MUTASAVVIFLARIN EĞİTİM METODU
Eğitim¸ genel anlamda bireyde davranış değiştirme sürecidir. Geniş anlamda ise eğitim¸ bireyin toplum standartlarını¸ inançlarını ve yaşam yollarını kazanmasında etkili olan bütün sosyal süreçlerdir. Eğitim tanımlarının ortak olan özellikleri vardır. Bu özelliklerden en belirgin olanları¸ eğitimin bir süreç olduğu ve bu sürecin sonunda insanın davranışlarında değişme olduğudur.
Eğitim ailede başlar¸ sokakta¸ okulda¸ iş yerinde devam eder. Çağımızda eğitim denince¸ artan ölçüde okullarda yapılan eğitim anlaşılmakta ve anlatılmaktadır. Bire
Eğitim¸ genel anlamda bireyde davranış değiştirme sürecidir. Geniş anlamda ise eğitim¸ bireyin toplum standartlarını¸ inançlarını ve yaşam yollarını kazanmasında etkili olan bütün sosyal süreçlerdir. Eğitim tanımlarının ortak olan özellikleri vardır. Bu özelliklerden en belirgin olanları¸ eğitimin bir süreç olduğu ve bu sürecin sonunda insanın davranışlarında değişme olduğudur.
Eğitim ailede başlar¸ sokakta¸ okulda¸ iş yerinde devam eder. Çağımızda eğitim denince¸ artan ölçüde okullarda yapılan eğitim anlaşılmakta ve anlatılmaktadır. Birey¸ diğer bir deyişle insan¸ yaşantı¸ süreç ve davranış¸ eğitimin öğeleridir. Aslında eğitim dünü kavratmak¸ bugünü yaşatmak ve geleceğe hazırlamaktır. Eğitim insanın iyi davranış kazanması ve sosyalleşmesi için yapılan çabalardır.
Metot¸ yol¸ yordam¸ usul¸ yöntem¸ herhangi bir gayeye ulaşmak için önceden çizilmiş yoldur. Metot bir ilmin temelidir; metotsuz ilim¸ faydasız bir sermayedir.
Bir ilaç ne kadar müessir olursa olsun¸ hastaya verilmedikçe faydası görülmez. Davette metot¸ davetin bir parçasıdır. Metot hatalı ve uzaklaştırıcı ise davetin yüceliği kifayet etmez. Davetçi¸ gayesine ulaşabilmek için sıhhatli ve doğru olan usul ve metotlara başvurmak zorundadır.
Tasavvufun amacı¸ ideal insan yetiştirmektir. İdeal insan Peygamber(s.a.v.)'e ahlâken benzeyen insandır. Tevazu¸ gösterişsizlik¸ kendini tanıtmaktan sakınma¸ gizli olma vb. özellikler¸ ideal insanda bulunan özelliklerdir. Yûnus fakir¸ Somuncu Baba ise gizlidir. Bu kişiler birer modeldir. Bunların arkasında çok büyük ahlâk dersleri aramak gerekir. Adaletsizliğe karşı çıkmak ise bunlardan biridir.
Tasavvufî eğitim¸ tekke¸ zaviye ve dergâhlarda sağlanan eğitimdir. Buralarda; planlı¸ programlı bir eğitim gerçekleştiğinden formel eğitim uygulanır. Bu plan-program ise¸ medreselerden farklıdır. Medreseler¸ dönemin örgün eğitim kurumları; tekkeler ise yaygın eğitim kurumlarıdır. Tekkeler¸ insanın iç dünyasını eğitmeye çalışır. Ahlâkî yönden olumlu olan davranışların kazandırılması amaçtır. Mürşit (öğretmen)¸ örnek davranışlar göstererek müritlerinin (öğrencilerinin) de bu davranışları kazanmalarına yardımcı olur.
XIII. yüzyılda felsefî ve tasavvufî düşünceler¸ birer aydın ve halk hareketi olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir. En yüksek formuna eriştiği Moğol istilâsı döneminde tekke¸ önemli bir eğitim kurumu olmuştur. Ahmed-i Yesevî'nin eğitici şahsiyetini oluşturan düşünce kategorilerinden birisi¸ "İslâm'ın tasavvufî yorumudur." diyebiliriz. Bir eğitim düşüncesi¸ yöntemi ya da uygulaması ele alınırken eğitimin felsefesi¸ ilkeleri¸ amaçları¸ bilgi muhtevası¸ seçilen yöntem ve politikalar¸ araç ve gereçler¸ eğitim ve öğretim organizasyonu ve bunların ana unsurları inceleme objeleri olarak değerlendirilir. Ahmed-i Yesevî'nin insan eğitimi anlayışında önemli bir sorun¸ kişiler arası etkileşim ve toplumsal bütünleşme (integrasyon) olayıdır. O; öğretici çalışmalarında; millî¸ dinî motif ve değerler¸ bunlarla ilgili bilgiler¸ deyim¸ atasözü ve menkıbeler aracılığı ile toplumsal bilincin canlı tutulmasına katkıda bulunur.
Ahmed-i Yesevî; karmaşık ifadelerden¸ özellikle felsefî değerlendirmelerden uzak durmaya çaba göstermiştir. Günümüz pedagojisinde önemli yer tutan; yakından uzağa¸ bilinenden bilinmeyene ve basitten karmaşığa ilkelerini¸ o dönemde en güzel şekilde uygulamıştır. Herkesin bildiği basit ve sade bilgilerden yola çıkarak¸ üst seviyeli kavram ve değerlere ulaşmak istemiştir. Yesevî ocağı¸ birçok ulu çınar yetiştirmiştir. Hacı Bektaş-ı Velî¸ Âşık Paşa¸ Taptuk Emre¸ Sarı Saltuk¸ Geyikli Baba¸ Yûnus Emre¸ Şeyh Edebâlî vb. kişiler bu dergâhın insanlarıdır.
Kendisini tanımayan insan¸ ne kadar eğitilirse eğitilsin bir şey kazanmaz. İnsan; kendisinin mükemmel olmadığını¸ eksikleri olduğunu anlayarak ve eğitimi kabul edecek hazırlık sonucunda eğitime başlar. İhtiyaç duyma¸ yetenekli olma ve hazır bulunma unsurları¸ eğitimin her kademesinde gereklidir. Eğitimde iki unsur önemlidir; eğitilen ve eğiten. Öğrencinin uygun bir tabiat¸ akıl¸ yetenek ve öğrenme ihtiyacının olması gerekir.
Yûnus der ki;
Aşksızlara verme öğüt¸ öğüdünden alır değil
Aşksız âdem hayvan olur¸ hayvan öğüt bilir değil
Yûnus¸ kötülük yapana karşı bile iyilik yapılması gerektiğine inanır.
Dövene elsiz¸ sövene dilsiz¸ derviş gönülsüz olsa gerekir.
Bir erenin eğitiminden geçen öğrenci¸ o erenin güzel ahlâk ve ilmini örnek alarak öğrenmeyi gerçekleştirir. Tasavvuf¸ öğrenciler ile birebir iletişimi esas alır. Sohbetlerde gerçekleşen eğitim¸ söze dayanır. Öğrenci yetiştirme süresi ise¸ belli değildir. Öğrenci¸ kendi isteği ve hocasına teslimi ile eğitimini çabuk tamamlar. Derviş; sabırlı ve kanaatkârdır¸ dünyadan gönlünü çeker. Halkın övgü ve yergisi¸ onun tavrını değiştirmez.
Her mutasavvıf¸ aynı zamanda bir terbiyeci yani eğitimcidir. Çünkü tasavvuf; insanı¸ sabır¸ çile¸ riyâzât¸ tevekkül ile ilâhî vuslat potası içinde yoğuran bir inanç ve aksiyon sistemidir. Mevlânâ'nın eğitim ile ilgili fikirleri; dünya görüşü¸ insana bakış tarzı üzerinde temellenir. Zira bütün eğitim sistemleri¸ insana bir şekil vermek; onu birtakım hedefler doğrultusunda yetiştirmek ister. Tasavvuf da¸ insanın bir kalıba girmesini sağlar. Mevlâna da¸ geniş halk kitlelerini mûsikî¸ semâ ve şiir ile irşat ve terbiye eder.
Çocuğun okula isteksiz gidişini önlemek ve oraya şevk ile göndermek için yaptığı işin ve çektiği zahmetin bedelini hemen görmesi gerektiğine işaret eden Mevlâna¸ telkin ve nasihatin¸ insanın gururu ve sorumluluk duygusu incitilmeden yapılırsa şahsiyet gelişiminin daha sağlıklı olacağını belirtir. O¸ akıl ve gönül sentezine ulaşan büyük bir eğitimcidir.
Şah-ı Nakşibendî Behaddîn-i Buhârî derki: "Bir tel parçası ol. Fakat büyük zatların cereyanını naklet. İşte saadet burdur."
İslâm'a inanmakla¸ yüksek medeniyetleri ve yüce şahsiyetleri ortaya çıkaran insanoğlu; inanan¸ düşünen¸ çalışan¸ fikir üreten¸ toplum fertlerinin beraberliğini sağlayan¸ hoşgörü ile bütün gönülleri coşturan¸ kaynaştıran ve yine mensubu bulunduğu toplumu maddî ve mânevî alanda yücelten¸ mevcûda daha yeniyi katan¸ "İki günü birbirine eşit kılmadan¸ ikinci gününü daha da verimli hâle getirerek çalışan ve inanan" bir insan modeli geliştirmeyi kendisine daima şiâr edinmiştir.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş Efendi;
Garazsız hem ivazsız¸ hizmet et her cânlıya
Kimsesizin düşkünün ayağı ol eli ol
demek suretiyle bütün hayatını ilâhî bir aşkla Allah'a¸ O'nun en büyük eseri olan insana ve insanlığa adamış¸ halka hizmeti Hakk'a hizmet olarak görmüştür.
Osman Hulûsi Efendi'nin 1914'te başlayan hayat yolculuğu 1990'da sona ermiş¸ 76 yıllık ömründe bir insanın yapması hayli güç işleri başararak gerçek âlemine göçmüş; geride büyük eserler bırakmış¸ sadaka-i câriyeler ihdas etmiş; bugün olduğu gibi kimbilir ilerde daha nice hayırlı ve mutlu günlerin yaşanılmasını sağlayacak olan bir kişidir. O gönlünü Allah sevgisiyle doldurmuş ve bu sevginin¸ insanı gerçek mânâda sevmekten geçeceğine inanmıştı. İnsanı sevmenin; insanı insan olma şuuruna sahip olgun birer kişi hâline getirmekle¸ kemal sahibi yapmakla¸ ilim ve irfan ehli olmasını sağlamakla mümkün olacağına âdeta iman etmiş bir kişiydi. Tasavvufta kişilerin fert fert eğitimi ve terbiyesi çok önemlidir. Bu iş ise en başta nefis terbiyesiyle mümkündür.
Kur'an ve sünnete göre iyi insan¸ insanlara faydalı olan¸ onlara güzel davranan¸ salih amellerde bulunan; bütün davranışlarında doğruluktan ayrılmayan; insanlara iyiliği emredip¸ kendisini unutmayan; kötülüğü iyilikle savan; kendisi için istediğini¸ kardeşi için de arzulayan; kendi kusurlarıyla meşgul olup¸ başkalarının dertleriyle ilgilenen¸ kimsenin gönlünü kırmayan ve kırılmayan bir kimsedir. İşte Osman Hulûsi Efendi'nin Divân'ında bu husus Yûnus'u hatırlatan şu mısralarla anlatılmıştır:
Sakın nefsine uyup bir cân incitmeyesin
Hüsn ü edebi koyup¸ bir cân incitmeyesin
El ile döğseler de dil ile söğseler de
Bin kez incitseler de bir cân incitmeyesin
Hepsi kardeşlerindir yolda yoldaşlarındır
Hâlde hâldaşlarındır bir cân incitmeyesin
Beyhûde cânın sıkıp insanlığından çıkıp
Dil Ka'besini yıkıp bir cân incitmeyesin
Tasavvuf ehlinin yazdığı manzumelerde¸ meşrebin verdiği beyan farklılığı dışında¸ verilmek istenen mesaj hemen hemen aynıdır.
Mutasavvıflar halkın içinde yaşayan ve halkı terbiye eden insanlardır. Bunlar halkın anlayacağı lisanla konuşarak onları¸ iyiye¸ doğruya¸ güzelliğe ve hâsılı bütün faydalı hasletlere ulaştırmak için uğraşırlar.
Tasavvuf İslâm'ın adeta estetik sunumudur. 13. yüzyılda başlayan tasavvuf hareketi bir nevi doğudan başlayıp batıya doğru giden bir aydınlanma hareketidir. Önemli bir insan ve toplum inşası olan tasavvuf yoluyla Türkler arasında İslâmiyet hızla yayılmıştır. Özellikle Türklerin ruhuna uygun bir metotla tasavvuf sunulmuş ve Türkler bir taraftan Haçlı saldırılarıyla baş ederken diğer yandan Avrupa ortalarına kadar¸ tasavvufun hoşgörü iklimiyle yayılmışlardır. İşte bu hareket bugün bir örnek olarak Darende'de yaşatılmaktadır.
Süleyman DOĞAN
YazarHer ilim dalı ‘hoca-talebe’ münasebetinin zorunlu olduğu süreçlere şahitlik eder. Örneğin bir ustanın dizinin dibine oturmadan usta bir marangoz olunmayacağı gibi bir kimsenin alanında uzman bir hocan...
Yazar: Fatih ÇINAR
Yavaşça gözlerini açtı. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Son hatırladığı şey zıplarken bir tele takıldığı ve karnının çok acıdığı idi. Ne kadar çabalasa da o telden kurtulamamış bitap düşmüştü. ...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ
Dinî-tasavvufî eserlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beden özelliklerini ve manevî şahsiyetini ifade için çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunlardan Nûr-ı Muhammedî veya Hakîkat-i Muhammediye konulu e...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Osmanlı padişahlarının onuncusu, 89. İslâm halifesi olan ve “Muhteşem Süleyman” olarak anılan Kanûnî Sultan Süleyman 1494 (bir rivayete göre ise 1495)’te, babası Yavuz Sultan Selim’in sancakbeyi (vali...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ