NİDEYDİM ÂLEMİ
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri¸ tasavvufî düşüncesiyle hep gönüllere hitap etmiştir. Sâliklere yol gösteren mürşid kimliğiyle şiiri insanları doğruyola götürmekte bir araç olarak kullanmıştır. Üzerinde duracağımız "olaydım yâr" redifli gazeli de Dîvân'ındaki bu seslenişin güzel örneklerinden birisidir. Gazelin tamamında hissedilen Sevgili'nin¸ kavramlar ve maddeler üstü gerçek bir Sevgili' olduğu anlaşılmaktadır.
Ediplerin yegâne gâyesi kimi zaman yalnızca sanatlı söz söylemek olmuştur. Ancak tasavvuf ehli olan ediplerin şiire¸ söz söyleme gayesinin dışında daha yüce gayeler yüklediklerini görürüz. Necip Fazıl gibi kimi şairler söz söylemeyi ancak bir çelik çomak' olarak görmüşler. Ve asıl gâyenin gerçek sevgiliyi anlatmak olduğunu ifade etmişlerdir. Canı bir kenara koyan Hak ehli kimselerin bütün gâyesi ise Cânân olmuş ve hep ona kavuşmanın yollarını aramışlardır.
Kurbânın Olaydım Yâr
N'ideydim âlemi âlemde hayrânın olaydım yâr
N'ideydim âdemi âdemde kurbânın olaydım yâr
( Ey ) Yâr ne yapayım âlemi¸ (bu) âlemde (senin) hayrânın olaydım (bana yeter)¸ ( Ey ) Yâr ne yapayım âdemoğlunu (onlar içinde) senin kurbânın olaydım ( bana yeter).
Âlem¸ sözlüklerde dünya¸ cihan¸ kâinat anlamlarıyla kullanılır. Ancak tasavvufî mânâda Allah'ın yaratmış olduğu herşeydir.[1] Bu nedenle dünya¸ klasik Türk edebiyatında âşık açısından¸ fânî ve yalan oluşu sebebiyle itibar edilmemesi gereken yer olarak ifade edilir.[2] Hulûsi Efendi âlemi¸ Allah tarafından yaratılmış ve seyriyle gönüllerde O'na duyulan hayranlığı arttıracak bir mekân olarak algılamıştır. İlk beyitte bizlere seyr-i sülûkdaki önemli iki aşama anlatılmaktadır. Birinci basamak cemâl seyri ile hayran olmak¸ ikinci basamak mazhar olduğu bu cemâl seyri neticesinde varlığından tecerrüd ederek fâni olmaktır.[3] İlk mısrada ifade edilen hayranlığı¸ ikinci mısrada kurban olmak şeklinde kendini feda etme sûretiyle bir adım öteye taşır. Zaten şiir boyunca bir âhenk unsuru olarak kullanılan "N'ideydim" ifadesi¸ Allah'dan gayrı herşeye gönlü kapalı bir Hak dostunun samimi yakarışıdır.
"Kurbân olmak" ifadesi kendini fedâ etme biçiminde düşünüldüğü zaman¸ bizleri Hz. İbrahim'in Hz. İsmâil'i kurban etmesi olayına götürür. Çünkü Hz. İsmâil de nefsinden fedâkârlık ederek tereddüt etmeden bıçağın altına yatabilmiştir. Hulûsi Efendi'de insanlar içinde kendini Yâr için fedâ edebilecek bir insan olmayı ister. Böylece sevgili için fedâkarlığın sınırlarını Hz. İsmâil'in teslimiyetiyle birleştirir.
Sana Seyrân Olaydım Yâr
N'ideydim hûr u gılmânı n'ideydim bâğ-ı Rıdvânı
N'ideydim başka seyrânı sana seyrân olaydım yâr
(Ey) Yâr ne yapayım hûri ve gılmanı¸ ne yapayım Rıdvân Cennetini¸ ne yapayım başka (şeylerin) seyrini seni seyretseydim (bana yeter).
Beyitte ifade edilen huri¸ gılman ve Rıdvan bahçesi cennet ile ilgili ifadelerdir. Hulûsi Efendi cennet ile ilgili varlıkları söyleyerek bütün bunların Allah'ı seyretmekden daha değerli olmadığını ifade etmiştir. Çünkü bir hadisde cennette Allah'ın mü'minler ile görüşeceği "Adn Cennetindeki¸ mü'minlerin Allah'la görüşmelerine Allah'ın mübarek yüzündeki Kibriyâ örtüsünden başka hiçbir şey engel olmaz "[4] şeklinde ifade edilmiştir. Hulûsi Efendi söyleyişini bu hadise dayandırarak oradaki Cemâlullâh seyrinin herşeyin üstünde olduğunu ifade eder.
Hulûsi Efendi'nin söyleyişi akıllarımıza Yunus Emre'nin "Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri/ İsteyene ver sen anı bana seni gerek seni"[5] şiirini getirmektedir. İki ifadeyi alt alta koyduğunuzda tasavvuf ehlinin cennette bile yalnızca vuslat-ı yâr ile meşgul olmak istedikleri görülmektedir.
Sana Mihmân Olaydım Yâr
N'ideydim devlet-i câhı n'ideydim izzet-i şâhı
N'ideydim mihr ile mâhı sana mihmân olaydım yâr
(Ey) Yâr ne yapayım makamın yüceliğini¸ ne yapayım padişahlığın izzetini¸ ne yapayım ay ile güneşi (yalnızca) sana dost olsaydım (bana yeter).
Bir önceki beyitte cenneti bile Allah'ın seyrinin karşısında önemsemediğini ifade eden Hulûsi Efendi¸ bu beyitte sevgiliyle dost olmayı dünya saltanına ve hatta ayın ve güneşin hakimiyetine bile değişmeyeceğini ifade ediyor.
İkinci mısrada ayın ve güneşin hakimiyeti meselesi bizi çok farklı yerlere götürmektedir. Hulûsi Efendi (k.s.) Allah'ın dostu olmak yolunda Hz. Muhammed (s.a.v.)'in sadakatini kendinde örnek aldığını söylemektedir. Samimi bir mü'minin ulaşmak istediği yegâne makam ise zaten Hz. Muhammed (s.a.v.)'in yaşantısıyla göstermiş olduğu çizgidir. Ay ve güneşin hakimiyetine karşılık Allah'ın dostluğunu seçmek bize Hz. Muhammed (s.a.v.)'in yaşantısından bir kesiti hatırlatmaktadır. Mekke'de tebliğe ilk başladığı sırada Mekke müşrikleri Hz. Muhammed (s.a.v.)'in yanına gelerek¸ davasından vazgeçmesi karşılığında her istediğini ve hatta Mekke'nin hakimi olmasını teklif ederler. Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ise "Sağ elime güneşi¸ sol elime ayı koysanız yine de davâmdan vazgeçmem." dediği ifade edilmektedir. Hulûsi Efendi kendine çizmiş olduğu çizgide Allah'a dost olma yolunda Hz. Muhammed (s.a.v.)'i rehber aldığını ifade etmek istemiştir.
N'ideydim yâr u ağyârı n'ideydim bülbül-i zârı
N'ideydim gül ü gül-zârı sana giryân olaydım yâr
(Ey) Yâr ne yapayım yâri ağyârı¸ ne yapayım inleyen bülbülü¸ ne yapayım gülü gül bahçesini¸ (senin için) gözyaşı dökseydim (bana yeter).
Hulusi Efendi beyitte dünyadaki gerçek sevgiliyi de işin içine katarak anlamı kuvvetlendirmiştir. Ehl-i aşk için amaç her zaman gerçek sevgilidir. Gerçek sevgilinin dışındaki bütün sevgiler fânîdir. Beyitte inleyen bülbül¸ gül ve gül bahçesinden söz edilmektedir. Gül' ifadesiyle bir çok çağrışım yapılabileceği gibi¸ burada asıl ifade edilmek istenen dünyadaki sevgilidir. Gül bahçesi ise yaşadığı muhiti ifade etmektedir. İnleyen bülbül ise sevgili için âh u efgân eden âşıklardır. Hulûsi Efendi bütün bu dünyalık aşk hengâmesinden öte samimi bir mü'min olarak Allah için gözyaşı dökmenin öneminden bahsetmektedir.
Ayrıca gönül gözü¸ maddî gözün göremediği esmâ tecellîlerini görür¸ hayrân olur¸ ilâhî güzelliğe duyduğu özlemle hüzne gark olarak maddî gözden yaş akıtır.[6] İkinci mısrada dünyalık olan sevgilerden geçen ve gerçek sevgiliyi temâşâ eden Hulusi Efendi'nin giryan olmak istemesi bu nedenledir.
N'ideydim yârın olsaydım n'ideydim varın olsaydım
N'ideydim zârın olsaydım sana nâlân olaydım yâr
(Ey) Yâr ne yapayım yârın olsaydım¸ ne yapayım varın olsaydım¸ ne yapayım zarın olsaydım¸ sana nâlân olsaydım (bana yeter).
Kul her zaman Allah'ı ister. Ancak Allah'ın da kulu istemesi önemlidir. Beyitde Ben senden râzıyım¸ Sende benden râzı ol' söyleyişinin bir başka şekliyle karşılaşırız. Âşık¸ Allah için var olmanın¸ yâr olmanın¸ zâr olmanın çok ötesinde bir şey istemektedir. O'nun için nâlân olmak. O'nun yolunda gece gündüz gözyaşı döken âh u efgân eden olmak ister.
N'ideydim zülf-i leylâyı n'ideydim çeşm-i şehlâyı
N'ideydim başka sevdâyı sana sûzân olaydım yâr
(Ey) Yâr ne yapayım Leylâ'nın zülfünü¸ ne yapayım şehlâ bakışlı gözleri¸ ne yapayım başka sevdâları¸ (senin aşkınla) yansaydım (bana yeter).
Hulûsi Efendi beyte¸ sevgiliye ait güzellik unsurlarını sayarak başlamıştır. Böylece dünyalık sevgililerin hiçbir husûsiyetinde gözü olmadığını¸ asıl meselesinin gerçek sevgili olan Allah'ın aşkıyla yanmak olduğunu anlatmıştır. Ayrıca beyitte zülf ve leylâ kelimelerinin aynı terkib içinde kullanılması önemlidir. Leylâ'nın kelime anlamı karanlık gecedir. Klasik Türk edebiyatında saç da her zaman siyah olarak hayâl edilir. Aynı zamanda saç tasavvufta kesreti ifade etmektedir.[7] İki siyah unsurun yanyana getirilmesi bizlere kesretin yoğunluğunu ifade etmektedir. Sâlikin kalbi kesret¸ ya da mâsivâ demek olan saça dolandıkça vahdete ulaşması zorlaşır.[8] Hulusi Efendi vahdet yolundan uzaklaştıran bütün mâsivâya gönlünün kapalı olduğunu vurgulamıştır.
N'ideydim şânına lâyık Hulûsî'n olmasa âşık
N'ideydim olmayı ayık sana mestân olaydım yâr
(Ey) Yâr ne yapayım Hulûsi'n senin şânına lâyık âşık olmasa¸ ne yapayım ayık olmayı¸ (senin aşkınla) sarhoş olaydım (bana yeter).
Hulûsi Efendi âşık olsa bile sevgilinin şânına lâyık âşık olamamaktan korkmaktadır. Ayrıca Hulûsi'n' ifadesiyle liyâkati vurgulamaktadır. Hulûsi Efendi aşk âleminde mest olmayı istemektedir. Zaten bu durum seyr-i sülûkda bir makamın karşılığıdır. Beyitte dikkat edilmesi gereken bir diğer husus âşığın mestlik makamında olması. Çünkü âşık ancak mest olunca gerçek âşıklık makamına ermiş demektir. "Mest olmak" gönlün ilâhî aşkla kuşatılıp başka hiçbir varlığa nazarını çevirip bakmaması hâline denir.[9] Gönül aşk şarabıyla sarhoş olunca artık hayret makamına varmış demektir. Ve bu makama varan kişinin gözü Zât-ı Ulûhiyetten başka birşey görmez. Artık son beyitte en yüce makama erişmeyi arzulamaktadır. Adeta nefsin yedi makamı gibi Hulusi Efendi de yedi beyitli bu gazelinde aşkın yedi makamına dikkatlerimizi çekmek ister. Ve her makamda N'ideyim' ifadesiyle Allah'dan gayrı herşeyden vazgeçtiğini ifade etmek istemiştir. Allah bes gayri heves
Kaynakça
İskender Pala¸ Ansiklopedik Divan şiiri Sözlüğü¸ L&M Yayınları¸ 2002¸ İstanbul
Cemâl Kurnaz¸ Hayâli Bey Divânı Tahlili¸ Kurgan Edebiyat Yayınları¸ 2012¸ Ankara
Mahmut Kaplan¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Divânında Gönül ve Aşka Dair¸ Nasihat Yayınları¸ 2012¸ Ankara
Sahîh-i Buhârî¸ Kitabu't-Tevhîd
Burhan Toprak¸ Yunus Emre Divanı¸ İstanbul¸ 2006
[1] Pala İskender¸ Ansiklopedik Divan şiiri Sözlüğü¸ âlem maddesi¸ L&M Yayınları¸ 2002¸ İstanbul
[2] Kurnaz Cemal¸ Hayâli Bey Divânı Tahlili¸ Kurgan Edebiyat Yayınları¸ 2012¸ Ankara¸ s.82
[3] Kaplan Mahmut¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Divânında Gönül ve Aşka Dair¸ Nasihat Yayınları¸ 2012¸ Ankara¸ s.112
[4] Sahîh-i Buhârî¸ Kitabu't-Tevhid¸ "Vucuhun Yevmeizin Nazire" bölümü¸ c.4¸ s.191; Sahih-i Müslim¸ Kitabu'l-İman¸ "İsbâtu Ru'yeti'l-Mü'minîn Fi'l-Ahireti Rabbehum" bölümü¸ hadis: 296.
[5] Toprak Burhan¸ Yunus Emre Divanı¸ İstanbul¸ 2006¸ s.18
[6] Kaplan Mahmut¸ a.g.e. s.50
[7] Kurnaz Cemal¸ a.g.e. s.
[8] Kaplan Mahmut¸ a.g.e. s.51
[9] Kaplan Mahmut¸ a.g.e. s.64
Hüseyin ALPSOY
YazarAşığın gönlü hep yaralıdır. Bu kıyafetinden yaralı sinesi de zaten rahatlıkla görülebilmektedir. Âşığın gönlündeki yaralar iki şekildedir¸ şerha şeklinde elif' ve göz göz olmuş he'....
Yazar: Hüseyin ALPSOY
Şerefimiz, şanımız var Biz ne büyük bir milletiz Al bayrakta kanımız var Biz ne büyük bir milletiz Üç kıtada at koşturduk Akarsuları coşturduk Dağlar, tepeler aştırdık B...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Millî şairlerimizden Orhan Şaik Gökyay’ın “Bu Vatan Kimin” adlı şiirinden iki dörtlükle yazımıza başlayalım. Bu vatan toprağın kara bağrında Sıradağlar gibi duranlarındır, Bir tarih boyunca onun ...
Yazar: Sırrı ER
Redif¸ Divan şiirinin önemli bir tarafını oluşturarak¸ gazelin bütününde ses ve âhenk bakımından birlik oluşturduğu gibi¸ şiirin anlamına da önemli oranda katkı sağlamaktadır. Redifi...
Yazar: Hüseyin ALPSOY