MİLLÎ SANAT ANLAYIŞI
Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden Kökü mâzînin derinliklerinde olan milletler çeşitli bakımlardan kendine has hususiyetler meydana getirmiştir. Milleti meydana getiren unsurlar dediğimiz şey de budur. Milletlerin tarihi derinleştikçe millî özellikleri de artmıştır. Çünkü geçen her zaman, bir arada yaşayan insanların ortak değerlerine verdiği kıymeti zenginleştirmiştir. Meselâ Türk milleti için hilâl ile yıldız bayrağının sembolü olduğu için her Türk, nerede bir hilâl şekli görse kalbi çarpar; hatta atlasta Türkiye haritasını görse heyecanlanır. Bu, millet olabilmiş her toplum için kendi öz değerleri bakımından geçerli bir histir. Her millet kendi değerlerini benimser, onlara saygı duyar, hatta kutsallık bile izafe edebilir. Peygamber Efendimiz “Kişi kavmini sevmekten dolayı kınanamaz.” buyurmuştur. Çünkü insanın fıtratı bunu gerektirir. Kozmopolit ülkelerde umum halkın ortak değerleri bulunmadığı için onlar küreselleşmeye uygun karakterler gösterebilir. Türk milleti, kökü tarihin derinliklerine dayanan nadir milletlerden biridir. Millet, etrafında kümeleneceği, derdine deva bulabileceği, hayatını uğruna feda edebileceği birçok ortak değerin sahibidir ve bu ortak değerler de millî hususiyetler arz eder. Bize ait din, dil, vatan, bayrak, hürriyet, cesaret, fedakârlık, misafirperverlik… gibi birçok maddî ve manevî kıymetlerimizi sayabiliriz. Bunları tek tek ele aldığımız zaman da az ya da çok; ama mutlaka diğer milletlerden farklı yönlerimizin olduğunu bariz bir şekilde görebiliriz. Meselâ bayrağımız bize has anlamlar taşır. Hilâl, İslâm’ı; yıldız ise Türk milletini temsil eder. Birçok millette görülemeyen fedakârlık duygusu bizim insanımızda vardır. Türk milleti misafirperverdir. Hiç tanımadığı insanla bile bir lokma ekmeğini paylaşır. Ana babaya öf bile demenin evladı iflah etmeyeceğini bilir Türk milleti… Bu yüzden yaşlılar evlerde yük değil, başların tacıdır. Keza komşusu açken kendisi tok yatmaz; bilir ki komşu hakkı vardır… Yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutsa bile komşuluk ilişkilerini canlı tutmanın gayretini gösterir bizim insanımız. Duyuyoruz, Avrupa’da tek başına yaşadığı için ölüsünden bile ancak günler sonra haber alınabilen insanlar var. Hâlbuki bizde akrabalık ilişkileri sıcak bir şekilde devam etmektedir. Gelişen ve modernleşen günümüzde, daha birçoğunu saymadığımız millî ve manevî değerlerimizi gereksiz gördüğü için yıkmaya çalışan sözde aydınlara rağmen, gerçek aydınların bunların karşısında kale gibi durduğunu ve bu güzel değerlerimizi gelecek kuşaklara aktarma mücadelesi verdiklerini de görmezden gelemeyiz. Yukarıdan beri bahsettiğimiz millî ve manevî özellik arz eden hususlardan biri de edebiyattır, sanattır, mûsıkîdir. Bunlar da bize ait özellikler arz eder. “Sanat evrenseldir” sözünü birçok kimse maalesef yanlış yorumlamaktadır. Millî bir sanatı olmayan milletin, evrensel olması mümkün değildir. Sanat ancak yerel, millî özellikler, yani mensup olduğu millete ait nakışlar taşıdıktan sonra evrensel olabilir. Sanatçı evrensel olma uğruna kendi kimliğini göz ardı etse bile mutlaka başka bir kimliğe bürünüyor demektir. Ülkemizde Tanzimat’la başlayan yanlış batılılaşma ne yazık ki kendi kültürüne, edebiyatına, tarihine bigâne; hatta düşman nesillerin yetişmesine sebep olduysa da bu durumdan kurtulmayı kendine hedef edinen kültür, sanat adamları da olumlu sonuçlar verecek çalışmalarından geri durmadı. Edebiyatımızda öze dönüşü, millî değerlere yeniden sahipleniş adına bir akım dahi başlatıldı. Mesela Faruk Nafiz Çamlıbel, Türkiye’nin kültüründe, tarihinde, coğrafyasında, geleneğinde… keşfedilmeyi bekleyen nice hazineler bulunduğuna dikkat çeken şairlerimizden biri olmuştur. Özellikle “Sanat” şiirinde millî zevki okşayan güçlü mısralar söylemiştir. Çamlıbel, kendi öz değerlerimizin ihmale uğradığından şikâyet ettiği bu şiirinde millî sanat ve kültürümüzün yabancılara özentiyi gerektirmeyecek kadar zengin ve bâkir oluşuna dikkat çekerek artık batı hayranlarıyla bir yol ayrımına geldiğinin mesajını da verir bu şiirinde: Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek, Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar! Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek, İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar. Sen kubbesinde ince bir mozaik arar da Gezersin kırk asırlık bir mabedin içini, Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda, Bize heyecan verir bir parça yeşil çini… Sen raksına dalarken için titrer derinden Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin. Fırtınayı andıran orkestra sesleri Bir ürperiş getirir senin sinirlerine, Iztırap çekenlerin acıklı nefesleri Bizde geçer en yanık bir musiki yerine Sen anlayan gözlerle süzersin uzun uzun Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini, Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini… Başka sanat bilmeyiz, karşımızda dururken Yazılmamış bir destan gibi Anadolu'muz Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken Sana uğurlar olsun… Ayrılıyor yolumuz! Yahya Kemâl, mûsıkînin de bir milleti diğer milletlerden ayırt edici önemli bir kültür unsuru olduğu görüşündedir. Bu yüzden Türk mûsıkîsinin önemli bestekârlarından Dede Efendilere, Itrîlere, Tanburî Cemillere dikkat çeker şiirlerinde. Zira onların her bir bestesi birer Türklük unsurudur Beyatlı’nın gözünde… Sadece Türklere değil, bütün Müslümanlara “Tekbir”in bestesini hediye eden Itrî’ye karşı büyük bir saygı besler Yahya Kemâl. Bu hayranlığını şu mısralarla dile getirir: Mûsıkîsinde bir taraftan din, Bir taraftan bütün hayât akmış; Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn, Mavi Tunca’yla gür Fırat akmış. Nice seslerle, gök ve yerlerimiz, Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz, Bize benzer o kâinat akmış Yahya Kemâl, birçok insanın eski mûsıkîmizden anlamadığı için bizden de bir şey anlayamayacağını söylüyor. Çünkü kendi mûsıkîsi ile dertlenmeyen yahut neşelenmeyen bir insanın rûhen bu memlekette yabancı olacağı kanaatindedir. Yahya Kemâl, mûsıkînin bir milleti kucaklayıcı, kuşatıcı bir unsur olduğunu şöyle ifade ediyor: Tâ Budin’den Irak’a, Mısır’a, kadar, Fethedilmiş uzak diyarlardan, Vatan üstünde hür esen rüzgâr, Ses götürmüş bütün baharlardan. O dehâ öyle toplamış ki bizi, Yedi yüz yıl süren hikâyemizi Dinlemiş ihtiyar çınarlardan Beyatlı’nın, Varşova’da büyükelçi sıfatıyla bulunduğu sırada hissettikleri de yine millî bir hassasiyetin tezahürüdür. Kar Mûsıkîleri şiiri, gurbette sılasını düşünen bir yüreğin feryadından başka bir şey değildir: Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı, Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı, Bir erganun âhengi yayılmakta derinden... Duydumsa da zevk almadım İslâv kederinden. Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta, Tanbûrî Cemil Bey çalıyor eski plâkta. Şair, acıklı bir mûsıkînin bile insanın rûhunu teselli edecek bir özellik taşıdığını; fakat yabancı bir müziğin kendi ruhunda hiçbir yankısının bulunamayacağını söylüyor bu şiirinde. Yahya Kemâl’in nazarında mûsıkînin ayrı bir güzelliği ve önemi vardır. Çünkü ona göre mûsıkî vatan gibi, bayrak gibi, millî; İslâm’dan izler taşıdığı için de dînî bir yönü vardır. Şairin “eski mûsıkî” ve “biz” kavramlarıyla kastettiği mana rûhunu, biz, “Yol Düşüncesi” şiirinde açık bir şekilde gördük. Sanıyorum açıklamaya çalıştığımız beytin açılımı da şiirin şu bölümünde verilmiş: -Cihan vatandan ibârettir, îtikadımca - Budur ölümde benim çerçevem, murâdımca; Vatan şehirleri karşımda, her saat, bir bir; Fetihler ufku Tekirdağ ve sevdiğim İzmir; Şerefli kubbeler iklîmi, Marmara’yla Boğaz; Üzerlerinde bulutsuz ve bitmeyen bir yaz; Bütün eserlerimiz, halkımız ve askerimiz; Birer birer görünen anlı şanlı cedlerimiz; İçimde dalgalı Tekbîr’i en güzel dînin; Zaman zaman da “Nevâ-Kâr’ı” doğsun, Itrî’nin. Ölüm yabancı bir âlemde bir geceyse bile, Tahayyülümde vatan kalsın eski hâliyle…
Vedat Ali TOK
YazarSenin emrine mahkûm cümlesidir taht-ı hükmündeKamu mahlûk u âlem ins ü cân arz u semâ yâ Rab(Ey Rabb’im! Bu dünyadaki yer, gök, insan ve cinler, yaratılmış olan bütün varlıklar Senin hükmün altındadır...
Yazar: Vedat Ali TOK
Zâtî (1471-1546)Kâmetin ey bûstân-ı lâ-mekân pîrâyesiNûrdan bir servdir düşmez zemîne sâyesi Yûsuf’u gerçi görenler ellerini kesdilerGün yüzün gördü senin şakk oldu bedrin ayası Menzil-i tîr...
Yazar: Vedat Ali TOK
Yûnus Emre (?-1320)Canım kurbân olsun senin yolunaAdı güzel kendü güzel MuhammedŞefâat eyle bu kemter kuluna Adı güzel kendü güzel Muhammed Mü’min olanların çokdur cefâsıÂhiretde olur zevk ü sefâ...
Yazar: Vedat Ali TOK
"İnsan ara bul irfan ara bulDerman ara bul bîmâre gönlüm"Osman Hulûsi Efendi bu beytinde diyor ki; insan, yaratılışı itibarıyla çeşitli şeylere muhtaç dünyaya gelir ve bu ihtiyaçları bir ömür boyu dev...
Yazar: Vedat Ali TOK