NÂFİLE İBÂDETTE SÜREKLİLİK
- Hadis:
"Allah katında amellerin en fazîletlisi, az da olsa devamlı yapılandır." [1]
Somuncu Baba Diyor ki:
“Hadiste, tâlibin amelleri devamlı yapması tavsiye edilmektedir. Çünkü devam eden kararlılık göstermiş olur. Sebât eden bunun faydasını görür.”
Hadisin Yorumu
Allah, insana kendisinin bileceği bir süreliğine ömür takdir etmiştir. Her insanın durumuna göre ömrü uzun veya kısa olabilmektedir. Dolayısıyla ortada bir süreç vardır. Hayat anlık yaşanıp bitmemektedir. Bunun yanında ömrümüzün dünyaya bakan yönü de bir süreçtir. İnsan evinin geçimini sağlamak için çalışmayı sürdürür. Kendisini meşgul edecek bir işte çalışmaya gayret eder. Bunun yanında eğitim de bir süreçtir. Uzun yıllar gerçekleştirilen tedrîsâtın sonunda alınan diploma ile hayata atılmaya hazır hâle gelinir. Dolayısıyla çalışmadan ve ortaya bir emek koymadan sonuç alınmamaktadır. Şans olarak adlandırılan şeyler ise adından da anlaşılacağı üzere çok az gerçekleşir.
Herkes Azim Bekler
Bir işyeri sahibi isek çalışanlarımızın işimize sahip çıkmasını ve istekli gayret göstermelerini isteriz. Hatta arzuladığımız kıvamda çalışmayanlara karşı tavrımız sıcak olmaz. Bunun yanında okula giden çocuklarımızdan da aynı davranışı bekleriz. Eve geldiğinde çantasını bir tarafa atıp cep telefonunun veya bilgisayarın başına kurulan çocuğumuzun durumu bizi hiç de mutlu etmez. Oturup istikrarlı bir şekilde derslerine çalışmasını ve başarılı bir şekilde sınıflarını geçmesini isteriz. Her ebeveyn bunu arzular. Çocuklarımızın istediğimiz gibi gayret göstermediği zamandaki ruh hâlimizi göz önüne getirirsek istikrârın ehemmiyetini daha iyi anlarız.
İnsanın Hâlindeki Değişkenlik
Hepimizin hayatında bizi etkileyen ve ardından Rabb’imize ibâdete ve niyâza koşturan anlar vardır. Olağanüstü zaman dilimleri olan bu vakitlerimizde hiç olmadığı kadarıyla samimiyet ve ihlasla Allah’a yönelir ve gözyaşı dökeriz. Büyük bir başarıya imza attığımız veya büyük bir felâketle karşılaştığımız zamandaki tazarruumuz her zamankinden farklı olur. Böylesi yoğunluklu durumlar insan hayatında her zaman yaşanmayacağı için mutluluklar veya felâketler nedeniyle sergilenen yoğunluklu yakarış gayet normaldir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.)’in de bazı duâlarında, her zamanki duâ etme şeklinin dışına çıkarak koltuk altları görülecek şekilde Allah’a yalvardığını biliyoruz.
[2]
İbâdetten alınan lezzet ve yoğunluk ibâdet mahalli veya beraberinde bulunulan kişi sebebiyle de farklılık arz edebilir. Nitekim Kâbe’de namazdan aldığımız lezzeti bir başka mescidde almamız çok zordur. Aynı durum Mescid-i Nebevi’de de söz konusudur. İnsan Rabb’iyle irtibâtını güçlü tuttuktan sonra minik bir mescidde de aynı lezzeti elbette alabilir ama bulunulan yerin insan üzerindeki etkisi inkâr edilemez. Hele de Allah, Beytullah’ı övmüşken, diğer mescitlerdeki namaz ile Kâbe’dekini aynı görmek zor olur. Kaldı ki, bizi etkileyen bu kadar farklı milletle böylesi bir kalabalıkta bir araya gelmek başka mekânlarda mümkün değildir.
İnsanın beraber bulunduğu güzel insandan etkilenmesinin, kulluğunu yoğunlukla yaşamasına sebep olmasının en güzel örneklerinden biri de şudur:
Rasûlullah’ın vahiy kâtiplerinden Hanzala anlatıyor:
Bir gün Ebû Bekir’le karşılaştım. Bana nasıl olduğumu sordu. Ben de, “Hanzala münâfık oldu.” dedim. Şaşırıp, “Sübhânellah! Sen ne diyorsun?” diye hayretini belirtti. Ben de devamla dedim ki: “Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzûrunda bulunuyoruz. Bizlere cennet ile cehennemi hatırlatıyor. Sanki oraları gözlerimizle görür gibi oluyoruz. Lâkin huzûrundan çıkınca, hanımlarımızla, çocuklarımızla, iş güçle meşgul olmaktan Rasûlullah’ın anlattıklarını unutuveriyoruz.” Bunun üzerine Ebû Bekir, “Allah biliyor ya! Bizler de aynı durumla karşı karşıya kalıyoruz.” diye hayretini belirtti. Beraberce Allah Rasûlü’nün yanına vardık. Hemen ben, “Hanzala münâfık oldu, ey Allah’ın Rasûlü!” dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.),
“Bu da ne demek?” diye sordu. “Ey Allah’ın Rasûlü! Senin yanındayken bize cennet ve cehennemi öyle anlatıyorsun ki, sanki gözümüzle görüyoruz. Yanından ayrılınca hanımlarla, çocuklarla, iş güçle uğraşmaktan anlattıklarınızı unutuveriyoruz.” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Canım elinde olan Allah’a ant olsun ki! Huzûrumda bulunduğunuz hâl üzere ve o şekilde hatırlamaya devam edecek olsaydınız, melekler evlerinizde ve yollarda sizinle musâfaha ederdi. Gel gör ki yâ Hanzala! İnsan bu! Bir öyle, bir böyle.”[3]
Nâfile İbâdeti Alışkanlık Hâline Getirmek
Allah Rasûlü’nün ibâdet dünyasına baktığımızda nâfile olan ibâdetlerini alışkanlık hâline getirdiğini görürüz. Meselâ namazların öncesinde ve sonrasında kıldığı ve bizim sünnet olarak isimlendirdiğimiz namazlar ile namaz sonrasındaki ve gün içindeki tesbîhâtı hayatının değişmez parçalarıdır. Aynı şekilde teheccüd gibi nâfile namazları yanında belli zamanlarda tuttuğu oruçlar da böyledir. Allah Rasûlü’nün bunları hayatının belli dönemlerinin ibâdeti hâline getirdiğini görmekteyiz. Bu aynı zamanda Allah Rasûlü’nün nâfile ibâdetlerdeki istikrârını da bizlere gösterir.
Demek oluyor ki, coşkuya kapılıp bir gece bolca nâfile ibâdet yapıp tesbih çekmek veya birkaç gün nâfile oruç tutmak elbette güzel olmakla birlikte, takip eden günlerde bunun yavaşlamaması ve hatta birkaç gün sonra bitmemesi için nefse çok fazla yüklenmeden, sindire sindire belli bir kıvamda nâfile ibâdete devam etmeye gayret etmek daha iyidir. Biz Son Nebî’den daha fazla Allah’ı ve bu dini sevdiğimizi iddia edemeyeceğimize göre, ibâdet etmekte Allah Rasûlü ile yarışmanın bir anlamı yoktur. Kıvâmında ve istikrarlı bir şekilde ibâdet dünyamızı bezemeye çalışmamız en doğru olandır. Kaldı ki, insan büyük bir aşkla nâfile ibâdete dalsa ve meselâ peşi sıra yüz rekât kılsa, Allah bundan usanmaz. Kutlu Peygamber’in,
“Takat getirebileceğiniz kadar ibâdet yapın. Vallahi! Siz usanmadıkça Allah usanmaz.”[4] buyurması bu yüzdendir.
İstikrarlı Nâfile İnsanı İstikâmette Tutar
İnsan bazı alışkanlıklarıyla hayatına düzen getirir. Disiplinli olanlar hem işlerinde hem de hayatlarında başarılı olurlar. Meselâ zirâatla meşgul olan bir çiftçi için doğru olan sabahları erken kalkmaktır. Atalarımız, “Erken kalkan yol alır.” sözünü boş yere dememişlerdir. Bunun yanında sabah erken çalışmaya başlayan insan günün bereketini daha fazla hisseder. Bu şekilde gerek dünyevî işinde ve gerekse Rabb’ine yönelik ibâdetinde bazı alışkanlıklar kazanan insanın hayatına çeki düzen gelir. En güzel tarafı da nâfile ibâdetlerinin kulun hayatının bir parçası olmasıdır. Hatta yapamadığında büyük bir hüzün hisseder. Özellikle yaşlı büyüklerimizin sabahları Kur’an okumayı ve belli tesbîhâtı kendilerine vird hâline getirmelerine baktığımızda, söz konusu ibâdetlerin hayatlarının ayrılmaz bir parçası olduğunu, yapamadıklarında ise çok üzüldüklerini görürüz. Yaptıklarında ise büyük bir mutluluk duyarlar. Bitirdikten sonra görevini îfâ etmenin huzûrunu yüzlerinde görebilirsiniz. Çünkü artık hayatının bir parçası olmuş olan nâfile ibâdeti yapamadığında bir yanı eksilmiş gibi hisseder. İbâdetten lezzet almak işte budur.
Bir Şeylerle Bir Yerlerden Başlamak
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in gündelik nâfile yaşayışına baktığımızda hayal ettiğimiz kadar aşırı bir ibâdeti olmadığını görürüz. Hatta evine gelip onun nâfile yaşantısını soranlar, aldıkları cevap karşısında şok olmuşlar ve sonra, “O peygamber, günahları affedildiği için çok ibâdet yapmasına gerek yok. Ama biz öyle değiliz. Çok fazla ibâdet yapmalıyız.” diyerek Allah Rasûlü’nün ibâdetinin tahmin ettikleri kadar olmayışına böyle bir izah getirmişlerdir.
[5] Oysa ümmetine örnek olan Hz. Peygamber (s.a.v.), ibâdet dünyasıyla da örnek idi. Bedene aşırı yüklenip perişan etmeye gerek olmadığını, bezmeden, etrafımızı da bezdirmeden makul ölçüde ibâdet yapmamız gerektiğini bizlere göstermiştir.
Günümüzde nâfile ibâdetlerle yoğunluklu olarak hayatını süsleyen insan sayısı zaten az olduğundan, hiç olmazsa bir alışkanlık, bir başlangıç olması için mânevî yaşantımıza güzellikler katarak bir başlangıç yapabiliriz. Bu amaçla bugün şöyle bir şey yapsak nasıl olur acaba: Evimizden çıktıktan sonra iş yerimize veya gideceğimiz yere kadar şu tesbîhâtı yapalım:
“Allâhümme’ğfir lî ve’rhamnî ve’hdinî ve’rzuknî/Allah’ım! Beni bağışla, bana merhamet et, rızânı kazandıracak işler yaptır ve bana hayırlı rızık ver.”[6]
Bunu yaparken de şu hadisi aklımızda tutalım: “Size en hayırlı, Allah katında en değerli, derecenizi en fazla yükseltecek, sizin için sadaka olarak altın ve gümüş dağıtmaktan daha kazançlı, düşmanla karşılaşıp da sizin onların boynunu vurmanızdan, onların da sizi öldürmesinden daha çok sevap getirecek amelin ne olduğunu haber vereyim mi? Allahu Teâlâ’yı zikretmek.”[7]
[1] Bkz.
Muslim, Salâtu'l-Musâfirîn, 30, rakam: 218;
Buhârî, 5861.
[2] Bkz.
Buhârî, 1030.
[3] Muslim, Tevbe, 3, rakam: 2750.
[4] Buhârî, 43.
[5] Bkz.
Buhârî, 5063.
[6] Muslim, Zikr, 10, rakam: 2697.
[7] Tirmizî, 3377;
İbn Mâce, 3790.