efendi¸ bu irşad edici nefesini şu beyitle bitirir:
“Sen yürü dil-dâr yoluna sür Hulûsi yüzünü
Hîç onulmaz dertlerin ol yârîde dermânı var”
Hulûsi¸ sen yürü git¸ yüzünü o gönül alan¸ gönül süsleyen¸ gönül bağışlayan¸ gönül sahibi olan¸ gönüllerin Sultanı olan’ın yoluna sür…İyileşmesi imkansız sanılan bütün dertlerin dermanı O’ndadır.
O¸ tek sığınaktır¸ Şafi O’dur¸ fiziksel ve manevî varlığı iyileştiren¸ kalbi güzelleştiren¸ insanı kemale erdiren¸ Kendisine layık ve ehil bir hâle getiren¸ bir tecellisi ile bütün varlığı ışıtan¸ varlığın vücudu Kendisine bağlı olan O’dur…Yoluna yüz sürülecek tek Varlık O’dur. O’nun dergâhının eşiğinden başka gidilecek bir yer yoktur.
Sadık YALSIZUÇANLAR
YazarHer ilim dalı ‘hoca-talebe’ münasebetinin zorunlu olduğu süreçlere şahitlik eder. Örneğin bir ustanın dizinin dibine oturmadan usta bir marangoz olunmayacağı gibi bir kimsenin alanında uzman bir hocan...
Yazar: Fatih ÇINAR
Sultan I. Ahmed, 18 Nisan 1590 günü Manisa’da doğdu. Babası Sultan III. Mehmed, annesi Handan Sultan’dır. Çok mükemmel bir tahsil gördü. Arapça ve Farsçayı mükemmel derecede konuşurdu. Ok atmak, kılıç...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Bir Türkçe sevdalısıyla¸ değerli Ahmet Turan Alkan hocayla¸ 'dil'in¸ 'iletişim' ortamlarının doğasına¸ imkânlarına ve sınırlarına ilişkin bir konuşma okuyacaksınız.Bir Türkçe sevdalısı...
Yazar: Sadık YALSIZUÇANLAR
Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi¸ görkemli eseri Divan'da şöyle der : "Sana matlûb sensin ey dil gayrı bir söz arama Sendedir ol görecek yüz taşradan yüz arama" İnsanın asıl dileği¸ aradığı¸ muhta...
Yazar: Sadık YALSIZUÇANLAR