NİĞBOLU HARBİ’NDEN ANKARA MUHAREBESİ’NE YILDIRIM BÂYEZÎD
Osmanlı Devleti birbirinden kıymetli padişahlar tarafından idare edilerek cihana adalet dağıtan bir dünya devleti olmuştur. Bu padişahlardan biri de I. Bâyezîd (Yıldırım Bâyezîd)’dir.
Yıldırım Bâyezîd, 1360 senesinde Bursa’da dünyaya gelmiştir. Babası Sultan I. Murad (Murâd-ı Hüdâvendigâr), annesi Gülçiçek Hatun’dur. O, I. Murad’ın büyük oğludur. Osmanlı’nın dördüncü padişahıdır. Çok önemli âlimlerden din ve fen eğitimi almıştır. Bunlar arasında Bursa Kadısı Koca Mahmud’u, Kazasker Çandarlı Halil’i ve Karamanlı Molla Rüstem’i sayabiliriz. Yine mümtaz komutanlardan askerî eğitim tahsil etmiştir. Germiyanoğlu Süleyman Çelebi’nin kızı Sultan Hatun’la evlenmiştir. 1381 senesinde devlet yönetimini öğrenmesi için Kütahya’ya vali olarak gönderilmiştir. Yani şehzadelik dönemi bu şehirde geçmiştir. 1389’dan 1403 yılına kadar 14 sene hükümdarlık yapmıştır. 1389’da yapılan Birinci Kosova Savaşı’na katılarak bu savaşta büyük kahramanlıklar göstermiştir. Bu savaşta babası şehadet mertebesine erişince kendisi tahta çıkmıştır. Sırp Kralı Lazar’ın oğlu Etiye, Yıldırım Bâyezîd tarafından Sırbistan tahtına çıkarılmış ve Sırbistan, Osmanlı Devleti’ne bağlı bir devlet hâline gelmiştir.
Birçok kahramanlıklar gösteren Yıldırım Bâyezîd’in yuvarlak yüzlü, beyaz tenli, koç burunlu, elâ gözlü, kumral saçlı, sık sakallı ve geniş omuzlu olduğu rivayet edilir.
Hızlı, cesur, gözü pek ve savaşkan bir insan olduğu için kendisine “Yıldırım” lakabı takılmıştır. O, adil ve olgun bir padişahtı. Âlimlere sonsuz bir saygısı ve sevgisi vardı. Onların sohbetlerinden büyük keyif alırdı. Cömertlik konusunda parmakla gösterilecek bir şahsiyetti. Muhtaçlara yardım etme konusunda hassastı. Allah dostlarını dost kabul eder, aksi düşünenleri düşman sayardı. Allah korkusu ileri düzeydeydi. Dindar bir insandı. Şüpheli şeylerden hep sakınırdı. Çok yiğit bir devlet adamı ve bahadır şahsiyetti. Cuma günleri fakirlere sadaka dağıtmayı âdet edinmişti. Azimli, kararlı ve irade sahibi bir insandı. Parlak bir zekâya ve güçlü bir hafızaya sahipti. Çevik, atılgan ve soğukkanlı bir kişiydi. Verdiği kararlarda geri adım atmazdı.
Niğbolu Aslanı: Yıldırım Bâyezîd
Osmanlılar, I. Murad’ın şehit olduğu I. Kosova Savaşı’nı kazandıktan sonra Avrupalıların gözünü iyice korkutmuştu. Bu korkuyu iliklerine kadar yaşayan devletlerin başında Macaristan geliyordu. Bu devlet, başına gelecekleri az çok tahmin ediyordu.
Macar Kralı Sigismund, Niğbolu’da yeniçerilerden yediği darbenin etkisiyle, Osmanlı Ordusu’yla tek başına mücadelenin mümkün olmadığına inanmıştı. Son günlerini yaşayan Bizans bütün Avrupa’dan imdat istiyor, özellikle Kral Sigismund’dan yardım dileniyordu.
Kral Sigismund’un ısrarcı girişimleri sonucunda, başta Macaristan olmak üzere, Lehistan (Polonya), İngiltere, Almanya, Fransa, Venedik, Kastilya, Aragon Krallığı, Rodos Şövalyeleri, Papalık, Eflak Prensliği, Töton Şövalyeleri, Norveç Krallığı, İskoçya ve küçük İtalyan devletleri ile Bizans dâhil olmak üzere, güçleriyle orantılı olarak hazırladıkları ordularla aynı amaç uğruna bir kez daha birleştiler.
25 Eylül 1396’da Yıldırım Bâyezîd komutasındaki Osmanlı Ordusu’nu, hiç beklemedikleri bir anda karşılarında gören Haçlılar derhal silah başı yapıp harp nizamı aldılar. Savaşın başlaması ve iki ordunun birbirine girmesiyle Osmanlıların üstünlüğü görülmeye başlandı. Özellikle Yeniçeriler hilâl gibi açılıp aralarına aldıklarını yok ediyorlardı. Durumu gören Haçlıların birçoğu yılgınlığa düşmüş birçoğu da geri çekilmeye başlamıştı. Savaş sonucunda Yıldırım Bâyezîd öncülüğündeki Osmanlılar Haçlılara karşı tarihimizin en büyük zaferi olan Niğbolu Savaşı’nı kesin bir zaferle kazandı. Bu zafer bir çeşit dönüm noktası oldu.
Osmanlılar Tarafından Yapılan İlk İstanbul Kuşatmasının Mimarı
Sırp İmparatoru Yoannes’in oğlu Manuel, Karaman Seferi’nde Yıldırım Bâyezîd’le birlikte bulunmuştu. Manuel, Bursa’ya geldikten sonra izinsiz bir şekilde İstanbul’a gitmişti. Bu olay üzerine, Yıldırım Bâyezîd bu gidişin gizli bir gayesi olduğunu düşünerek, daha önceden planlanmış Macaristan Seferi’ni iptal etmiş ve İstanbul’u kuşatma kararı almıştı.
1391 yılında İstanbul karadan ve denizden kuşatılmıştı. Büyük ve kuvvetli toplar olmadığından, kuşatma abluka niteliğinde olmuştu. Macarların Türk topraklarına girmesiyle de kuşatma kaldırılmıştı. Bu kuşatma Osmanlılar tarafından yapılan ilk İstanbul kuşatmasıdır.
Boş durmayan Macarlar kuzeyden Osmanlı topraklarına girmişlerdi. Üzerlerine gönderilen Türk Akıncıları, Kral Sigismund komutasındaki Macar Ordusu’nu yendiler (1392). Tuna-Eflak Seferi’nden dönüldüğünde Selanik ve çevresi de Osmanlı topraklarına katıldı (1394).
Yıldırım Bâyezîd 1395 yılında İstanbul’u ikinci kez kuşattı. Fakat Haçlıların harekete geçtiğini haber alınca bu kuşatma da birincisi gibi başarıya ulaşmadan kaldırıldı.
İlk ve Son Kez Bir Osmanlı Padişahının Esir Düştüğü Savaş: Ankara Savaşı
Timur, Cengiz İmparatorluğu’nu yeniden kurmak amacıyla faaliyetlere başlamıştı. İran’ı almış, Hindistan’a seferler düzenlemişti. Azerbaycan ve Bağdat Emirleri korkularından Yıldırım Bâyezîd’e sığındılar. Timur, Emirleri geri istediyse de, Yıldırım Bâyezîd bunu reddetti ve bu olaydan dolayı Timur ile Yıldırım Bâyezîd’in araları açıldı. Anadolu’ya giren ve Sivas’ı yağmalayan Timur, seçkin askerlerden oluşan ordusuyla Anadolu’da ilerlemeye devam etti. Osmanlı Ordusu da harekete geçti. İki ordu 20 Temmuz 1402’de Ankara’da Çubuk Ovası’nda karşılaştılar. Yapılan Ankara Savaşı’nda Yıldırım’ın kuvvetlerinden olan Kara Tatarların, Timur tarafına geçmesi Osmanlı Ordusu’nun dağılmasına neden oldu.
Yıldırım Bâyezîd, Timur’a esir düştü. Bu savaş Osmanlı Devleti’nin 50 yıl kadar duraklamasına neden oldu. Anadolu Türk birliği dağıldı ve Anadolu’daki beylikler tekrar ortaya çıkarak güçlendi. Başsız kalan Osmanlı Devleti’nde karışıklıklar başladı. Osmanlı Devleti’nin dört ayrı bölgesinde, şehzadeler tarafından dört ayrı devlet ilân edildi. Bursa, İznik ve İzmit, Timur tarafından yağmalanıp yakıldı, İzmir işgal edildi. 1402’den 1413’e kadar sürecek olan bu iktidar boşluğu ve taht mücadeleleri dönemine “Fetret Devri” adı verildi.
Harp ve Zaferler İçin Doğmuş Bir Yiğit Adam
Osmanlı tahtında kaldığı 14 yıllık süre içerisinde hayatı hep mücadele içerisinde geçen Yıldırım Bâyezîd güçlü bir karakterdi. Düşmanlarına bile adaletle hükmederdi. Kendine olan özgüveni tamdı. Hile ve haksızlığı savaşta bile kabul etmezdi. Haçlıların adeta korkulu rüyasıydı. Tarihçi Yavuz Bahadıroğlu’nun bu konuda yazdıkları bir hayli manidardır:
“Yıldırım Bâyezîd’in İstanbul’u 2. kez kuşatması (1395), tekmil Avrupa’yı harekete geçirmiş, Papa’nın önderliğinde yeni bir Haçlı Ordusu kurulup Niğbolu Kalesi kuşatılmıştı. Yıldırım Padişah, lâkabına yaraşır bir hızla yetişti. Böyle bir hızlı geliş beklemeyen Haçlıları Niğbolu Kalesi önünde ağır bir bozguna uğrattı (25 Eylül 1396). Esir alınan Avrupalı asilzadeler (ki, aralarında Fransa Kralı VI. Şarl’ın dayısı Comt de Never, tüm Avrupa’ya nam salmış meşhur “Korkusuz Jan”, “Güzel Filip” olarak tanınan Filip de Bar ve Avrupa’nın neredeyse tüm namlı şövalyeleri vardır) Yıldırım Bâyezîd Han’ın huzuruna getirildiler.
Bâyezîd Han, Never Kontu Korkusuz Jan’ı elleri bağlı görünce, kükredi: “Çözün!” Çözdüler. Yanına oturttu: “Kusura bakmayın, kim olduğunuzu bilmediklerinden bu hatayı yaptılar.” Sonra gülümseyerek sordu: “Size iyi baktılar mı Kont?” Kont gördüğü muameleden memnundu. Osmanlı topraklarında esir olarak kaldığı müddetçe, misafir muamelesi gördüğünü söyleyerek Padişah’a teşekkür etti. Fakat bundan ötesini merak ediyordu: Hâlleri ne olacaktı? “Sizi bağışladık!” dedi Padişah, “Artık vatanınıza dönebilirsiniz.”
Padişahın sözleri tercüme edilince, Korkusuz Jan ne diyeceğini şaşırdı. Padişahın ellerine sarıldı: “Hayatımı bağışlama büyüklüğünü gösterdiniz, teşekkür ederim. Size şerefim üzerine yemin ediyorum ki, bir daha asla Osmanlı’ya kılıç çekmeyeceğim.” Yıldırım şu karşılığı verdi: “Hayır Jan, yeminini şimdi sana iade ediyorum. Vatanına döndüğün zaman benimle yine savaşmak istersen, bütün Avrupa hükümdarlarını ittifaka davet edebilirsin. Ne kadar fazla müttefik ve ne kadar büyük bir ordu toplayabilirsen, bana şan kazanmak için o kadar fırsat vermiş olursun. Beni harp meydanında daima karşında bulacağına emin ol. Çünkü ben harp ve zaferler için doğmuş bir adamım. Benden ileride bulunmak arzusuna kapılanlar daima benden geride kalacaklardır.”
İmar Çalışmaları
Yıldırım Bâyezîd Osmanlı topraklarının her tarafında cami, mescit, darüşşifa, medrese, imâret ve misafirhaneler yaptırdı. Ayrıca bütün bu imârethaneler için geniş vakıflar kurdurdu. Bursa’daki Ulu Camii yaptığı en önemli eserdir. Memleketin imarıyla da meşgul olan Yıldırım Bâyezîd, özellikle Bursa’da İslâm mimarisini ebediyen yaşatacak camiler, külliyeler ve medreseler yaptırdı. Timurtaş Paşa adına bir camii, Mudurnu Yıldırım Camii, Bergama Ulu Camii ve Bursa Ulu Camii o dönemde yapılmış önemli mimarî eserlerdendi. Yıldırım Bâyezîd ayrıca 1396 yılında İstanbul’un fethi için bir aşama olan Anadoluhisarı’nı yaptırdı. Bursa Yıldırım Darüşşifası ve Bursa Yıldırım Sağlık Ocağı Osmanlı İmparatorluğu’nda sağlık alanında yapılan ilk eserlerdi. Bursa Yıldırım Medresesi’ni de inşa ettiren Yıldırım Bâyezîd, Bursa’nın ilim adamlarının merkezi olmasını sağladı. “Emir Sultan” adıyla şöhret bulmuş olan Emir Buharî o dönem payitaht olan Bursa’ya gelmiş olan ilim adamlarından birisidir. Öte yandan Yıldırım Bâyezîd’in kızı Hundi Fâtıma Sultan, Emir Sultan’la evlenmiştir.
Yıldırım Bâyezîd’in Esareti ve Vefatı
Güzide bir cengâver olan Sultan Bâyezîd, Ankara Savaşı sırasında sağ olarak ele geçirildikten sonra Timur’un çadırına götürüldü. Bütün tarihî kaynaklarda, Timur’un Yıldırım Bâyezîd’i iyi karşıladığı belirtilmektedir. Timur ve tümenleri Bursa ve İznik’i ve sonra İzmir’i ele geçirmişler; talan edip yakıp yıkmışlardır. Timur bu seferlerinde ve Anadolu’da bulunduğu sıralarda Bâyezîd’ı devamlı olarak yakınında tutup ayrılmasına izin vermemiştir.
Bir zamanlar heybetiyle bütün cihanı titreten Bâyezîd’in esaret yılları onun ruhunda tedavisi mümkün olmayan yaralar açmıştır. Hayatı savaş ve mücadelelerle geçen Yıldırım Bâyezîd, 8 Mart 1403 tarihinde 43 yaşındayken Akşehir’de esir hâlde vefat etmiştir. Ölüm sebebi tarihçiler arasında ihtilaflıdır. İbn Arabşah’a göre eceliyle ölmüşken, bazı kaynaklara göre stres ve aşırı üzüntü sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Bazı kaynaklarda da ilerleyen romatizma ve bronşit yüzünden öldüğü söylenirken, bir kısım tarihçilere göre de zehirlenmiştir. Allah rahmet eylesin...