Olmak ve Yolda İlerlemek İçin İlim Önce Gelir
Kur’ân, Peygamberimiz (s.a.v.)’in vahiy öncesi durumunu “İşte sana da buyruğumuzla Cebrâil'i gönderdik; sen Kitap nedir, iman nedir önceleri bilmezdin.”[1] şeklinde özetler. Ona ilk gelen vahiy ise “Yaratan Rabb’inin adıyla oku.”[2] emridir. Bu şu anlama gelir; insan önce neye nasıl inanacağını okuyup öğrenecek ki doğru bir şekilde imân edebilsin.
Yüce Allah ile vahiy yoluyla iletişim kurabilen bir insan olan Peygamberimiz (s.a.v.)’e yol haritası bu şekilde çizilmiştir. O önce okuyacak, öğrenecek, sonra da okuyup öğrendiklerinin gereğini yerine getirecektir. Nitekim ilk inen beş âyetlerin içerisinde “Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabb’in, en büyük kerem sahibidir.”[3] buyurularak “kalem”e vurgu yapılmıştır.
Yine ilk sıralarda inen bir sûrenin adı da Kalem Sûresi’dir ve sûrenin ilk âyetlerinde “Nûn; kalem ve onunla yazılanlara and olsun.”[4] buyurularak kalem ve yazıya dikkat çekilmiştir. Zaten hayat rehberimiz Kur’ân’ın bir adı da Kitap’tır. Zira o, hem sürekli okunan hem yazılarak koruma altına alınandır.
O, vahiy meleği Cebrâil’den Peygamberimiz’e okuyarak gelmiş, Peygamberimiz biz insanlığa onu okuyarak duyurmuş, yeryüzüne inen o kitap namazlarda, sohbetlerde, günlük hayatta sürekli ve en fazla okunan kitap olmuştur. Yine o, Levh-i Mahfûz/Kitâb-ı Meknûn denilen ilâhî arşivde yazılı bir kitap olarak muhâfaza edilmiş, sonra dünya seması Beytü’l-İzze denilen makama kitap olarak indirilmiş, ardından Peygamberimiz’in hayatında âyet âyet, sûre sûre yazıya geçirilerek zapt u rapt altına alınmış, değiştirilmek ve zâyî olmaktan itina ile korunmuştur. Bu yüzden dinimizde kitap ve okuma/okuma yazma son derece önemlidir.
Yukarıda söz konusu edilen ilk emirlerde muhatap Peygamberimiz, onun şahsında tüm ümmettir. Buna göre her Müslüman gücü nispetinde okuyup yazacak, dinini sağlam ve doğru bir biçimde öğrenecektir. Zira bu din, kitabî bilgiye dayanır. Kitabî bilgi ise, bid’at ve hurâfelerden en fazla korunan bilgidir.
Bu yüzden de ilk insan Hz. Âdem (a.s.), ilk peygamber olarak görevlendirilerek kendisine ilk kitap/suhuf (10 sayfa) verilmiştir. Aslında Hz. Âdem de diğer peygamberler gibi fetânet sahibi, son derece zeki kimselerdir. Nitekim “O, Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti.”[5] âyetinde belirtildiği üzere Yüce Allah’ın öğretiminden geçmiş ve meleklerle tâbî tutulduğu sınavda onları geçmiş bir kimsedir.
O, isteseydi, kendisine verilecek on sayfalık bilgiyi de zihninde tutabilirdi. Ama Yüce Allah, dinin kitabî bilgiye dayanması gerektiğini insanlığa göstermek için ve sonraki nesillere örnek olması için böyle yaptı ve ona on sayfalık kitabını indirdi.
Nihâyet son Peygamber’ine de benzer şekilde kitabını vahiyle indirdi, o kendisine inen bilgileri zihninde tuttu. Ancak sonraki kuşaklar için inen âyetler Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatında yazıya geçirildi. Nitekim bir âyette Peygamber (s.a.v.)’in bu temel görevi şöyle açıklanır: “Yazı bilmez ümmî kimseler arasından, kendilerine âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Onlar, daha önce, şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[6] Âyette “âyetleri okuyan, onları arındıran, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten peygamber.” ifadesi oldukça dikkat çekicidir.
Demek ki peygamber, insanlığa âyetleri okuyacak, Kitabı ve hikmeti yani onun açıklamasını insanlığa öğreterek onları câhiliye karanlıklarından aydınlığa çıkaracak, şirk isyân kirlerinden onları arındıracaktır. Nitekim o da öyle yapmıştır. Kitabın ilk muhatabı olarak kendisine indirilen âyetleri insanlığa okumuş, onların nasıl anlaşılacağını açıklamış, nasıl hayata geçirileceğini bizâtihî yaşayarak hayatında göstermiş ve bu şekilde vazifesini yerine getirmiştir.
Bu dünyadan ayrılıp giderken de size “İki şey emânet ediyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece sapıtmazsınız.” buyurarak onlara Kitap ve Sünneti emânet etmiştir.
Ümmete düşen de bu emânetlere sımsıkı sarılmak, onları okuyup anlamak ve gereğini yapmaktır. Kim hangi alanda yetişmek ve kendini geliştirmek istiyorsa Kitap ve Sünnet ışığında yoluna devam etmelidir. İyi bir kul, iyi bir ilim adamı, iyi bir zühd adamı, iyi bir ticaret erbâbı, iyi bir sanatkâr, iyi bir Müslüman olmak isteyen kimse için takip edilecek yol yöntem budur.
Zaten seviyesi, konumu, mesleği ne olursa olsun her Müslümanın temel dinî bilgiler başta olmak üzere, kendisini ilgilendiren konularda dinin hükümlerini bilmesi, ilmihâl/içerisinde bulunulan hâlin ilmi olup kişinin bizzat kendisine farzdır. Sözgelimi, namazın nasıl kılınacağını öğrenmek her mükellef Müslümana farz olduğu gibi, zekâtın kimlere, ne zaman, ne ölçüde, nasıl verileceğini bilmek zengin Müslümana farzdır. Kişinin hacca gideceği zaman haccın nasıl yapılacağını öğrenmesi farz olduğu gibi, bir iş yeri açacak, bir iş kuracak olan kimsenin yapacağı işle ilgili dinin hükümlerini öğrenmesi öncelikli olarak farzdır.
Doğru, zamanında ve yerinde bir ibâdet için de önce yapılacak ibâdetlerin öğrenilmesi gerekir. Ardından hangi alanda yaşantımızı sürdürüyorsak o alana dair dinin hükümlerini öğrenmemiz gerekir. Onun için hayat kitabımız, “Ölen kimse, apaçık belge üzere ölsün, yaşayan da apaçık belge üzere yaşasın.”[7] buyurur. Böyle olsun ki hiç kimsenin hesap gününde ileri süreceği bir mazereti kalmasın. Demek ki gerçek mü’min, neyi nasıl yapacağını bilen ve bilinçli olarak işini yapan kimsedir.
Bu ilkeler bütün Müslümanlar için geçerlidir. Her Müslüman öncelikle temel dinî bilgileri, doğru bir şekilde, ehlinden ve kaynağından öğrenmelidir. Bu gelenek bizim ilim geleneğimizde de kendisini göstermiştir. İlim adamlarımız, önce dinî ilimlerde kendilerini yetiştirmişler, sonra diğer alanlara yönelmişlerdir.
Dinî ilimlerde behresi olan âlimlerimiz de önce Kitap-Sünnete dair kaynaklarda otorite olmuşlar, sonra diğer alanlara yönelmişlerdir. Örnek verecek olursak; İmam Kuşeyrî, önce zâhirî ilim geleneğine göre bir tefsir yazmış, ardından sûfî tefsiri Letâifü’l-İşârât’ını kaleme almıştır.
Mevlânâ, kırk yıl kadar medresede ilim öğrenme ve öğretmekle meşgul olmuş daha sonra tasavvufa meylederek Mesnevî’sini kaleme almıştır. Yunus Emre, dergâha yönelmeden önce dinî ilimleri tahsil etmiş ve kadılık makamına kadar çıkıp vazife yaptıktan sonra şiirleriyle gönülleri yapmaya başlamıştır.
Pek çok Osmanlı paşası, aynı zamanda dinî ilimlerde behresi olan kimselerdir. Bir fikir vermesi açısından birkaç örnekle yetiniyoruz:
Ahmed Cevdet Paşa (1823-1895), Kısâs-ı Enbiyâ (2 cilt), Mecelle, Târih-i Cevdet (12 cilt) gibi ölümsüz eserleri veren büyük bir devlet adamı, bir paşadır. O aynı zamanda iyi bir hukukçu, iyi bir tarihçi, çok yönlü bir şahsiyettir. Onun Hulâsatü’l-Beyân adlı Kur’ân’ın kitaplaşmasını incelediği Arapça bir eseri de vardır. Eser A. Osman Yüksel tarafından Muhtasar Kur’ân Tarihi adıyla tercüme edilip yayınlanmıştır. (1985)[8]
Giritli Sırrı Paşa (1844-1895) tefsir sahibi bir kişidir. Kendisi Osmanlı devlet adamı, edib, şair ve âlim bir kişidir. Pek çok üst düzey devlet görevlerinde bulunması yanında başarılı bir şair ve iyi bir hattattır. Onun Sırr-ı Kur’ân adlı eseri, büyük tefsir imamı Râzî’nin tefsir mukaddimesi, istiâze, besmele ve Fâtiha Sûresi tefsirlerinin özetidir.
Yine onun Ahsenü’l-Kasas isimli eseri Yusuf Sûresi tefsirine dairdir. Ayrıca Furkân, İnsan ve Meryem Sûrelerinin tefsirine dair de müstakil eserleri vardır. Paşa’nın Kelam, Dinler-Mezhepler Tarihi, Mantık ve Edebiyat ilimlerine dair de pek çok eseri vardır.[9] Onlar, o bereketli ömürlerine hem paşalık başta olmak üzere devlet görevlerini sığdırmış, hem de bu eserleri sığdırmışlardır. Ya da bütün bu çalışmaları onların sınırlı ömürlerini bereketlendirmiştir.
Gazî Ahmet Muhtâr Paşa (1839-1919) tefsiri olan bir şahsiyettir. Kendisi seksen yıllık ömrünün elli beş yılını fiilen devlete hizmetle geçirmiştir. Balkanlardan Yemen’e, Girit’ten Mısır’a ve Doğu Anadolu’ya kadar pek çok önemli merkezde üst düzey görevlerde bulunmuş, pek çok cephede savaşlara katılıp herkese nasip olmayan gazilik unvanını almış ve Sadrazamlık makamına kadar yükselmiş bir şahsiyettir.
Bütün bunların yanında o, Astronomi ve Matematik ilmine dair eserler yazmış ve nihâyet Serâiru’l-Kur’ân adlı eserinde Kur’ân’ın astronomiye dair âyetlerini, bilimsel veriler ışığında incelemiştir. Onun bu eseri Arapça’ya çevrilmiş, Ali Turgut Hoca tarafından da Yaratılış ve Ötesi sadeleştirilerek dilimizde yayınlanmıştır. (1989)[10]
Düzenli bir medrese-mektep tahsili görmeden Ümmî olarak irşâd görevini yapan kimseler de aslında temel dinî ilimleri bir şekilde almışlardır. Nitekim onların irşâd makamına oturduklarında yaptıkları sohbetlerden, söyledikleri şiirlerden bu durum anlaşılmaktadır.
Zira ilimsiz, kâmil mü’min olunmaz, bilmeden Rabb’in rızasına erilmez. Onun için Peygamberimiz, “Ben sizin en fazla Allah’tan sakınanızım, zira ben sizin Allah’ı en iyi tanıyanınızım.” buyurmuştur. Tanımak için okumak, bilmek lâzımdır. Onun için bu yol ilim irfan yoludur. İlim ve marifet hayat sınavında ilerleyen insan için iki ayak yahut iki kanattır. Yürümek koşmak isteyenin de bunlara ihtiyacı vardır; coşmak ve uçmak isteyenin de. Vesselâm.
[1] 42/Şûrâ, 52.
[2] 96/Alak, 1.
[3] 96/Alak, 3-5.
[4] 68/Kalem, 1-2.
[5] 2/Bakara, 31.
[6] 62/Cuma, 2.
[7] 8/Enfâl, 42.
[8] Bkz. Y. Halaçoğlu-M. Akif Aydın, Cevdet Paşa, VII, 443-450.
[9] Bkz. Cemal Kurnaz, Sırrı Paşa, DİA, XXXVII, 127-129.
[10] Bkz. Rifat Uçarol, Gazî Ahmed Muhtar Paşa, DİA, XIII, 445-448.
Ali AKPINAR
YazarOsmanlı’nın, Birinci Dünya Savaşı’nda müttefiklerine yardım amacıyla asker gönderdiği cephelerden biri de Galiçya idi. Bu cephede Mehmetçiklerimiz Ruslara karşı sayısız kahramanlık destanları yazdılar...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Bugün "İstanbul" adıyla andığımız ve bağrımıza bastığımız Konstantinopolis, İmparator Constantinus (Konstantin) tarafından milâdın dördüncü asrında kurulmuştur. O günden bugüne köprülerin altından ne ...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Kur’ân’ın bir adı da Nûr’dur. Zira o, her şeyin, ışığı/aydınlığın yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Allah’ın kelâmıdır. O, gönülleri, beyinleri ve insanların yolunu aydınlatan hidâyet rehberi, dosdoğru y...
Yazar: Ali AKPINAR
Çanakkale Batı’nın ölüm kustuğu yerdi,Medenî silahlara Mehmetçik göğüs gerdi,Kudurmuş canavara şehadet dersi verdi.Arşa çıkan canların yoludur Çanakkale,Şehidin cennetteki gülüdür Çanakkale.Çanakkale ...
Şair: Yusuf DURSUN