MEVLÂNA’NIN ŞİİRDEKİ GAYESİ
Peygamber Efendimiz’e medhiye özeliği taşıyan naatlar, Müslüman şairlerin en çok tercih ettiği türlerden birisidir. Bu türü tercih etmelerinin hikmetlerinden birisi de onun şefaatine nail olabilme düşüncesidir. Nasıl ki şair sahabi Kâ‘b bin Züheyr “Ḳaṣîdetü’l-Bürde”yi yazarak Peygamberimiz’in affına nail olmuşsa, Müslüman şairler de onun şefaatini umarak Habib-i Edib Efendimiz’i şiirleriyle methetmişlerdir. Fuzulî, Şeyh Galip ve Nabi gibi şairler Divan edebiyatında naatlarıyla meşhur olan şairlerimizdir. Dinî tasavvufî edebiyatımızda ilk naat örneklerine Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eserinden rastlanmaktadır. Anadolu sahasında Mevlâna Celaleddin-i Rumî’nin Farsça, Yunus Emre’nin Türkçe naatlarıyla bu tür, XIII. yüzyıldan itibaren edebiyatımızın vazgeçilmez türü halini almıştır.[1] Edebiyatta Farsça Yaygındı Selçuklular devrinde üstün bir seviyeye ulaşan Farsça, edebiyat dili olarak rağbet görmüş, birçok edebî eser bu dilde yazılmıştır.[2] Selçuklu devletinin Farsçayı resmi dil olarak tanıması, diğer yandan Farsçanın o dönemde edebi dil olarak kabul edilmesi dolayısıyla, Mevlâna’nın Mesnevisi, Divan-ı Kebir’i, Mecalis-i Seb’a, Fih-i Mafih ve tüm eserleri Farsça yazılmıştır.[3] Neticede Mevlâna Selçuklu medeniyetinin sağladığı ortamda yetiştiğinden dolayı bir Selçuklu medeniyeti kişiliğidir. Bunun yanında o bir dünya büyüğü ve uluslararası bir kişiliktir. Mevlâna bir Selçuklu’dur ve milliyet ayrımı yapılmayan bir devrin insanıdır. Tasavvuf görüşünü benimsemiş bir mutasavvıftır.[4] Prof. Dr. Neşet Çağatay Mevlâna’nın eserlerini Farsça yazmasının sebeplerinden birisini şöyle açıklıyor: “O bölge şehirlerindeki şairler, düz yazı yazan edebiyatçılar, felsefeciler ve mutasavvıflar gibi bilim adamları arasında, medreselerde Farsça yaygındı. Oralardaki dersler genellikle Farsça yapılıyor, eserler Farsça yazılıyor hatta devletlerin resmî yazışmalarında Farsça kullanılıyordu. Bilindiği gibi bu gelenek, Anadolu Selçukluları veziri Karamanoğlu Mehmet Bey’in 1277 yılında Türkçeyi resmi dil ilan edişine kadar Anadolu Selçukluları’nda da sürmüştür.”[5] Yukarıdaki bilgilerden anlaşılacağı üzere coğrafya ve dönem itibariyle Farsça yazmanın oldukça yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Medrese ve elit kesimde Farsça ilim ve sanat dili olarak karşımıza çıkmaktadır. Halk arasında Türkçe konuşulmakla beraber iş yazı diline gelince Farsçanın kullanıldığı görülmektedir. Mevlâna Halkı Gözetti Şiirlerinde Horasan’ın halk Farsçasını kullanan Mevlâna’nın Fih-i Mafih’deki şu ifadelerine bakılırsa, halk kitlelerinin de tamamen Farsçadan uzak olduğunu söyleyemiyoruz. “Anadolu halkı şiir sevdiği için şiir söylüyorum ben. Fakat Horasan’da kalsaydım, orada şairlik ayıp görüldüğünden uzun zamanlar türlü meşakkatlerle elde ettiğim bilgimle halkı faydalandırırdım ders verirdim kitaplar yazardım.” Mevlâna’nın bu sözünü nakleden Abdulbaki Gölpınarlı onun bu sözlerine binaen şöyle demektedir: “Görülüyor ki Mevlâna, halk için, halkın faydası için şiir yazmaktadır ve onca sanat sanat için değildir. Halk içindir, halkın faydası içindir.”[6] Burada şöyle bir soru akla geliyor. Mevlâna’nın eserleri bazılarının iddia ettiği gibi elit bir kesime mi hitap etmekteydi? Yoksa halk da bunları anlıyor muydu? Eğer elitlere yazılmış olsaydı, Mevlâna üzerine uzun yıllar araştırma yapan Gölpınarlı onun halkı irşad etmek için şiiri tercih ettiğini söylemezdi. Onun Farsça yazıyor olması ve aynı zamanda Anadolu halkının faydası için şiir yazması, ilk bakışta çelişkili gibi görünse de o tarihlerde Anadolu’da Farsçanın konumunu düşündüğümüzde ortada bir çelişki olmadığını görüyoruz. Mevlâna’nın hakikatleri şiir ve kıssa diliyle anlatıyor olması da onun sadece elit kesime hitap etmediğini göstermektedir. Araştırmacı merhum Ahmet Ateş “Hicri VI-VIII. (XII-XIII) Asırlarda Anadolu'da Farsça Eserler” başlıklı makalesinde bu konuda bazı bilgilere yer verdikten sonra sonuç bölümünde şöyle demektedir: “Moğol istilâsından kaçarak Anadolu'ya gelen büyük sûfîler etrafında, Mevlâna'nın etrafında olduğu gibi, Farsça bilen birer zümre mevcuttu. Şehirlerde Farsça bilen, belki Farsça konuşan halk zümreleri vardı. Farsça 720 tarihine doğru bazı medreselerde tedris lisanı idi.”[7] Mevlâna’nın şiiri tercih etmesinin nedeni konusunda Sezai Karakoç da onun halkı aydınlatmak için şiir söylediği görüşündedir. Bu konuda şöyle der: “Mevlâna biz nerde şiir nerde der ve açıklar. Biz memleketimizde yani Belh’de kalsaydık, medresede ders vermekle yetinecektik. Orada medresede ders vermek hizmet için yeterliydi. Ama Anadolu’da Mevlâna medresede ders vermekle yetinilemeyeceği görüşündedir. Medresenin dışında da yapılacak büyük görev vardır. Devlet görevlileri, hatta halk uyandırılmaya, aydınlatılmaya muhtaçtır.”[8] Nitekim Mevlâna’nın Mesnevî’ye başlaması da böyle bir nedenle olmuştur. Ali Ural bunu şöyle anlatıyor: “Hüsameddin Çelebi, Mevlâna’ya hakikatleri manzum hikâyeler olarak yazması gerektiğini, bu şekilde olursa insanların kafalarına daha iyi gireceğini söyledi. Mevlâna bunu duyunca sarığının arasından Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini çıkartıp ona gösterdi. ‘Çelebi’ dedi; ‘Eğer sen yazarsan ben de söylerim.’ Hüsameddin Çelebi büyük bir memnuniyetle bu müjdeli haberi karşıladı ve kabul etti. Böylece Mesnevi-i Şerif yazılmaya başladı. Mevlâna ile gezerken Mevlâna söyledi, Hüsameddin Çelebi yazdı.”[9] “...Mevlâna güneşin doğuşundan batışına kadar söylüyor, Hüsameddin Çelebi de yazıyordu. Yıllarca böyle yazıldı Mesnevî. Divan-ı Kebir’i oluşturan gazeller ve kasideler bu coşku içinde söylendi.”[10] Burada şunu hatırlatmakta fayda vardır ki Mevlâna’nın şiirleri şiir söyleme geleneğinin bir ürünüdür. Söylediği şiirler “sırlar kâtibi” adı verilen dervişler tarafından kâğıda aktarılmıştır.[11] Şiir Hak İçindir Yukarıdaki bilgilerden anlaşılmaktadır ki Mevlâna için şiir elit bir heves değildir. Onun şiirdeki asıl gayesi insana ulaşmaktır. O da tüm İslâm şairleri gibi eser verirken, insanlığa bir mesaj verme, insanları iyiye ve güzele teşvik etme düşüncesinde olmuştur. Sanat için sanat gibi kompleksli düşüncelerden uzak durmuş ve İslâm’ın mesajlarını şiir yoluyla dile getirerek, “lillah” şuuruyla bir nevi sanat ile tebliğ yapmıştır. Onun eserlerindeki davet dilini görmemek neredeyse imkânsızdır. Netice de o da tüm İslâm şairleri gibi şiirdeki mazhariyetin farkına varmış ve şiiri Allah’ın rızasına kavuşmak için bir araç olarak görmüştür. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in şair sahabilerden Hasan bin Sabit (r.a.)’a iltifat etmesi, Kâ’b bin Züheyr (r.a.)’a da hırkasını hediye etmesi bütün İslâm şairlerinin ilgisini çekmiştir. Onlar da böylesi bir iltifata mazhar olabilmek maksadıyla tıpkı o büyük sahabiler gibi Allah’a tazarru ve niyazlarını, Peygamberimiz (s.a.v.)’e olan sevgi ve hürmetlerini şiir diliyle ifade etmişlerdir. Eserlerinde şiir ve hikmeti adeta birleştirerek hakikatin sözcülüğünü üstlenmişlerdir. [1] Bkz. Prof. Dr. Emine Yeniterzi, İslâm Ansiklopedisi “Na’t Maddesi”. [2] Bkz. Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, s. 210. [3] Bkz. Prof. Dr. Emine Yeniterzi, Mevlâna Celâleddin Rûmî, Ankara, 1997, s. 97. [4] Bkz. Prof. Dr. Hüsrev Hatemi, Türk Aydını Dünü Bugünü, İstanbul, 1991, s. 88. [5] Prof. Dr. Neşet Çağatay, Belleten, Cilt: XLVII – Sayı: 185 – Yıl: 1983 Ocak, s.40. [6] Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlâna, İstanbul, 1996, s. 3. [7] Ahmed Ateş, “Hicri VI-VIII. (XII-XIII) Asırlarda Anadolu'da Farsça Eserler” İstanbul Üniversitesi Türkiyat Mecmuası, c.VII, VIII, s.135. [8] Sezai Karakoç, Mevlâna, İstanbul, 1999, s. 31. [9] Aydın Başar, İrfan Yolculuğu, İstanbul, 2020, Asalet Yayınları, s.103. [10] Sezai Karakoç, Mevlâna, İstanbul, 1999, s. 32. [11] Bkz. Ahmet Kabaklı, Mevlânâ, İstanbul 1984, s.180.
Aydın BAŞAR
YazarPeygamber Efendimiz (s.a.v.)'in ismi anıldığında salâvat getirmek kuşku yok ki dinimizin üzerimize yüklediği bir vazife ve Peygamber Efendimiz’in de üzerimizdeki bir hakkıdır. Kaldı ki; Yüce Allah (c....
Yazar: Aydın BAŞAR
Kutlu Nebî’nin teşrifini bekleyen Yesriblilerin[1] gözleri, yüksek ağaçlara çıkan gözlemcilerin “İşte Rasûlüllah’ın devesi!” nidalarıyla aydınlanmış, Medine nurlanmış, Evs ve Hazreç onurlanmıştı. Küfr...
Yazar: Hamit DEMİR
Gülçin Anmaç Özgeçmiş: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Sosyal Antropoloji Bölümünü bitirdi. Kadir Has Üniversitesi Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Lisans Programı'nda tezli olarak yükse...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
“Oysa çocukların, gençlerin ve hepimizin kitap okuyarak kelime dağarcığımızı arttırmamız ve bununla düşünmemiz, hayal etmemiz ve nihayetinde bunları hayata aksettirmemiz icap ediyor.” Toplumla...
Yazar: Erol AFŞİN