Nefse Hâkim Olup Mağrur Olmamak
Tasavvufta nefis; maddî arzuların, şehvetlerin, günahların ve kötülüklerin barındığı bir alan olarak görülür. Bu dünyevî arzu en tehlikeli olanı, mutasavvıflar tarafından makam sevgisi olarak nitelenir. Nefisle mücâdele eden kişi, onu zayıflatarak öldürerek rûhunu mânevî bilgi ve derinlikle besler.
Ancak nefsin arzularına boyun eğen kişi, rûhunu kötü huylarla kirletir. Tasavvufta, nefis kötü eğilimleri ve düşük arzuları temsil eder. Nefsin, insanı kötülüğe sürüklediği Kur’ân’da sıkça vurgulanır. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi “Nasihat Gazeli”nin ikinci beytinde şöyle buyurur:
Nefsin hevâsı ile mağrûr olup aldanma
Yüzüne bassın kadem her ayağın yolu ol
(Nefsin arzusuna uyarak, kibir ile gururlanıp aldanmayasın. Sen tevâzu sahibi ol ki, varsın ayaklar yüzüne bassın, sen her ayağın yolu ol. )
Nefis, sahibini aşırı isteklere sürükleyerek genellikle kötü amaçlar doğrultusunda kullanır. Allah’ın koruması altında olan ve mânevî yükselişe erişen nefisler ise bu tuzaklara düşmezler. Nefis, insanı doğruluk maskesi altında yanıltmaya çalışır ve bu tuzaklar yüzünden birçok günah işlenir.
İnsanların nefislerini ilâh gibi görmeleri ve zulmetmeleri, nefsin bu özelliğinden kaynaklanır. Kur’ân’a göre, nefis şeytanla işbirliği yaparak insanı günaha sürükler, ancak şeytan âhirette nefisle yaptığı anlaşmayı bozarak onu yalnız bırakır. Hulûsi Efendi bir beytinde şöyle söyler:
Gönül nefsine hâkim oluban eyle zafer peydâ
Ziyâsı kalbi rûşen kılmağa et bir kamer peydâ
Nakşbendiyye Tarikatı, boş zamanları olan insanların, nefsinin tuzaklarından ve çeşitli olumsuz alışkanlıklardan korunması için tevbe, istiğfar, zikir, tefekkür, nâfile namazlar gibi faaliyetlerle meşgûl olmayı önerir. Bu sayede nefsi kontrol altına almayı ve kalbi muhâfaza etmeyi sağlamak için müşâhede etme pratiğine “murâkabe” adını verir.
Dervişlik, tasavvufî yaşamı deneyimleyerek öğrenme sürecidir. Bir derviş, öncelikle kendi iç dünyasında çalkantılar yaşar. Dervişlik yolunda, kişi nefsine değer vermez, onu kendi hâline bırakmaz ve arzularına teslim olmaz. İslâm’ın öğretileriyle nefsini aydınlatır ve ona hükmetmek için sıkı bir kontrol uygular.
Nefsinin istekleriyle mücâdele eder, sürekli olarak nefsiyle hesaplaşır ve onu gözlem altında tutar. Kişinin kendisiyle yüzleşmesi, kusurlarını kabul etmesi ve onları düzeltmesi zorlu bir süreçtir. Parlak ortamları seven ve kendini göstermeyi seven nefis, yalnızlık ve kendine bakma sürecinden hoşlanmaz.
Hulûsi Efendi bu beytinde, kişinin kendini yetiştirecek bir mürşidi bulmanın ne kadar önemli bir görev olduğunu hatırlatır. Hulûsi Efendi, gönle seslenerek kişinin başarılı olması için nefsiyle mücâdele etmesi, onun isteklerine boyun eğmemesi ve onun üzerinde hâkimiyet kurması gerektiğini vurgular.
Aydınlık ve rehberlik sunacak bir mürşidi bulmaya davet eder. Mürşidin, gönülleri aydınlatıp nurlandırdığı gibi, ayın karanlık geceleri aydınlatması gibi, karanlık gönülleri aydınlatır. Dünyada hak ile bâtıl arasındaki mücâdele, iyilik ve kötülük arasındaki çatışma ve imân ile küfür arasındaki savaş kesintisiz devam eder.
Hak davasına gönül verenler, iyilik yolunda ilerleyenler ve imanlarını güçlendirenler, sadece nefislerine hâkim olanlar, onun düşük arzularına direnenler ve iradelerini iyiliğe yönlendirenlerdir. Osman Hulûsi Efendi’ye göre, kötülüklerin kaynağı olan ve insanı en aşağılık derecelere indiren nefisle mücâdele etmek ve ona hoşgörü göstermemek, tasavvufî düşüncede en büyük mücâdele olarak kabul edilir.
Gerçek mücâhid, kendi nefsiyle savaşan kişidir. Bu, geleneksel, bilinen savaştan daha zorlu bir süreç olarak kabul edilmiştir, çünkü “Cihâd-ı ekber” olarak nitelenen, hadis-i şerifin işaret ettiği gibi nefisle mücâdele etmek, bilinen savaştan daha zordur. İnsanın nefsi, Hakk’ın emir ve yasaklarına uyma zorluğundan kaçınarak genellikle dünyevî hazlara yönelir.
Bu, insanın geçici dünya nimetlerine ve eğlencelere kapılıp gerçek amacını unutmasına neden olur. Modern çağın insanı, bu aldatmacaya kolayca kapılarak küçük bir varlık olarak yaratıldığını unutur ve kibirli bir tutum sergileyerek kendisini büyük görmeye başlar. Böylece insan kendine kötülük ettiği gibi çevresine büyük zararlar verir. İnsan, nefsinin arzularını genellikle Hakk’ın uyarılarına ve vicdanın sesine rağmen takip etme eğilimindedir.
Hevâ ve hevesine kapılan insanlar, genellikle haramlara meylederler ve dünya hayatının câzibesine kapılırlar. Ancak Kur’ân’da bu konuyla ilgili açık uyarılar bulunmaktadır ve insanları bu tuzağa düşmekten korur. Ancak insanlar, bu uyarıları görmezden gelerek hevâ ve heveslerinin esiri olmaya devam etmişlerdir. Bu durum, insanları Allah’ın yolundan saptırarak dalâletin karanlık dehlizlerine sürüklemiştir. Ancak hâlâ ibret alacak mısınız, diye Kur’ân’da belirtilen uyarılar, insanları doğru yola eriştirmek için verilmiştir.
İnsan, sadece gurur ve kibirden arınarak insanlığa hizmet ederek yükselir. Açıkladığımız beyitte geçen “mağrûr” ifadesi gururun sıfatıdır. Gurur, kelime anlamı olarak “bâtıl şey” manasındaki “gâr” kelimesinin çoğulu olarak ileri sürülmüş olsa da genel kabul gören görüşe göre tekil bir kelimedir.
Gurur, insanın mânevî ve ahlâkî değerden yoksun olan dünyevî aldatmaların câzibesine düşerek onlarla kendini avutması demektir. Garûr ise aynı kökten türeyen bir kelime olup, aldatıcı ve kandırıcı anlamındadır. Şeytan, dünya ve genel anlamda insanoğlunu gaflet tuzağına düşüren ve yanıltan şeyleri ifade emektedir.
Elindeki makam veya mevki ile mağrûr bir şekilde başkalarına hükmetmeye çalışan veya emrindeki kişilere kibirle, hatta zâlimlikle davranan bir insan, sonunda yaptıklarından pişmanlık duyar. Bu nedenle kendini bilen büyükler, hâkimlik yerine hizmetçiliği tercih etmişlerdir. Bu noktada akla Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Han gelir.
Bir fetih sonrası adına hutbe okunurken, “Haremeyn-i Şerifeyn’in Hâkimi” dendiğini duyduğunda hemen düzelterek, “Hayır! Hâkimü’l-Haremeyn değil, Hâdimü’l-Haremeyn! Ben sadece oraların hizmetçisi olurum.” demiştir. İşte Hulûsi Efendi’nin, örnek yaşamı ve yazılarıyla insanlara verdiği tavsiye de budur. Yani başkalarına kibir ve gurur yerine hizmet etmek, yardım etmek; onların maddî ve mânevî ihtiyaçları için elinden geleni yapmak, ideal insanın karakterini oluşturur.
Oğuzhan AYDIN
Yazar17.yüzyıl şairlerinden Nâ’ilî’nin biyografisi, kendi Dîvân'ından elde edilen bazı verilere dayanır. Şairin hayatı hakkındaki bilgiler kısıtlıdır ve adı devrin önemli olayları içinde geçmemektedir. Şii...
Yazar: Hamit DEMİR
- Turgut Özal Bey’in 1983 yılında Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi ile görüşmesinin şâhidisiniz. Bu hâtırayı sizin kelâmınızdan dinleyebilir miyiz? Evren, Özal’dan hem ekonomik konularda istifâde ediyor,...
Yazar: Musa TEKTAŞ
1. Her gönülün ayrı ayrı gizli bir mihmânı varKa‘rına eller erişmez bir azîm ummânı var2. Kem nazar kılmak yaraşmaz bende-i Rahmân’a kimHer kulun kalbinde bin gencîne-i pinhânı var3. Kiminin zâhirde d...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
Yahya Kemâl Beyatlı, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en önemli isimlerinden biridir. Eski Türk şiirini ve Divan edebiyatını derinlemesine bilen, ancak şiiri sade bir dille ve yeni bir biçimde sürdürme...
Yazar: Oğuzhan AYDIN