MUSTAFA TAKÎ EFENDİ VE İSLÂM DÜNYASI
Mustafa Takî Efendi, dünyanın her yerindeki Müslümanların sıkıntıları ve bu sıkıntıların çözüm yoları ile gerek siyasi gerek dinî konumu gereği ilgilenmiş son dönem âlimlerindendir. Bu hassasiyeti gereği o, ilk olarak kurtuluş mücadelesi içerisinde olan koca bir millete birlik ve beraberlik çağrısı yapmıştır. Müslümanların ortak paydası olan Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’ye sımsıkı sarılmakla Müslüman dünyasının sıkıntılarının giderilebileceğini uzun uzun anlatmıştır.[1] Takî Efendi, Müslümanların tarih içerisinde yaşadıkları zorluklardan örnekler vermiş, özellikle sahabenin dinleri uğrundaki mücadelelerini gözler önüne sermek suretiyle birlik ve beraberlik mesajlarını perçinlemeyi amaçlamıştır.[2] Düşünürümüz Osmanlının var olmasını, İslâm’ın ve Müslümanların var olabilmesi için bir ön şart olarak görmüş ve bütün Müslümanları Osmanlı’yı ayakta tutmak için çaba ve gayret göstermeye davet etmiştir.[3] Takî Efendi, bu yönüyle Anadolu’ya sıkıştırılmış olan Osmanlı Müslümanlarının sorumluluk ve görevlerinin arttığını ve ellerinde kalan son fırsatı değerlendirmek zorunda olduklarını söylemiştir.[4] O, bütün dünyada Müslümanların ellerinden giden topraklar için duyduğu hüznü şöyle dile getirmiştir: “Arnavutlar, Boşnaklar, Araplar, Türklerden ayrıldı. Hem de Müslüman kanı döktürülerek ayrıldı. O ayrılma ile de kalmadı, vaat olunan Arap hükümetinin parlak bir hayalden ibaret olduğu meydana çıktı. Irak Suriye’den, Suriye Tihame’den ayrıldı. Bütün Müslümanlar Kâbe’lerinden, Ravza-ı Mutahhara’larından hicret ettirildi. Bu parçalar da yine kendi içlerinde bir başlarına bırakılmadı. Birer satın alınmış mülk haline konuldu. Şimdi o ittifak ve istiklal sevdasında bulunan biçare Arap kardeşlerimiz Osmanlı hâkimiyetini-o İslam’ın birleştiricisi olanları-ışık yakıp arıyorlar. Fakat heyhat...”[5] “Hele şu son yarım asır zarfında koca Tunalardan, Eflak ve Boğdanlardan, Bosna-Herseklerden, Belgratlardan, Filipinlerden, Kosovalardan ve her biri bir padişahlık kadar geniş olan Rumeli vilayetlerimizden, Cezayirlerden, Tunuslardan, Traplusgarb ve Libya’dan olduk. Şu son genel savaşta (I. Dünya savaşında) vaktiyle Emeviyye ve Abbasiyye gibi büyük İslam devletlerinin başkenti olan Şam, Bağdat gibi ülkelerimizi elden çıkardık. Mütareke denilen ahitnameden, sonra da hunhar ecnebilerin gözleri doymadı. Beş yüz senelik başkentimizi (İstanbul’u) işgal ettiler. İkinci payitahtımız olan Edirne’yi ve birinci payitahtımız olan Bursa’yı çiğnediler. O güzel muazzam camiler ile büyük padişahlarımızın münevver türbelerini çiğneyerek hakaret ettiler. İzmir, Adana ve Gaziantep gibi taşı toprağı altın bitiren o güzel yurtlarımızı kan deryasına(gölüne), yangın yerine çevirdiler.”[6] Takî Efendi, genel gidişattaki sıkıntılara olan duyarlılığın yanında özelde bazı devletler içerisinde yaşayan Müslümanlara yapılan haksızlıkları da dile getirmiş ve sadece Müslüman oldukları için çeşitli haksızlık ve hakarete uğradıklarını düşündüğü kardeşlerine sahip çıkarak onların dertlerini gündeme taşımaya gayret etmiştir. Bu konuda en güzel örneği o günlerde Rusya’da yaşayan Müslümanlara yapılan zulüm ve haksızlıkları dile getirdiği ‘Rusya’da İslâm’a Baskı Yapmaya Gerek Görenler’ isimli makalesi oluşturmaktadır. O, bu makalesinde Rusların Müslümanlara uyguladıkları siyasi, kültürel, dinî ve vicdanî yaptırımları şu sözlerle dile getirmiştir: “Müslümanların hayatlarını devam ettirmeleri ve dinî inançlarını yerine getirmeleri için; kendilerine tam bir hürriyet verilmiş olduğunu, kendi okul ve üniversitelerin de tahsil etmelerine müsaade edilmiş olduğunu açıklıyor. Şu son asrın sonlarına kadar Rusya içinde Müslümanlar adına yeniden bir okul, bir üniversite yapılmamış; okul ve üniversitelerin nadiren yetiştirebildiği okur-yazar adamlar aklen ve olması gerektiği kadarının yüzde birini geçmemiş; anlayanlarca bu yüzde birden başkası kâmilen cahil kalmış olduğu Rusya memleketinde yalnız Müslümanlar hakkında ne derecelere kadar hürriyet sunulmuş olduğuna açık delildir. Özellikle Rusya’da hürriyet ve vicdan ilanını müteakip sadece Volga’da kırk dokuz bin insan yalvararak İslamiyet’e girmiş olmasını ve Rusya’daki Müslümanların, hatta vicdanlarının ne gibi baskılara maruz kalmış ve o baskıların eseri olarak İslamiyet’i senelerce ve belki asırlarca vicdanlarının en gizli köşelerinde saklamaya, görünüşte Hıristiyan ismi ve hüviyeti göstermeye mecbur kalmış, ne kadar yüz binlerce biçareler bulunmuş olduğuna Rusya’da pek resmî olan ‘İlan Hürriyeti’ni müteakip yalnız bir mahallede kırk dokuz bin miktarının- vicdanlarının iç yüzünü gösterebilmiş, yine İslam olduklarını açıklayabilmiş olmalarına pek açık bir itiraf ve pek açık bir delildir.” [7] Takî Efendi, burada yaşayan Müslümanların dinlerine yapılan hakaretlerin bilmemezlikten değil, bilerek yapılan bir küstahlıktan ibaret olduğunu söylemiştir. Sadece birkaç asır önce içlerinde yaşamaya başlayan Müslümanlarda dil, din ve hürriyet namına bir şey bırakmamalarını da onların özgürlük anlayışları (?) olarak aktarmıştır: “Ne kadar insafsızlık ki: Şu isnatta iki, en fazla üç asır önce içlerinde aldıkları Müslümanların çoğunda ne din ne dil bırakmış olan bu Ruslar bulunsun hem de Rusya Müslümanlarıyla Osmanlılara karşı olsun. Rusya Müslümanlara karşı ki; asırlardan beri kendilerine koyun gibi tabi bulmuş ve onlara tabi olmak konusunda her türlü varlıklarını feda etmişlerdir. Öyle Osmanlılara karşı ki: Gayr-i müslim vatandaşlarına ettikleri iyi muamelenin sonucu olarak 6-7 asırdır içlerinde her türlü dini ve toplumsal hukuku tamamen hâkim kılarak varlıklarını devam ettirmişler ve onlara sadece acımaktan başka bir şey yapmamışlardır.”[8] Mustafa Takî Efendi, kelime oyunlarıyla Müslümanların haklı mücadelelerini haksız bir zemine oturtmaya çalışan kesimlerle de mücadele etmiştir. O, bu anlamda İtalya’da bağımsızlıkları için mücadele veren Senûsîlerin mücadelesini terörizm olarak vasıflandırmaya çalışan Ermeni gazetesinin, “Cihâd” tabiri ile kasıtlı olarak Müslümanların aleyhine propaganda yaptığını, gazetenin bu kavramdan ne anladığını sorgulayarak şu satırlara yer vermiştir: “Ey makale sahibi! “Cihat” gibi şer’î kavramlardan olan bir kelimeyi yazacak ve onun içeriğinden bahsedeceksen o kavramın, konusunu teşkil ettiği fıkıhtan azıcık olsun okumak, anlamak gerekir; bunları yapmıyorsan, manasını bilmediğin kelimeden bahsetmemen gerekir. “Cihat” Müslüman olmayanları mutlaka öldürmek, mahvetmek için değildir. “Cihat” dinin, vatanın, milletin çiğnenmesi ve tecavüzlerden korunmak için dinin emrettiği bir mücadeledir ki birçok insani şartlara ve barış içerisinde yaşamaya bağlıdır. Haksızlığa maruz kalan bir vatanda elbette din bir çıkış yolu olur. Bunun için bütün medeni ve vatani ilkeler içerisinde, din ile daha fazla meşgul olup uzmanlaşan bir kısım halk da dinin emrettiği ‘Cihad’ kelimesiyle savunma günlerine hazırlanmak istiyor. Ve dolayısıyla Osmanlı yayınlarından bazılarında ‘Cihad’ tabiri de arada sırada kullanılırsa büyük bir hata mı edilmiş olur? Bir Müslüman oturdukları diğer vatandaşlarla, vatana karşı yapılan haksızlıklardan dolayı müdafaada acele eder ve bu müdafaasını ‘Cihad’ tabiri ile dinide bunu kendisine emrederse bu Müslüman, savunma gayretini insanlık ve medeniyet adına yapmış olmazlar mı? Yazarın düşündüğü gibi bir taassubu Senusilerden ve Osmanlılardan ziyade İtalyanlara atfetmek gerekir ki; geniş Osmanlı toprakları içerisinde kendisine daha yakın, istilası daha kolay olan Yunanistan gibi bir Hıristiyan hükümetine caiz ise, tecavüz etmeyip de kendisine ırk olarak hiç münasebeti olmayan ve başarısı da yüzde bir derecede uygun olmayan Trablusgarp’ a tecavüz etmiştir.”[9] Takî Efendi, o günlerde zor şartlar içerisinde varlık mücadelesi vermeye çalışan Girit’i de unutmamıştır. Girit ile ilgili kendisine Sivas’tan bir zatın okuduğu nutku bir dergide yayınlatmak suretiyle oraya da sahip çıkmıştır. Mustafa Takî Efendi’nin genel fikirlerini ve Müslüman devletler hakkındaki görüşlerini yansıtan nutuk şu şekildedir: “Vatan denilince Anadolu’sunu, Rumeli’sini, Arabistan’ını, adalarını; hepsini, farklı toplumlarıyla beraber bir vücut gibi kabul etmeliyiz. Bir vücudun herhangi bir parçası kesilse-isterse en küçük parçası olsun- diğer bütün organları hep birden sızlar bu acıyı hepsi hisseder; ölürse hepsi birden ölür, yaşarsa hepsi birden yaşar. Bilindiği gibi eksik organla yaşamak ölmekten daha kötüdür. İşte Osmanlı toplumunun en önemli organlarından birisi de Girit’tir. Bugün Girit işgal edilir, elden giderse yarın aynı şey diğer bir organımızın başına gelecektir. Allah korusun ilerleye ilerleye Osmanlı yıkılacaktır. Müslümanlık ise… Ey Müslümanlar! Kardeşler! Bugün Osmanlı ile beraber vardır. Osmanlı ortadan kalkarsa İslâm Fas’ta mı, Hint’te mi nerede hayat bulabilir? Bugün İslâm ümmetinin hayat unsurunu sağlayan en önemli uzvu, yüce Osmanlı devletidir. Osmanlı ile İslâm birbirleriyle öyle özdeşleşmişlerdir ki damar ile kan gibidirler. Birinin mahvolması diğerinin de mahvolması demektir. Bugün Girit Müslümanlarına yapılan hakaret bize yapılmış değil midir? Bize değil denilirse, yarında bize yapılmayacak mı? Sorusuna muhatap oluruz. İşte bu gerçeği-Hamd olsun- bugün bütün Müslümanlar ve hatta diğer milletlere mensup bütün Osmanlı vatandaşları anlayarak fikir alış verişinde bulunmak için buraya toplanmışlardır. Girit asırlardan beri yüz binlerce Müslüman kanıyla yoğrulmuş, ta İslâm’ın ilk yıllarında fethedilmiş mübarek bir adadır. Hâlbuki Sasani Devleti ile savaşan sahabe-i kiram Sasani ikliminde bir çuval toprağı arkalarına alıp, bütün ülkenin fethine kadar bu emaneti-ülkeyi fethetmeyi- mukaddes bir görev addetmişlerdir. İlk Müslümanların, ecdadımızın bu durumları bilinmektedir, biz de onların arkasından gelenleriz; Girit gibi bir adayı değil vatanımızın bir taşına karşılık bütün varlığımızı veririz. Önde giden ise her zaman âlimlerdir. İslâm’ın, Osmanlı’nın ta başından beri hangi bir büyük savaş olsa önde âlimler vardı. Her başarı âlimler ile sağlandı. Hiçbir kural ve düzenin olmadığı dönemlerde en büyük işkenceler âlimlere yapıldı, buna karşılık, meşrutiyetin oluşmasını ve ilan edilmesini hazırlayanlar da âlimlerdi. 31 Mart olayında âlimlerin dini uyarıları olmasa idi vatana hâkim olmamız düşünülemezdi. Bizde Girit için ve hatta en küçük Osmanlı köyü için bütün milleti arkasına düşürüp “Ya şehitlik! Ya gazilik!” diye tekbir alarak gidecek olan âlimleriz. Yaşasın âlimler! Yaşasın büyük hilâfet! Yaşasın Osmanlı! Var olsun Girit! Allah başarıya ulaştırsın!”[10] Takî Efendi’nin bütün bu ifade ve gayretlerinden anlaşılmaktadır ki, kendisi Osmanlı imparatorluğunun devamını, İslam’ın hayatiyeti açısından son derece önemli görmüş, Müslümanları birlik ve beraberlik içerisinde bu anlayışı ayakta tutmaya davet etmiştir. Kendisi bu birliktelik fikrinden hareketle dünyanın her tarafındaki Müslümanların sıkıntıları ile ilgilenmiş, onları madden ve manen sıkıntı içerisinde bırakmaya çalışanlara karşı net olarak tavrını koymuştur. O, ileri görüşlü bir âlim ve dirayetli bir siyasetçi olarak dünyanın her yerinde var olan Müslümanların dertleri ile dertlenip çözüm yollarına ulaşmaya çalışmıştır. Bugün bize düşen görev, Takî Efendi’nin bu mücadelesini içselleştirip günümüzde de çeşitli sıkıntılara maruz kalan kardeşlerimizin yanında bulunmak olmalıdır. [1] Mustafa Takî, “Hitabe”, Sebilürreşad, c.19, sayı: 487, Yıl:1337, s.203-204; aynı müellif, “Hitabe”, Sebilürreşad, c.19, sayı: 489,Yıl:1337, s.226-227. [2] Mustafa Takî, “İslam Fedakârlığı”, Sebilürreşad, c.20, sayı: 527, Yıl: 1339, s.218-219; aynı müellif, “İlk İslam Taraftarlarının Fedakârlığı”, Sebilürreşad, c. 20, sayı: 517, Yıl: 1338, s.266-267. [3] Mustafa Takî, “Girit İçin”, Beyânü’l-Hak, c.3, Sayı: 65, Yıl:1328, s.1299. [4] Takî, “Hitabe”, Sebilürreşad, c.19, sayı:487, Yıl:1337, s.203. [5] Takî, “Hitabe”, Sebilürreşad, c.19, sayı:487, Yıl:1337, s.203-204. [6] Takî, “Artık Uyanmalıyız”, Sebilürreşad, c.19, Sayı: 479, Yıl:1337, s.116. [7] Takî, “Rusya’da İslâm’a Baskı Yapmaya Gerek Görenler”, Sırat-ı Müstakim, c.6, Sayı:156, Yıl:1327, s.412. [8] Takî, “Rusya’da İslâm’a Baskı Yapmaya Gerek Görenler”, s.413. [9] Takî, “İslam’da Cihat”, Sırat-ı Müstakim, c. 7, Sayı: 172, Yıl:1327, s.245. [10] Takî, “Girit İçin”, Beyânü’l-Hak, c.3, Sayı:65, Yıl:1328, s.1299.
Fatih ÇINAR
YazarEdebiyatta ateş, âşığın sevgilisine hasretini ve içinde büyük bir buruklukla hissettiği ayrılık hissini ifade için kullanılır. Ateş, âşığın içinde bulunduğu aşkın ızdırabının eseridir. Ayrıca sevgilis...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.) 22 Ramazan 1331/12 Ağustos 1914’te Pazartesi sabahı Darende’de doğdu.[1] Babası Şeyh-zâde sülalesinden es-Seyyid Hasan Feyzi Efendi’dir. Osman Hulûsi Efendi (k.s.)...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Kaygusuz Abdal, Bektaşiyye Tarikatı’nın ve tekke edebiyatının en önemli simalarından birisidir.[1] XIV. yüzyıl sonu ile XV. yüzyılın birinci yarısında yaşayan, Teke ili Alâiye Sancağı Beyi’nin oğlu ol...
Yazar: Fatih ÇINAR
Karabağ’dan Anadolu’ya Miras Mânevî Bir Nefes:Hamza Nigârî Ve Hakîkat ÇağrısıKarabağ, insanlığa anlam arayışında rehber ve Hakk’a dâvet konusunda nice büyük ismin yetiştiği mümbit bir diyardır. Karaba...
Yazar: Fatih ÇINAR