NECİP FAZIL'I ÜSTAD YAPAN UNSURLAR
Hiç şüphesiz ki¸ Necip Fazıl’ı ölümünün 24 üncü yılında dahi unutturmayan ve her yıl kapsamlı olarak anılmasına vesile olan tek unsur yürekten inandığı İslâm davasıdır.
Hiç şüphesiz ki¸ Necip Fazıl’ı ölümünün 24 üncü yılında dahi unutturmayan ve her yıl kapsamlı olarak anılmasına vesile olan tek unsur yürekten inandığı İslâm davasıdır. Elbette ki¸ onu ölümsüzleştiren tek başına inancı değildir. Onun ismini ölümsüz yaparak yıldızlaştıran aksiyoner mücadeleci ruh yapısının yanı sıra¸ adını edebiyat tarihine altın harflerle yazdıran şair¸ yazar ve mütefekkir kişiliğinin de önemi çok büyüktür.
Ancak bütün bu unsurları toplayıp bir maden gibi işleyerek¸ bütün haline getiren ve onu bataklıktan alarak yıldızlaştıran¸ yine kendi ifadesiyle “kurtarıcım” dediği büyük mürşit Seyyid Abdulhakim Arvasi hazretleridir. Zira onu tanımadan önceki Necip Fazıl’la¸ onu tanıdıktan sonraki Necip Fazıl arasında çok büyük bir fark vardır. Kısakürek Abdulhakim Arvasi’yi tanımadan önce de şair ve yazardı. Yine mücadeleci bir yapıya sahipti ve nüfus kağıdında İslâm yazıyordu. Ama onda eksik olan bir şey vardı. Bütün bunları harekete geçirecek olan ruh. İşte ona o ruhu veren ve içindeki madenlerle birleştirip yoğuran¸ onu dava ve çile adamı yapan büyük mürşit Abdulhakim Arvasi hocadır. Onu tanımadan önce sıradan bir şairken¸ zirveleşen ve zirveleştikten sonra da eski yazdığı şiirleri reddedecek kadar olgunlaşan büyük dava adamı Necip Fazıl’ı diğer ünlü edebiyatçılardan ayıran özelliği¸ şöhretin zirvesindeyken kendisini var eden ruhu inkar etmeden yücelterek söylediği “ben bu rütbelerin en yükseği içinde O’nun ümmetlik liyakatının en alçak ferdi olarak¸ o mukaddes eşiğin süpürücüsüyüm” sözleridir. İşte Necip Fazıl’ı sevenlerinin gözünde büyüten¸ o ihtişamlı ismine rağmen¸ büyük bir tevazu örneğiyle kendisini inandığı davanın süpürgeciliğine layık görmesi ve nefsini o ulvi gayenin peşinde giden üç ayaklı bir köpek gibi görüp ezmesidir.
Necip Fazıl denince akla “Çile” gelir. Çile şiir kitabının adı olduğu kadar¸ kendi hayatının ve yaşayışının¸ inandığı dava uğrunda çırpınışlarının da bir yansımasıdır. Yani üstad¸ yalnızca edebiyatçı değil¸ aynı zamanda kendisine acının ve ızdırabın her çeşidini tattıran ve yegane hayat nizamı olan İslâm’a duyduğu aşk ve bu uğurdaki fikir ve düşüncelerini hayata geçirmek için mücadele veren bir dava adamıdır. Ömrünün çoğunu hapishanede geçiren ve bunu da “Zindandan Mehmet’e Mektup” la şiirleştiren Necip Fazıl¸ eğer sırf yazdıkları için çile çeken bir edebiyatçı olsaydı¸ bugün bütün edebiyatçıların ve şairlerin hapiste olması gerekirdi. Nazım Hikmet de şairdi ve inandığı düşünceler için kendi memleketini terk edecek kadar belirli bir ideolojinin adamıydı. Tevfik Fikret’in edebiyatçılığını da küçümsememek gerek. Ama onların hiçbiri de kendisinden çile ve dava adamı sıfatıyla bahsettirememiş¸ aksine savundukları fikirleri yüzünden fosilleşmişlerdir.
Necip Fazıl¸ gerçekleri haykırmaktan hiçbir zaman yılmayan¸ onuncu köyden de kovulsa yine bildiğini yazan ve söyleyen bir düşünce insanıydı. Üstad¸ savunduğu fikirleri tarihî olaylardan örnekler vererek besleyecek derecede de geniş bir tarih bilgisine sahipti. O¸ çoğu kez çarpıtılan ve saptırılan tarihimizi tüm gerçekliği ile ortaya koymuş¸ bu yüzden de hakkında soruşturmalar ve savcılık takipleri açılmıştır. “Ulu Hakan II. Abdülhamit Han” ve “Vahidüddin” kitapları onu onuncu köyden de kovduracak niteliktedir.
İşte Necip Fazıl’ı Üstad yapan başlıca unsurlar bunlardır ve onu bu yönleriyle tanıyıp anlamak gerekir. Onun gibi aksiyoner mücadeleci bir ruh yapısına sahip değilsek de¸ en azından onun davasına sahip çıkma erdemliliğini göstermemiz gerekir. Savunduğu fikirleri ve istediği gençliği yetiştirmek için çaba harcamalı¸ onun verdiği mücadelenin onda birini olsun vermeliyiz. Ama maalesef¸ bugünki gençlik onu tam manası ile anlayamamış ve onun Gençliğe Hitabesinde seslendiği gençlik olabilme vasıfları yakalayamamıştır. Daha doğrusu o dinamik motorize güce sahip bir gençlik olamamışlardır.
Üstad’ı anlamak ve onun dava şuuruna sahip olmak¸ yalnız onu yakından tanıyanların meselesi de olmamalıdır. Onun davası¸ onu seven¸ onun fikrini savunan herkesin yapması gereken ve daima ilerilere götürülecek bir bayrak olmalıdır.
Ümit Fehmi SORGUNLU
YazarSultan I. Abdülhamid’in yedinci kadınefendisi ve II. Mahmud'un annesidir. Eski hayatı ve Osmanlı Sarayı’ndaki yaşantısı hakkında çok sağlam ve tatmin edici bir bilgi yoktur. Kafkas kökenli olması muht...
Yazar: Zühal ÇOLAK
Sahabiye medresesinin köşeyi döner dönmez karşılaştık. Sarılıp öpüştük. Bir iki hoşbeş¸ hal hatırdan sonra birlikte yürümeye başladık. Gidecek bir yerim olmadığı için onun istikâmetinde ayak uydurdum...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU
zun ve yorucu bir günün ardından gelen¸ esintili bir yaz akşamıydı. Uzun ve yorucu bir günün ardından gelen¸ esintili bir yaz akşamıydı. Açık duran pencereden içeri süzülen lodos rüzgârı¸ kadının karş...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU
Eskimeye yüz tutmuş¸ gıcırdayan kapılardan içeri giriyoruz. Pis bir rutubet kokusu genzimize doluyor. Yarı karanlık odada onu arıyorum. Köşede beton zeminin üzerinde tahta bir sedir var. Boylu boyunca...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU