MA'RUF-I KERHÎ
Ma'ruf bin Firûz Bağdât'ın Kerh beldesinden olduğu için Kerhî denilmiş ve Ma’ruf-ı Kerhî diye tanınmıştır.
Ma'ruf bin Firûz Bağdât'ın Kerh beldesinden olduğu için Kerhî denilmiş ve Ma’ruf-ı Kerhî diye tanınmıştır. Sofiyye-i aliyyenin büyüklerindendir.
İranlı bir ailenin çocuğudur. Annesi ve babası Hristiyandır. Onun da kendileri gibi dindar bir Hristiyan olmasını çok isterler. Kardeşleri ile birlikte kilise mektebine gönderirler. Ma'ruf farklı bir çocuktur. Mutidir ama öyle her anlatılana boyun eğmez ve gönlüne yatmayan şeyi kabullenemez. Nitekim "Baba¸ Oğul¸ Ruh-ül Kuds" üçlemesini içine sindiremez. Bu konu üzerinde çok düşünür ve sorduğu sorularla rahibi bunaltır. Aldığı cevaplar yeni izahlara muhtaçtır ve sadece sorularını çoğaltır. Rahip bu çocuğun karşısında izahlarının basit¸ mantığının sığ kaldığını hisseder. Disiplini sağlamak için onu konuşmaktan men eder. Ama zeki çocuk ne yapar yapar sözü mevzuya getirir. Rahibe göre tek çözüm kalır: Dayak. O da öyle yapar¸ Ma'ruf'u ibreti âlem için falakaya çeker¸ yoruluncaya kadar döver.
Şimdi Ma'ruf'u evde yeni sıkıntılar bekler. Zira babası gibi saf insanlar bir rahibe kafa tutulabileceğini düşünemez ve böyle bir cürmü işleyeni affetmezler.
Ma'ruf bir an kendini çok yalnız hisseder¸ alır başını uzaklara gider. O devirde yokluk kıtlık vardır. Hayat herkes için zor ama evini terkeden bir çocuk için daha zordur. Niye öyle yapar bilinmez ama Kûfe'ye yönelir.
Küçük çocuk yorucu bir yolculuktan sonra Kûfe'ye varır. Ma'ruf¸ Kûfe'de ciddi bir eğitimden geçer. İmam-ı Ali Rıza'nın çocuklarıyla birlikte büyüdüğü için aileden sayılır. İmam-ı Ali Rıza "O neseb bakımından değilse de huy ve muhabbet bakımından Ehl-i beyttendir. Nasıl ki ceddimiz Selmân-ı Farisi'yi ilhak edip Ehl-i beytten saydı Ma'rûf da bizdendir." demiştir.
Allahü Teâlâ bazı kullarını seçer ve sever. Onların üstüne nisan yağmuru gibi nimet yağdırır ki Ma'ruf bunlardan biridir. Nitekim bir zaman sonra Dâvûd-i Tâî gibi bir velinin dizi dibine oturur. Gökler duvak duvak açılır¸ hallere ve sırlara kavuşur.
Ma'ruf-ı Kerhi yıllar sonra memleketine döner. Köyleri yine bakımsız¸ yolları yine tozludur. Evleri daha bir viranlamıştır. Annesi¸ babası onu hasretle kucaklar. Kardeşleri etrafına toplanırlar. Onu fazla üzmez topyekun Müslüman olurlar. Ma’ruf-ı Kerhi rahibi de ziyaret eder. Yaşlı adam pişmandır¸ mahçuptur. Ma'ruf "özre ne gerek" buyurur "sen bana yaptığın iyiliğin büyüklüğünü bir bilsen?" Netice'de hepsi iman ederler. Kırk yıllık rahip sarar sarığını¸ mihraba geçer.
Ma’ruf-ı Kerhi bir zaman sonra Bağdat velileri arasında zikredilir ki Zekeriyya bin Yahya ve Sırrî Sekâtî gibi zirveleri o yetiştirir.
Mübarek kimseyi kırmaz ve herkese insanca muamele eder. Bu yüzden onu herkes sever. Komşuları cenazesini paylaşamazlar. Hristiyanlar ve Yahudiler de gelir onu kendi mezarlıklarına defnetmeye kalkışırlar. Ancak tabutu yerinden bile oynatamazlar¸ halbuki Müslümanlar el attığında naaş tüy gibi hafifler ve kuş gibi uçar. Orada bulunanlar topyekün Müslüman olurlar.
Ahmed bin Hanbel ve Yahyâ bin Mâîn¸ Ma'rûf-ı Kerhî'ye mürâcaat ederler ve bir çok meseleleri ondan öğrenirlerdi.
Birgün Yahyâ bin Mâîn ve Ahmed bin Hanbel¸ Ma'rûf-ı Kerhî'nin yanına geldiler. Yahyâ bin Mâîn¸ Ma'rûf-ı Kerhî'ye Secde-i sehv'i sormak istiyordu. Ahmed bin Hanbel¸Yahyâ'ya; "Sus!" dedi. Fakat o susmadı ve; "Yâ Ebel-Mahfûz¸ Secde-i sehv hakkında ne dersin?" diye sordu. Ma'rûf-ı Kerhî; "Kalbin namazdan gâfil olup¸ namazdan başka bir şeyle meşgûl olmasından dolayı bir cezâdır." deyince¸ Ahmed bin Hanbel; "Bu ne güzel ve ne mânâlı bir cevaptır." buyurdu.
Ma’ruf-ı Kerhî'den Nasihatler
"Dünya dört şeyden ibarettir: Mal¸ söz¸ uyku ve yemek. Mal; insanı Allahü Teâlâ'ya isyân ettirir. Söz¸ insanı Allahü Teâlâ'dan oyalar. Uyku¸ insana Allahü Teâlâ'yı unutturur. Yemek ise insanın kalbini katılaştırır." buyurdu. Sırrî Sekâtî buyurdu ki: Ma'rûf-ı Kerhî'yi şöyle söylerken işittim: "Kim kibirli olur¸ kendini büyük görürse Allahü Teâlâ onu yere vurur; kim Allahü Teâlâ ile münâzea ederse (karşı gelirse) Allahü Teâlâ ona gazâb eder. Kim Allahü Teâlâ'ya tevekkül eder O'na sığınır ve güvenirse; Allahü Teâlâ onun yardımcısı olur. Kim Allahü Teâlâ'ya tevâzû ederse¸ Allahü Teâlâ onu yükseltir."
Ma'rûf-ı Kerhî'ye "Dünyâ sevgisi kalbden nasıl çıkar?" diye sorulduğu zaman buyurdu ki: "Allah'a karşı hâlis sevgi¸ tam bir muhabbet ve hüsn-i muâmele yâni Allah'ın râzı olduğu işleri yapmak ve men ettiklerinden sakınmak ile" cevâbını verdi.
Bir gün abdesti bozuldu. Hemen oracıkta teyemmüm etti. "İşte Dicle¸ niçin teyemmüm ettiniz." dediklerinde; "Oraya gidinceye kadar acaba yaşayabilir miyim? Ölüverirsem abdestsiz olmıyayım." dedi.
Ma'ruf-ı Kerhî¸ Ramazan ayından başka bir ayda¸ nâfile oruç tutarken Bağdat çarşısından geçiyordu. İkindi vakti bir su dağıtıcısı; "Benim suyumdan içene Allahü Teâlâ rahmet etsin" diye bağırıyordu. Hazret-i Ma'ruf¸ sucunun elindeki bardağı alıp içti. Talebeleri dedi ki: "Efendim siz oruçlu değil miydiniz?" "Evet oruçlu idim. Fakat bu su dağıtıcısının duâsı üzerine nâfile orucu bozdum." buyurdu.
Ma'ruf-ı Kerhî vefât edince¸ kendisini rüyâda gördüler; "Allahü Teâl⸠sana nasıl muâmele eyledi?" dediler¸ "O su dağıtıcısının duâsı ile daha fazla ihsâna kavuştum." dedi.
Ma'ruf-ı Kerhî'ye: "Muhabbet nedir?" diye sordular. Cevâben buyurdu ki:
"Muhabbet¸ öğrenmek ve öğretilmekle elde edilen bir şey değildir. Ancak Allahü Teâlâ'nın bir ihsânı ile elde edilir."
Buyurdu ki: "Kulun mâlâyanî boş ve faydasız konuşması¸ Allah'ın onu zelil ve yalnız bırakmasının alâmetidir."
"Tasavvuf¸ hakîkatları almak ve halkın elinde olan dünyâ malından ümidini kesmektir¸ uzaklaşmaktır."
"Üstün olmak sevdasında olan¸ ebedî olarak felâh bulmaz¸ kurtulamaz."
"Allahü Teâlâ bir kuluna iyilik murâd ederse; hayırlı amel kapısını açar¸ söz kapısını kapar. Kişinin işe yaramaz söz konuşması bedbahtlıktır. Kötülük murâd ettiğinde bunların aksini yapar."
"Amelsiz Cennet'i istemek ve emir olunduğunu yapmadan rahmet ummak¸ câhillik ve ahmaklıktır."
"Dilini (başkalarını) kötülemek ve aşağılamaktan koruduğun gibi¸ medh etmekten de koru."
Buyurdular ki: "Dişi hayvana bile bakmaktan sakınınız."
"Kim mümin kardeşinin bir aybını örterse¸ Allahü teâlâ onun bu işinden dolayı bir melek yaratır¸ onun elinden tutar ve o melekle berâber Cennet'e girer."
Ma'ruf-ı Kerhî hazretleri kendi kendine dövünür; "Ey nefş hâlis ol ki halâs (kurtuluş) bulasın" buyurur ve ağlardı.
Ma’ruf-ı Kerhi Hazretleri ölümü yaklaştığında vefakâr talebesi Sırrî Sekati'ye döner ve "Ben ölünce üzerimdeki gömleği fakirlere ver" der. Biliyor musunuz zaten bütün serveti o gömlektir. Hasılı bu âlemden geldiği gibi gider.
İbrahim ŞAHİN
YazarŞeyh Abdurrahman Erzincanî’nin soyu, Orta Asya’dan gelerek Erzincan’a yerleşmiştir. Evlâd-ı Rasûl’den ve Yıldırım Bâyezîd devri meşayihlerindendir. Zamanının gerekli ilimlerini memleketi olan Erzincan...
Yazar: Resul KESENCELİ
Sevgili çocuklar; “Bizim en vefalı dostlarımız kitaplardır.” desem abartmış olur muyum acaba? Beni bu yargıya götüren etkenlere bir göz atalım isterseniz. Hiç unutmam; orta ikinci sınıfa gidiyordum....
Yazar: Sırrı ER
Tefsir, hadis ve fıkıh âlimi. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in bacanağı, Şeyh Edebali’nin hemşehrisidir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Sultan Orhan devrinde vefat etti. Karamanlı olan Durs...
Yazar: Muammer YILMAZ
Ramazan ayının kalan yarısını idrak ederken, bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi’ni ve Ramazan’ın bitimiyle de bayramı yaşayacağız inşaallah. Bu mübarek günler, hayırların tavsiye edildiği ve mü’minle...
Yazar: Raziye SAĞLAM