“LEVHVE’L-HADÎS” TÜCCARLARI
İslâm’ın ilk yılları, Mekke Dönemi... Her sene Mekke’de haram olan aylardan; Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarında panayırlar kurulurdu. Kur’an-ı Kerim’de bir âyette haram olan aylardan şöyle bahsedilir: “Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah’ın katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram (ay)lardır.”[1] Hem Câhiliye Dönemi’nde ve hem de İslâmî Dönem’de haram olan aylarda savaş yapmak yasaklanmıştır. Eğer savaş yapılırsa bu savaşa “Ficar Harbi” denirdi. Hac günlerinin önünde ve arkasında gelen bu ayların haram kabul edilmesi, hac zamanını, Kâbe’yi ve Allah’ın bu dönemde istediği ibadetleri yerine getirmeyi gözeten bir uygulama olmasındandır. Hz. Peygamber (s.a.v.), her sene haram aylarda kurulan Ukaz, Mecenne ve Zülmecâz gibi panayırları fırsata çevirir, İslâm’ı uzaktan ve yakından gelen insanlara anlatırdı. Haram aylarda kurulan bu üç panayır, birbiri ardınca kurulur, hacı adayları Ukaz panayırından sonra Mecenne’ye gelir, burada on gün kaldıktan sonra Zülmecâz Panayırı’na hareket ederlerdi. Değişik ülkelerden bu panayırlara katılmak için gelen insanlar stant açarlardı. Bu stantlarda hukuk işlerinin yanında kültürel ve sanatsal etkinlikler yapılırdı. Hatta tüccarlar mallarını pazarlarlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.) yanına Hz. Ebu Bekir (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.)’ı alarak stantlara girer, uzaktan gelen kimselere İslâm’ı anlatırdı. Tabii ki bu anlatımdan etkilenenler de olurdu. Neticede bu insanlar, ihtidâ etmek sûretiyle İslâm’a girerlerdi. Bu iş o kadar da kolay olmuyordu. Mekke müşriklerinin ileri gelen tüccarlarından bazıları Hz. Peygamber (s.a.v.)’i adım adım izlerlerdi. Onun girdiği çadıra girer, İslâm’dan etkilenenlerin zihinlerini idlâl etmek isterlerdi. Bunlardan birisi de büyük bir tüccar olan müşrik Nadr b. Hâris’di. Nadr, mal satmak için İran’a gider, acemlerin haberlerini ve kültürlerini alır, bunları hem Kureyş’e ve hem de Mekke’ye gelenlere anlatırdı. Onlara, “Muhammed (s.a.v.), Âd ve Semûd toplumunun hikâyelerini anlatıyor. Ben size Rüstem, İsfendiyar ve Kisrâ’nın haberlerini anlatıyorum.” derdi. Bir takım kimseler bundan etkilenerek Nadr b. Hâris’in sözlerini güzel bulur ve bazıları Kur’an dinlemeyi terk ederlerdi. Acem hikâyelerinden başka Nadr, İslâm’ın izlerini silmek için insanların behîmi arzularını galeyana getirecek, “kadın, müzik, içki ve dans” gibi faktörleri de devreye sokardı. İslâm’ın etkisini gönüllerden ve zihinlerden silmek için Hz. Peygamber (s.a.v.)’in girdiği çadırlara hemen arkasından Nadr b. Hâris’in başkanlığını yaptığı şarkıcı câriyeler girer, şarkılar eşliğinde dans icrâ eder ve içki sunarlardı. Bu gösterinin arkasından Nadr b. Hâris, “Bizim topluluğumuzu nasıl buldunuz, Muhammed (s.a.v.)’in anlattıkları mı hoşunuza gitti, yoksa bizim yaptığımız bu uygulamalar mı hoşunuza gitti?” derdi. İşte bu olay üzerine şu âyetin indiği rivâyet edilir:[2] “İnsanlar arasında öyleleri vardır ki, bilgisizlik yüzünden başkalarını Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlence vesilesi kılmak için eğlendirici sözler (levhve’l-hadîs) alıp kullanırlar. İşte bunları alçaltıcı bir azap bekliyor.”[3] Hiçbir Fayda Sağlamayan İşler Bu âyette geçen “lehve’l-hadîs” tabiri, insanı asıl yapması gereken önemli işlerden alıkoyan dünyevî ve uhrevî anlamda hiçbir fayda sağlamadığı gibi vaktin boşa harcanmasına neden olan oyalayıcı boş konuşmalar/sözler anlamına gelmektedir. Bunun içerisine insanları düşünmeye, Allah’la buluşturmaya, ahlâkî anlamda olgunlaştırmaya hizmet etmeyen her türlü sanat ve kültür faaliyeti de girer. Lehve’l-hadîs tüccarları özellikle gençliğimizi Allah yolundan alıkoymak için günümüzde her türlü eğlence sektörünü devreye sokmaktadırlar. İslâm meşrû bir çerçevede yapılan eğlence ve sanat etkinliklerine karşı değildir. Karşı olduğu şey; sanat, sinema, tiyatro, edebiyat, folklor, mûsikî gibi faaliyetlerin İslâm’a zarar vermede kullanılmasıdır. İslâm tevhîdi bozmayan, helal ve haram sınırlarını gözeten sanat faaliyetlerini destekler. Maalesef günümüzde lehviyyat, insanları İslâm’ın yolundan alıkoymakta bir araç olarak kullanılmaktadır. Öte yandan lehviyyât tüccarları, Allah’ın yolundan insanları alıkoymada dinin şiârlarıyla alay etmeyi bir mârifet saymaktadırlar. Tevhîdin tarihine baktığımız zaman kalpleri küfür pasıyla kararmış olan kimseler, ilâhî mesajın kalplere nüfuzunu engellemek için dinî değerleri ve dâvetçileri ‘alaya alma’ taktiğine başvurmuşlardır. Tarihte dinî değerleri ve öncü Müslüman şahsiyetleri istihzâ ederek küçük düşürme operasyonları, ilk defa karikatür yoluyla Danimarka, Hollanda ve diğer Batı ülkelerinde ortaya çıkmamıştır ve son da olmayacaktır. İlk insan Hz. Âdem’le birlikte hak-bâtıl mücâdelesi başlamış, bu sebeple bütün peygamberlere ve İslâm dâvetçilerine gerek sözlü ve gerekse kaş-göz işaretiyle alay hep yapıla gelmiştir. Bunun hedefi; dâvetçileri toplumun gözünde küçük düşürmek, dâvetçi ile toplumun arasını açmak ve böylece mesajı etkisiz hale getirmektir. Bunda da büyük oranda “lehve’l-hadîs” tüccarları rol oynamıştır. İslâmî Değerleri ve Şahsiyetleri Alaya Alanlar İslâm’ın ilk yıllarında kişisel anlamda Nadr b. Hâris’ten başka Mekke’de Peygamberimiz’le sürekli alay eden bir grup vardı. Bunların başında Ebû Zemaa adlı bir müşrik geliyordu. O günün bir nevi medya patronu hüviyetinde olan bu kimse, peygamberimize en aşağılık derecede hakârete varan sözler sarf etmiş ve taklit yapmak sûretiyle psikolojik şiddete varan davranışlarda bulunmuştu. Hz. Peygamber (s.a.v.) Ebu Zemaa hakkında şu şekilde bedduâ etmişti: “Allah’ım! Bunun iki gözünü kör et!” Çünkü onun saldırısı, sadece Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şahsına değil, onun şahsında dâvâsına yapılıyordu. Yine bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.) yanlarından geçerken Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden; Velîd b. Muğîre, Ümeyye b. Halef, Ebu Cehil gibi nâ-adamlar, kaşlarıyla, gözleriyle çekiştirerek alay etmişlerdi. Bu yaptıkları şaklabanlıklar karşısında -Irak’ta ABD ve İngiliz askerlerinin Müslüman çocuklara, erkek ve kadınlara yaptıkları işkencelerde olduğu gibi- “kasıla kasıla gülerlerdi”.[4] Hz. Peygamber (s.a.v.) bu tür psikolojik yıpratma ve baskı taktiklerinden çok üzülür, incinirdi. Yüce Allah onu şöyle teselli etmişti: "Emredildiğini açığa vur. Müşriklerden yüz çevir. Biz seni Allah ile beraber bir başka ilah tanıyan alaycılardan koruyacağız.”[5] "Senden önce gelen peygamberlerle de alay edildi. Onlarla alay edenleri, alay etmeye vesile saydıkları hakikat (İslâm) kuşatıverdi. (Sen o kâfirlerin yalanlamalarından, alaylarından üzülme de onlara de ki:) Yeryüzünde gezip dolaşın da o yalanlayanların âkıbeti nasıl olmuş görün."[6] Ayrıca Kur’an’da müşriklerin inananlarla alaylarını konu edinen müstakil, ‘Hümeze Sûresi’ vardır. Hümeze; “birini arkasından çekiştirmek, onunla alay etmek, kırmak, incitmek, şeref ve haysiyetiyle oynamak” gibi mânâlara gelir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’i ve mü’minleri alay edenler konusunda şöyle buyrulur: “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline.”[7] Netice, İslâm sevmezlerin insanları Yüce Allah’ın yolundan alıkoymak için ürettikleri birçok plan ve projeleri vardır. Bunlardan birisi boş sözlerle toplumu oyalamak, bir diğeri de dinî değerleri ve Müslüman şahsiyetleri itibarsızlaştırmada alay ve hiciv yöntemine başvurmaktır. Bu uygulamalar her dönemde olmuştur. Nasıl ki, Rasûlüllah’ın döneminde alaya aldıkları din, onların çocuklarını ve yakınlarını kuşatmışsa, bugün de aynı şey onların başına gelecektir. Çünkü Allah’ın yasasında bir değişiklik yoktur ve bu yasa kıyâmete kadar devam edecektir. Esas olan Müslümanların bu saldırılar karşısında nasıl bir mukâvemet gösterdikleridir. İmam Gazâlî’nin dediği gibi: “Kötülükler kılık değiştirmiş iyilikler gibidir. Her kötülüğün zımnında bir iyilik vardır.” Belki de Hollanda, Danimarka ve diğer Avrupa ülkelerinde Kur’an, Hz. Peygamber (s.a.v.), cami ve başörtüsü gibi dinî değerlere ve kurumlara karşı başlatılan çirkin saldırılar, Batı insanını İslâm üzerinde araştırma yapmaya sevk edecektir. Önemli olan Batı’da onlarla birlikte yaşayan Müslümanların güzel örnekliği ve Batı dillerinde Hz. Peygamber (s.a.v.) ve bir bütün olarak İslâm’la ilgili yayınları çoğaltmalarıdır. Yeter ki bizler, bize düşeni yapalım. Biz zafer ehli değil, sefer ehliyiz. Söz ve davranışlarımızla İslâm’ı iyi temsil etmekle mükellefiz. Unutmayalım ki, bugün İslâm’ın sözden ziyâde temsiline ihtiyacı vardır. Haydi öyleyse, temsil yarışına!. Gerisi Yüce Rabb’imizin bileceği bir iştir. [1] 9/Tevbe 36-37. [2] Bkz. Ebu’l-Hasan el-Vâhidî, Esbâb-ı Nüzûl, çev. Necdet Çağıl, Necati Tetik, İstanbul: Ketebe Yayınları, 2019, s. 344-45. [3] 31/Lokmân 6. [4] Bkz. 53/Necm 60. [5] 15/Hıcr 94-95. [6] 6/En’âm 10-11. [7] 104/Hümeze 1.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarAsıl adı Muhammed olan Mevlâna’nın lakabı Celaleddin’dir. Sevenleri Ona dostumuz anlamında Mevlâna dedikleri için bu lakap ile meşhur olmuştur. Selçuklular zamanında Rumlardan alınan Anadolu topraklar...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
Ahlak kavramı; “seciye, tabiat, huy” gibi anlamlara gelir. Ahlakın konusu, iyi ve kötü insan davranışlarıdır. Allah her insanı iyi ve kötüyü algılayacak bir kâbiliyette yaratmıştır. Dinî b...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
08-13 Haziran 2023 tarihlerinde iki arkadaşımla birlikte Özbekistan’a hareket ettik. Türkiye saatiyle 18.25’te İstanbul’dan Taşkent’e hareket eden Türk Hava Yolları uçağımız dört buçuk saatlik bir uçu...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Seyahat eden her kişi dininin ve ülkesinin elçisidir. Müslüman seyyahlar, İslâm'ı en güzel şekilde temsil etmiş, farklı coğrafyalarda farklı milletlere, dinlere mensup toplumlara Müslümanları ve İslâm...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ