'NE BİLSİN DERT ZEVKİN DERDE DERMAN OLMAMIŞ GÖNLÜM'
Dert¸ bir ayrılık¸ bir hicran hikâyesidir.
Hz. Mevlâna’nın ‘şikayet’ine konu olan firaktır.
Dert¸ bir ayrılık¸ bir hicran hikâyesidir.
Hz. Mevlâna’nın ‘şikayet’ine konu olan firaktır.
İnsanın asli yurdundan ve ait olduğu bütünden ayrılıp uzak düşmesidir.
‘Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib’ diyen şair¸ parçanın bütüne olan iştiyakındaki acının ağırlığından kurtulmak istemez.
Aşk derdi¸ bülbülün güle temennasıdır.
Gülün dikeninin içini kanatması karşısında duyduğu o tarif edilemez huzur ve saadettir.
Bunu¸ modern bir zihin¸ örneğin bir psikiyatri¸ mazoşizmden başlayarak bir dolu hastalıklı önermelerle açıklamaya çalışır. Neden Doğu insanı kendisine eziyet edilmesini sever¸ acıyı yüceltir¸ ıstırabı fetiş haline getirir vs vs.
Parça¸ bütünden ayrılmıştır¸ seven sevilenden uzaklara savrulmuştur ve asıl dert¸ ruhun tene tutuklanmasıdır. Bendeniz¸ bu hicranlı öykünün içinden geçen bir ruhun acılarını değerli görmesini ve onlara müptela olmasını modernlerin aksine bir sağlık işareti hatta sağlığın ta kendisi olarak görmekten yanayım. Nitekim Ebu’l-Hasan Harakani şöyle buyurmuştur :
‘Civanmertlerin öğle yemeği (baharı) nedir?’ sorusuna : ‘Onlar iştahları kaçanlardır. Denizler kadar¸ denizler kadar muhabbet şarabı içmek dostları doyurmamıştır. Talipler¸ muhabbet şarabına kanmak ve kanlarını akıtmak için bir adım daha atarlar¸ fakat koşarken susamış bir halde ölürler…’
Bu¸ ölmeden evvel ölmektir.
Bu derde talip olmak¸ derdi fark etmek¸ ayrılığı ve gurbeti görmektir.
Asıl garip¸ bedeni dünyada olan değil¸ sırrı teninde garip olandır.
Ruhu bedeninde gurbette olana garip derler.
Bu hal¸ yolcunun sonsuzluk yurdunu abad kılmak için dünyasını viran etmesidir.
Buna perişanlık da denir geleneksel şiirimizde.
Es Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin şu gazelinde olduğu gibi :
‘Perişan zülfünü gördüm perişan olmamış gönlüm
Açılmış gül yüzün amma ki handan olmamış gönlüm
Seza-yı lütfun olmaktır sefa-yı derdini bulmak
Ne bilsin dert zevkin derde derman olmamış gönlüm
Harab-ı nergis-i mestin gözetmez özge tamiri
Demek kim nergis-i mestinle viran olmamış gönlüm
Saadet isteyen senden sana can ile ram oldu
Sana can ile ram olmakla kurban olmamış gönlüm
Gam-ı hicrinle na-şad olmayıp şad olmada daim
Ümid-i valsın ile bend-i hicran olmamış gönlüm
Hulusi neylesin varlık¸ hayal-i yokluk olmasa
Cemal-i ba-kemale karşı hayran olmamış gönlüm’
‘Perişan zülfünü gördüm perişan olmamış gönlüm
Açılmış gül yüzün amma ki handan olmamış gönlüm
Yüz¸ birliği simgeler. İlahî vahdet’i…Vahdet birliktir¸ vâhid bir. Ehadiyyet ise tekliktir¸ mutlak teklik. Ehad¸ tek demektir ki¸ tecellinin olmadığı alemlerde Allah’ın mutlak tekliğini ifade eder.
Yüz¸ halkın Hakk’ı birlemesidir.
Yüzün perişanlığı¸ hem çehrenin solgunluğuna ve yolcunun hüzünlü haline işaret eder hem de¸ gayrın sersemliğinden kurtulmakta oluşunu ima eder.
Dünya gurbettir¸ ruh tende; sır¸ kalpte gariptir.
Cemil Meriç bu sırdandır ki¸ ‘Yaşamak¸ yaralanmaktır’ demiştir.
Büyük bilge Harakani hazretlerinin sohbetlerinde geçen bir ifadeyi hatırlatmaktadır :
‘Bir de inleyenler¸ yükü ağır olanlar vardır¸ inleyenler yara almış olanlardır. Yükü ağır olanlar ise vaktin erbabı olanlardır. Kim yara alırsa yarası iyileşmez¸ her kim vaktin yükü altında kalırsa¸ ona acımak gerekir. Zira Allah¸ peygamberlere gönderdiğini velilere gönderseydi¸ ‘Allah’tan başka bir ilah yoktur’ diyecek bir kişi kalmazdı¸ Mustafa’ya inen Kafdağı’na inseydi¸ dağ parça parça olurdu.’
Yolcunun kalbi dünyada daima korku ve hüzün üzre olur.
Dünyada korku hali üzre olan berzahta umud üzre yaşatılır.
Can’ın Rahman’ın soluğu olarak O’ndan yani asıl yurdundan dünya gurbetine düşmüş olması perişanlıktır.
Perişan yüzün henüz tam açılmamış¸ bir gonca halinde olması¸ handan olmaması¸ gülmemesi¸ ilahi neşve ile müstağrak olmadığı anlamına gelir.
Yolcu¸ henüz koyulmuştur yola. Sekinet haline ulaşmamış¸ kesintisiz huzuru henüz elde edememiş ve ilahî neşveyi bulamamıştır.
Perişanlığı buradan da ileri gelmektedir.
Seza-yı lütfun olmaktır sefa-yı derdini bulmak
Ne bilsin dert zevkin derde derman olmamış gönlüm
‘Derdin sefası’ tabiri¸ bize¸ asıl sağlığın derdin bizatihi kendisi(nde) olduğunu bildirir.
Niyazi Mısrî Sultan’ın¸ ‘yetmez mi dert derman sana?’ seslenişindeki gibi.
Veya Fuzuli’nin¸ “Aşk derdiyle hoşem¸ el çek ilacımdan tabip / Kılma derman kim¸ helakim¸ zehr-i dermanındadır!” dileğindeki üzre…Derdin derman olduğunu bilebilenler ise ancak ‘derde derman olmuş’lardır. Bu¸ fütüvvet ahlakının da ilkesidir. Başkasının derdiyle dertlenmek¸ ona derman olmak¸ öteki için bir kapı olabilmek¸ bir şifa kapısı… Ayrıca lütuf ancak derde seza olmakla mümkün veya orantılı/eşdeğerdir. ‘Lütfun da hoş kahrın da¸ nûrun da hoş nârın da…’ diye inleyen dervişler¸ bu sırdan konuşmakta ve derdi derman bilen bir yetkinlik düzeyinden seslenmektedirler.
Harab-ı nergis-i mestin gözetmez özge tamiri
Demek kim nergis-i mestinle viran olmamış gönlüm
Nergis harab eder. Yıkmak için yapar. Dışı harab olanın içi abad olur. Bu sarhoşluk¸ elest’ten gelir. Kadimdir. ‘Bizim sarhoşluğumuzun sonu yok’ diyen Cenab-ı Mevlâna¸ sonsuz vahdet denizine dalmaktan ve bir daha çıkmamaktan söz etmektedir. Nergis büyüler ve sarhoş eder. Ötekini onarmayan bir sarhoşluk¸ üzüm sarhoşluğundan farklı değildir. Asıl sarhoşlukta gönül viran olmalıdır.
Saadet isteyen senden sana can ile ram oldu
Sana can ile ram olmakla kurban olmamış gönlüm
Kesintisiz mutluluk ve hakiki saadet isteyen canını ram etmeli¸ kendi benliğini mücella bir ayna kılmalı¸ kendisini tasadduk etmelidir. Varlığından vazgeçmeyen Hakiki Varlık’ı bulamaz. İkinci dizedeki ‘kurban’ kelimesinden de anlaşılacağı üzere¸ asıl sıhhat¸ benliğinin kanını akıtmakta¸ egosundan¸ kişisel tutku ve arzularından vazgeçmektedir.
Gam-ı hicrinle na-şad olmayıp şad olmada daim
Ümid-i valsın ile bend-i hicran olmamış gönlüm
Çetin bir beyit karşısındayız. Hicran gamı ile mutlu olmak… ’Senin yokluğunu da seviyorum’ diyen bilge şairle ruh yakınlığı olan bu nefis anlam hazinesinde Osman Hulûsi Efendi¸ kavuşma umuduyla ayrılık bendini hiçe sayıyor ve ayrılığı da bir kavuşma olarak görüyor.
Rıza makamında söylenmiş izlenimi veren bu ifadede¸ tam teslimiyet haline bürünmüş bir ruh şakıyor. Bülbül kavuşsa da kavuşmasa da sürekli gülün adını anar¸ onun için şakır durur.
Hulusi neylesin varlık¸ hayal-i yokluk olmasa
Cemal-i ba-kemale karşı hayran olmamış gönlüm’
Aynı hal bu beyitle taçlanıyor : Yokluğun hayali olmayınca varlığı neyleyim. Kemal içre cemal’e henüz hayran olmamış gönlüm.
Hayret¸ kulun dilinin donmasıdır. Bu ise insanın mecazi ölümünü çağrıştırmaktadır. Gerçek ölümde de dil ve ifade biter.
Bir istiğrak hali…
Sağlığın ve hastalığın ötesinde bir yer.
Asıl sıhhat yurdu burası.
Kulun Rabbine kavuşması.
Sadık YALSIZUÇANLAR
YazarBilgelerin Sultanı İbn Arabi¸ Fetihler kitabının bir yerinde şöyle der : ‘Allah’ın seninle açtığı ilk kapının senin nefsinin kapısı olduğunu bilir misin?Bilgelerin Sultanı İbn Arabi¸ Feti...
Yazar: Sadık YALSIZUÇANLAR
Millî şairlerimizden Orhan Şaik Gökyay’ın “Bu Vatan Kimin” adlı şiirinden iki dörtlükle yazımıza başlayalım. Bu vatan toprağın kara bağrında Sıradağlar gibi duranlarındır, Bir tarih boyunca onun ...
Yazar: Sırrı ER
Sultan I. Ahmed, 18 Nisan 1590 günü Manisa’da doğdu. Babası Sultan III. Mehmed, annesi Handan Sultan’dır. Çok mükemmel bir tahsil gördü. Arapça ve Farsçayı mükemmel derecede konuşurdu. Ok atmak, kılıç...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi¸ görkemli eseri Divan'da şöyle der : "Sana matlûb sensin ey dil gayrı bir söz arama Sendedir ol görecek yüz taşradan yüz arama" İnsanın asıl dileği¸ aradığı¸ muhta...
Yazar: Sadık YALSIZUÇANLAR