NEFSİ ALLAH MUHABBETİYLE TERBİYE ETMEK
Somuncu Baba Diyor ki: “Hadiste, sâlikin zâtı, sıfatı ve fiilleriyle Allah’ta fenâ olduğunda, Hayy ve Kayyûm olan Allah'ın zâtı vesilesiyle gerçek anlamda var oluşunun gerçekleşeceğine işaret vardır. Her kim bütün söz, fiil, hal, zât ve sıfatlarından soyutlanarak Allah'ın zikrinde fenâ (yok) olursa, Allahu Teâlâ, kaldırabileceği miktardaki fiil, sıfat ve zâtının tecellîleriyle onu ihyâ eder." Hadisin Yorumu Allah biz Müslümanlardan sadece bir şey istemekte ve istediği bu şey bütün hayatımızı kontrol altına almaktadır. “O da onun rızâsına göre yaşamak.” İnsan, hayatını bu doğrultuda şekillendirdiği zaman, yapacağı veya kaçınacağı her şeyin başında Allah rızâsı olacağından dolayı, Allah’ın muradına uygun bir hayat sürmeye başlar. Hatta buna dikkat etmesi neticesinde Allah’ın rızâsının canlı örneği olur. Hz. Peygamber (s.a.v.) nasıl ki Kur’an’ın canlı tefsiri idiyse, bir insan da Allah’ın buyruklarına göre hayatını samîmî bir şekilde düzenlediğinde, kulluğun nasıl yaşanması gerektiğinin canlı örneği olur. Böyle olduğunda ise etrafındaki insanlar üzerinde çok müsbet bir etki bırakır ve onu tanıyanlar konuşmasından hareketlerine varıncaya kadar yaşantısından etkilenirler. Bu bir anlamda Allah’ın lütfunun kulu üzerinde tecellîsidir. Lâkin bunun arka planında kulun çabası vardır. Nitekim iki hadîs-i kudsîde Hz. Peygamber (s.a.v.), Rabb’imizin kullardan talebini yansıtırken şöyle buyurur: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım şeyleri edâ etmesidir. Kulum bana nâfile ibâdetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himâyeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü’min kulumun rûhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüde düşmedim. O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."[1] "Allahu Teâlâ Hazretleri diyor ki: ‘Ben, kulumun benim hakkımda yaptığı zanna göreyim. O, beni zikretti mi onunla beraberim. Eğer o beni nefsinde zikrederse ben de onu, onunkinden daha hayırlı bir cemâat içerisinde zikrederim. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira’[2] yaklaşırım, o bana bir zira' yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim."[3] Bu hadisler bize şunu göstermektedir: Kul, Allah rızâsına uygun yaşadığında her hareket ve konuşması rızây-i Bârî’ye uygun gerçekleşir. Bu olduğunda ise etrafını etkilemeye başlar. Çünkü Allah’ın rızâsının tecellileri, üzerinde görülmeye başlamıştır. Sözü Eylemle Desteklemek Allah Rasûlü’nün insanları İslâm’a kazandırmasında yaşantısının ve konuşmasının ne kadar etkili olduğunu göz önünde bulunduracak olursak, yazının başındaki hadisi çok daha iyi anlarız. Malum olduğu üzere, Hz. Peygamber (s.a.v.), insanlara inen âyetleri birer birer dağıtıp, “Buna göre yaşayacaksınız.” diyerek kenara çekilmiyordu. İnen buyrukların hayata nasıl geçirileceğini ve nasıl Müslümanca bir yaşam sergileneceğini fiili olarak gösteriyordu. Dolayısıyla bir metin olan Kur’an âyetleri yanında bu âyetlerin hayatta nasıl karşılık bulacağı da önem arz etmekteydi. İşte Hz. Peygamber (s.a.v.) bu noktada devreye girmekteydi. Çoğu okur-yazar olmayan Arabistan coğrafyası insanları da, kutlu elçi ve etrafındaki güzel insanların yaşantıları ile konuşmalarına bakarak İslâm’ın nasıl bir insan yetiştirdiğini görüyorlardı. Gördükleri örneklerden etkilenmek suretiyle de güzel insan olmanın yolunu öğreniyorlardı. Bu durum söz yanında eylemin de ne kadar önemli olduğunu bizlere göstermektedir. Çünkü insanlara güzellikleri ve İslâm’ın değerlerini ne kadar anlatırsanız anlatın, eğer bunları kendi yaşantınızda uygulamazsanız, tatlı dilli de olsanız anlattıklarınızdan sizi dinleyenlerin etkilenmesini bekleyemeyiz. Çünkü kendisi tatbik etmeyen kimsenin konuşmaları boş konuşmalardır. Hatta doğruyu bile anlatsa, karşıdakinin kızgınlığına sebebiyet verir. Çünkü dinleyen ilk önce anlatanın hayatında tatbik etmesini bekler. Hz. Peygamber ile etrafındaki arkadaşlarının başarılarının ardında yatan temel sebep işte budur. Bugün İslâm’ın insanlara anlatılamamasındaki başarısızlığımızın sebebi de budur. Çünkü son dinin güzelliklerinden ne kadar bahsederseniz bahsedin, pratikte anlattıklarınızın karşılığı yoksa bundan kimse etkilenmez. İslâm dünyasının içler acısı durumu bu yüzden İslâm’ın anlatılmasına fayda sağlamamakta, tam tersine yüce dinin önündeki en büyük engel olarak durmaktadır. Çağımız fıkıh bilginlerinden Yûsuf Karadâvî hocanın sözü ne kadar da yerindedir: “Bizim davranışlarımız nedeniyle İslâm’a çok haksızlık edilmekte. Lâkin şüphe yok ki İslâm, Müslümanlar için delildir. Müslümanlar İslâm için delil olamaz.” Bu söz hakikattir ancak insanlar dinden önce o dini yaşayanlara bakmaktadırlar. Ayrıca insanlara İslâm anlatılmmakta, Müslümanların durumu yansıtılmaktadır. Bu da hakikatin ayrıca kendisidir. Emevîler zamanı valilerinden olan ve 701 yılında vefat eden Muhelleb b. Ebî Sufra ne güzel demişti: “Saygın insanın aklının dilinden önde olması hoşuma gider. Dilinin aklından önde olduğunu görmek hoşuma gitmez.” O nedenle eylemi sözün önüne koymak gerekir. İnsanın Nefsinden Kopması Gerek Rabb’imiz ve gerekse son Peygamberi bizleri her zaman nefsimizin zebûnu olmaktan kurtulmaya davet etmektedir. İnsan onun tasallutundan ne kadar uzaklaşırsa, Allah’ın ve Rasûlü’nün buyruklarına o kadar çok itâat etmekte ve istikâmete girmektedir. Bunun yolu da başta şehvet, gadap, hırs ve haset olmak üzere bizleri kendisine köle yapan kötü hasletlerimizden uzaklaşmaya çabalamamız ve Rabbânî sıfatlarla bezenmeye gayret etmemizdir. Kul kötü vasıflardan uzaklaştıkça yerlerine güzel hasletler gelecek ve Müslümanın ahlâkı ve yaşantısı her gün daha iyiye gidecektir. İşte o zaman Hayy ve Kayyûm olan Yaratıcı’nın varlığını daha derinden hissedecek ve O’nun için yaşamaya çabalayacaktır. Dindarlığın Gösterişten İhlâsa Dönmesi Bu hadisin bize öğrettiği önemli bir husus daha bulunmaktadır. O da, kulluğun Allah için yapılmasıdır. Bu sebeple, insan şeklen ibâdeti ne kadar düzgün yerine getirirse getirsin, içini rûhuyla bezemedikten sonra bunun kıymeti yoktur. Asıl olan mü’minin kendisini ibâdete vermesidir. Allah katında kulluğa değer kazandıran da budur. Mısırlı yazar ve düşünür Ömer Abdulkâfî’nin dediği gibi: “Abdest alırken genç ol ve dinamik bir şekilde abdest al. Namazını kılarken pîr-i fânî ol ve sâkin bir şekilde edâ et. Duâ ederken de ısrarla isteyip duran ve gözyaşı döken küçük çocuk ol.” Dolayısıyla her ibâdetin içini kendisine has özelliklerle doldurmaya gayret etmemiz icap eder. Nitekim Anadolu’muzda da buna benzer sözler söylenmiştir: “Abdestte deli gibi, namazda ölü gibi…”, “Abdest kuş gibi, namaz kış gibi...” Rasûl Bizi Bekliyor Ka’ka’ b. Hâbis adlı bir zâta denir ki: “Bizi cennete şevklendirecek bir şey söyler misin?” Cevap verir: “Orada Hz. Peygamber (s.a.v.) var.” Bu ne kadar hârika bir sözdür. Rasûl’ü sevdiğini ve yolundan gitmek istediğini söylüyorsun! Rasûl ise cennettedir. Cennete girmenin ve ona kavuşmanın yolu da bellidir. Büyük bilgin ve sûfî İbnu’l-Cevzî şöyle demişti: “Şunu bilmelisin: Rahata rahatlıkla erişilmez. Yüksek hedeflere gevşeklikle ulaşılmaz. Eken biçer. Gayret gösteren de aradığını bulur.”[4] Unutmamak gerekir ki, güzel ölüm illâ da mescidde veya Kur’an okurken ölmek değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) ile Hz. Ebu Bekir yatakta öldüler. Güzel ölüm, güzel bir insan olarak ölmektir. Bunun yolu ise güzel yaşamaktan geçer. O yüzden yapacağımız en temel iş, şu âyeti zâlim nefsimize hâkim kılmaktır: “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.”[5] [1] Buhârî, 6502. [2] Dirsekle parmak ucu arasındaki mesafe. [3] Buhârî, 7405. [4] İbnu’l-Cevzî, Mevâiz, s. 57. [5] 13/Ra’d, 28.
Enbiya YILDIRIM
Yazarİslam edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatında da devlet büyüklerinin, din büyüklerinin, âlim ve şairlerin mektuplarının yer aldığı eserlere münşeât ya da mektûbât denir. Devlet adamlarının, şair...
Yazar: Nihat ÖZTOPRAK
İnsan ne kadar büyük bir servete sahip olursa olsun, isteklerinin bittiğini söylemek mümkün değil. “Dünyada artık elde etmek istediğim bir nimet kalmadı, gönlümden geçen her şeyi yaptım.” diyenler bil...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Afrika’dan, Viyana’ya uzandık Kuru ekmek yedik, yok idi katık Tarih boyu bizler, neler yaşadık? Biz bize yeteriz, haydi Türkiye’m! Dününe sâhip çık, şahlan Türkiye’m.! Kötü sö...
Şair: Hanifi KARA
“Gönlümüz şûh-ı sitemkârâna mihmân-hânedir Âşıkânın bezl-i cân etmekliği cânânadır.” Hulûsî-i Dârendevî Tasavvufî anlayışın en önemli kavramı gönüldür. Durum madem b...
Yazar: Mustafa ÖZÇELİK