MÜSLÜMANIN GÜZEL HASLETLERİNDEN BİRİ: ARABULUCULUK
İnsanlar yapıları gereği her zaman birbirleriyle iyi anlaşamaz ve yakın ilişki kuramazlar. Kendi aralarında meydana gelen çeşitli sebeplerle bazen de başkalarının arayı bozması sebebiyle birbirlerinden uzaklaşırlar. Biz Türkçede bunu ifade ederken, “Araları açıldı.”, “Araları yok.”, “Aralarına kara kedi girdi.”, “Mesâfeliler.” deriz. Araları gâyet iyi olan iki kişiyi ifade ederken de “Araları gâyet iyi.”, “Aralarından su sızmıyor.” deriz. İnsanlar ve özellikle Müslümanlar için en güzel ve en doğrusu aralarının iyi olmasıdır. Çünkü namazda saf tutup Allah’a ibadet ederken omuz omuza vermektedirler ve aralarına mesâfe koyamamaktadırlar. Şâyet koyarlarsa namazları en azından mekruh olmaktadır. İnsanların tabiatları ve mizaçları farklı farlıdır. Birinin hoşlandığı bir şeyden diğeri hoşlanmayabilir. Herkesle her türlü ilişkiye girilemez. O zaman geçinmek için insanların önce birbirini iyi tanıması gerekir. Zaaf ve hassas noktalarından haberdar olmaları gerekir ki, birbirlerine karşı davranışlarında bunlara dikkat etsinler de araları açılmasın. Bunun için yolculuk yapmak, alış-veriş yapmak, komşuluk yapmak gibi hususlar tarafların birbirini tanımalarına yardımcı olur. Ayrıca şu da bir gerçektir ki, her insan birbiriyle istese de çok yakın olamaz. Çok yakın olmak da gerekli değildir. Önemli olan düşman olmamak ve küs durmamaktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hususta hassas bir denge önermekte ve şöyle buyurmaktadır: “Sevdiğin kişiyi ölçülü sev, bekli de günün birinde o en nefret ettiğin kişi olabilir, kızdığın kişiye de ölçülü kız, belki de bir gün o en sevdiğin kimse olabilir.” Asıl olan Müslümanların barış, huzur, sevgi, muhabbet ve kardeşlik içinde yaşamalarıdır. Zaman zaman araları bozulan iki Müslümanın arasını düzeltmek de diğer Müslümanların Kur’ân tarafından emredilen vazifeleridir. Farz-ı kifâye olan bu vazifeyi bazı Müslümanların yerine getirmesi gerekir. Şâyet hiçbirisi yerine getirmezse hepsi sorumlu ve günahkâr olur. Buna “arabuluculuk” denir. Arabuluculuk, dargın olanları uzlaştırmak, barıştırmak, birbirine yakınlaştırmak demektir. İslâm, Müslümanları, insanların arasını bozacak koğuculuk, gıybet gibi kötü davranışlardan sakındırırken onların arasını düzeltmeyi de teşvik etmiştir. Buna göre Müslümanlar, aralarında dargınlığa varacak söz ve davranışlardan imkân dahilinde sakınmalıdırlar. Ancak her şeye rağmen ve bütün dikkatli davranmalara karşın, dargınlık kaçınılmaz olursa dargınlıklarını gidermeye, anlaşmazlıkları çözmeye gayret etmelidirler. Bunun da mümkün olmadığı yerlerde, Müslümanların, diğer Müslüman kardeşlerinin aralarını bulmaya çalışıp, onları barıştırmaları dinî ve ahlâkî görevleridir. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Mü’minler kardeştirler, kardeşlerinizin arasını düzeltin.”1 Huzurlu bir cemiyet hayatının temel şartı barıştır. Barış esas, kavga ârızîdir. Yüce Allah, başta aile hayatı olmak üzere, toplum hayatında barış ve anlaşmanın hayırlı bir iş olduğunu bildirmiştir.2 Bu sebeple Müslümanlar, Yüce Allah’ın: “Allah’tan korkunuz ve aranızı düzeltiniz.”3 emrine uymayı hayatlarının düsturlarından biri hâline getirmelidirler. Âlemlere rahmet, Hz. Peygamber (s.a.v.) Müslümanlara arabuluculuk yapmalarım tavsiye etmiş, kendileri de bizzat gidip dargın ve birbiri ile anlaşamayan Müslümanları barıştırmıştır. Bazen de dargınların duâ ve tevbesinin kabul edilmeyeceğini söyleyerek ciddî ikazlarda bulunmuştur. Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) ashâbına, “Size, namaz, oruç ve sadakadan daha üstün bir şey göstereyim mi?” buyurmuştu. Onlar, “Evet, ya Rasûlullah”, dediler. Peygamberimiz de sözüne devamla, “Arabulmak, barıştırmaktır; Çünkü aranın bozulması saçı kökünden kazır demiyorum, dini kazır.”4 buyurdu. Medine yakınlarındaki Kubâ halkı döğüşmüş, hatta birbirlerini taşlamışlardı. Bunu haber alan Peygamber Efendimiz, ashabına, “Haydi bizimle geliniz de onların aralarını düzeltelim.” buyurmuş ve Kubâ’ya gitmişti.5 Yine Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Halkın arasını düzelten ve bunun için iyilik kasdiyle söz taşıyan ve yine iyilik düşüncesiyle yalan söyleyen, yalancı değildir.”6 Yalan söylemek büyük günahlardan olduğu hâlde, bazı durumlarda buna müsâade edilmiştir. Yalan söylemenin müsâade edildiği alanlardan biri de, karı-koca ve diğer insanların arasını bulmaktır. İşte büyük bir günah olan yalana müsâade edilmesi, arabuluculuğun ne kadar önemli bir ahlâkî görev olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Birbirinize kin tutmayın, birbirinizle hasedleşmeyin, birbirinizden arka dönüp uzaklaşmayın. Ey Allah’ın kulları! Birbirinizle kardeş olun. Bir Müslümanın din kardeşini üç günden fazla terk etmesi (yani dargın durması) helâl olmaz.”7 Öyleyse birbirine dargın olan Müslümanların, Peygamber Efendimiz’in yasakladığı bir konuda kendilerine yardımcı olmaya çalışan, yani onları barıştırmaya, aralarını bulmaya gayret eden Müslüman kardeşlerine yardımcı olmaları da ahlâkî görevleri arasındadır. Dargın Müslümanlar, inatla dargınlıklarını devam ettireceklerine, dinin üç günden fazla dargın durmayı yasakladığını, atalarımızın, “Müslümanın Müslümana küslüğü tülbent kuruyuncaya kadardır.” dediğini düşünerek arabuluculuk yapmak isteyenlerin bu hayırlı teşebbüslerini bir barışma vesîlesi saymalıdırlar. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Onların gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur; ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesnâ. Bunları, Allah’ın rızâsını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz.”8 Bu âyet bize, arabuluculuğun, diğer iyiliklerde olduğu gibi, çıkar gözetilmeden sırf Allah rızâsı için yapılması gerektiğini, ancak böyle bir düşünce ile yapılan arabuluculuğun ahlâkî bir değer ifade edebileceğini göstermektedir. Dinimiz, arabuluculuğu büyük bir fazîlet olarak teşvik ederken, aksine ara bozmak için söz taşımayı da büyük günah saymıştır. Arabuluculuğun, olumlu ve yapıcı bir insan olmanın önemini çok iyi bilen ârifler, sohbetlerinde ve yazılarında zaman zaman bu konuyu ele almış ve muhâtaplarına bu konuda gerekli nasîhatlerde bulunmuşlardır. Aile birliği, dostluk birliği ve cemiyetin âhengi için arabuluculuğun önemine dikkat çekmişler ve bu konudaki bazı âyet ve hadislere de yer vermişlerdir. İslâm’ı iyi bilen, onun terbiyesini alan, ahlâkıyla ahlâklanan âlimler, ârifler ve gönül insanları hiçbir zaman arabozuculuğa, fesatlığa, karıştırıcılığa izin vermemişlerdir. Hatta bulundukları bölgenin ve beldenin arabuluculuk konusunda mürâcaat kaynağı olmuşlardır. Bunun örnekleri çoktur. Arabuluculuk yapan insanlar, insanların hangi yapısı olursa olsun, ötekileştirilmesine müsâade etmemiş, herkese Allah’ın kulu olarak ve muhabbet ile bakmışlardır. İnsanların birbiri ile barışık yaşamasına hem hizmet, hem dikkat, hem de yardım etmişlerdir. Fiilî olarak küsülü insanları bir araya getirip barıştıran gönül erleri, onların haberi olmadan bir taraftan da aralarının düzelmesi ve bozulmaması için duâ etmiş ve yanlışa sapmamaları ve dağılmamaları için Allah’a niyazda bulunmuşlardır. Hiç kimsenin gerek aile yapısında gerek ticârî hayatında ilişkili olduğu kimselerle aralarının bozulmasına ve kavga etmelerine ellerinden geldiğince müsâade etmemişlerdir. Gerektiği zaman kendileri fedakârlıkta bulunmuşlardır. Sohbetlerinde “Mü’minler ancak kardeştirler. Onun için iki kardeşinizin arasını ıslah ediniz ve Allah’tan korkun ki rahmetine nâil olan kimselerden olasınız.” âyetini çokça okumuş, devam eden tefrikanın çok kötü bir hastalık olduğunu, toplumu sarsarak çöküntüye götüreceğini söylemişlerdir. Şu hadis-i şerif de bu konuda çok okudukları hadislerden biridir: “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücûda benzerler. Vücûdun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”9 Onun için Müslüman, kimseyi rahatsız etmez, kin tutmaz, küskün olanları da barıştırır, toplumun huzura kavuşmasına vesile olur. Müslümana yakışan budur. Müslüman, insanların huzurlu, muhabbetli ve dost olmasından mânen zevk alır, aralarının açılmasından dolayı ise sıkıntı yaşar.
Abdullah KAHRAMAN
YazarMuharrem Efendi, X/XVI. yüzyılda yaşamış saygın Osmanlı âlimlerinden birisidir. Asıl adı, Muharrem b. Ebi’l-Berakât Muhammed b. ‘Ârif b. Hasan’dır. 910/1504 tarihinde Zile’de doğmuştur. Bu sebeple dah...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Din duygusunun insanda doğuştan var olduğu bir gerçektir. İnsanların din seçimi, seçtiği dini doğru usullerle öğrenmeleri, dindar olmaları ve dindarlığını diğer toplum alanlarına ve bireylere yansıtma...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Kırk hadis risâlesi oluşturma geleneği İslâm âlimleri tarafından Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bu konudaki müjdesine mazhar olmak için yapılagelmiştir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ümm...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Dinimiz ve dinî kültürümüz bize bazı kelimeler ve kavramlar hediye etmiş ve öğretmiştir. Bu kavramlar vâsıtasıyla biz zihniyet oluşturur, tavrımızı belirler ve kimlik oluştururuz. Bu kavramlardan biri...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN