Kürsüyle Isınılan Zamanlar
Yıllar öncesi…
Darende…
Ve sonbahar gelirdi en zarif haliyle. Yeşile hissettirmeden, sarıya boyayarak. Teneke sobalar kurulurdu. Şimdiki sobalar gibi ısısı kalıcı olmasa da...
Minik bebeler, çocuklar ve yaşlılar vardı evlerde. Ne genişti aileler, evler…
Hava ısısını yitirdikçe insanlar farklı çözüm yolları bulmuşlardı.
Bunlardan biri idi kürsü.
Dört ayaklı tahtadan yapılan kürsünün alt kısmında bir raf bulunurdu. Çocuklu olanlar oraya höllük koyardı. Hamuru mayalanması için de koyardı Lakin daha çok yiyecek, çekirdek, kavurga gibi şeyler koyulurdu. Bir nevi fırın görevi görürdü orası. Misafirlere çayla ikram edilirdi.
Dört ayaklı altı üstü tahta olan bu araç nelere kadirdi; bir bilseydiniz, yaşasaydınız keşke. Ne de sağlam ne de heybetliydi; kocamandı, hatırlıyorum.
Üzerine örtülen renkli dallı güllü yorgan insanların içini açardı. Şimdiki polar battaniyeleri dizimize aldığımızdaki huzurun kaç katını verirdi, ölçümü yok sanırım...
Önce teneke sobalardan çıkan közlü ateş mangala alınırdı. İki kulplu mangal kürsünün altına yerleştirilirdi. Üzerine de yorgan örtülürdü. Tüm kusurları örtercesine serilirdi yorgan kürsüye.
Baş tarafa büyükler olmak üzere, sıralanırdı aile eşrafı. Çocuklar aralara girmekten zevk duyarlardı. Çok uyumuşumdur başköşede, dedem ile babaannemin arasında. Geniş sofada akşamları kürsülü vakitler... Ne muhteşemdi…
Kürsünün rafına konulan eğlencelikler, sıcacık çıkarılıp çayla yenirdi. Ajans radyodan dinlenip mütalaa edilirdi. Akabinde evin büyükleri bir şeyler anlatır, sorardı. Bu; masal, hikâye, bilmece, ülke, başkent isimleri olabilirdi. Ilgıt ılgıt yayılan sıcaklığın yüzleri pembeleştirdiği kürsü ortamı serbest kürsüye dönerdi. Bilinen bilgileri eğlenceye dönüştürerek paylaşmak, kültür akışının da en güzel imkânıydı.
Unutmam mümkün değildi 5 Yumurta, Kem ile İyilik masalını. Defalarca dinlense bile usanılmayan hikâyeler, bilmeceler, rivayetler vs.
O günleri yâd edip film şeridi gibi geçirerek gözlerimden döküldüler satırlara. Nostalji yüklü tozları savurarak.
“Kürsü” dedim. Neler hissettim… Ne anıları tazeledim…
Fakat benim çocukluğumdan daha eski yıllarda, kürsünün kuruluşu biraz daha farklı ve ocağa benzer imiş. Toprak olan taban; çukur şeklinde tandır haline getirilirmiş. İçine köz yerleştirilirmiş. Soba yokken de ocak ateşinden kül getirilip konulurmuş.
Üstü küllendikçe deşilir, kor yenilenirmiş.
Ve Eşatma Teyze’yi anmadan geçer miyim? Rahmet dileyerek... Envaı çeşit masal bilirmiş. Dinleyenlere keyif verirmiş hikâyeleri.
Yeni bir dizi heyecanıyla dinlermiş babamlar onu. Ve “Her akşam gelse.” derlermiş.
Kürsünün sıcaklığını bedenimde ve ruhumda hissettim ben. Ve kürsünün muhabbete araç olduğunu gördüm. Çocukların sessiz sedasız oturup sıcağın da etkisiyle erkenden uykuya daldıklarını gördüm.
Ve sofa denen geniş salonlardı bizi birbirimize bağlayan.
Kalabalığın rahmet olduğu, bereket olduğu yuvalardı onlar
Kürsünün etrafında idi bir zamanlar geniş aileler.
Sobayla; kanepe ve koltuklara dağıldık. Sonra hayatı kolaylaştıran sıcacık petekler geldi, odaları böldü.
Odaları böldüyse de duvarlar keşke kalpleri bölmeseydi…
İşte böyle…
Sevgiyle kalın değerli hemşerilerim...
Nilüfer Z. AKTAŞ
YazarSıcacık pişmiş bir tencere yemek gibidir aile. Pişene kadar biraz ateş, biraz har gerekir. Emek kısmıdır bu. Sabır kısmıdır…Pişirme emeği karşılandıktan sonra sıcaklık ayarı mühimdir elbet. Çok kısmam...
Yazar: Nilüfer Z. AKTAŞ
Huzur damıtan evlerde büyümekle başlıyor aslında her şey. Konsantre şekilde birikiyor güzellikler. Ömür boyu kullanımda olacak şekilde. Tam tersi de öyle…Aile; a ile başlayan alfabeden bir cüz taşır. ...
Yazar: Nilüfer Z. AKTAŞ
Yıllar önceki gibi, yine size mektup yazmanın derin heyecanı ve mutluluğu içindeyim. Yazdıkça size, mevsim yaza dönüyor. Kelimelerim gül bahçelerime zıplıyor. Gönül duvarlarıma tırmanıyor sevgi dolu n...
Yazar: Nilüfer Z. AKTAŞ
Bir avuç tebessüm koydum yanaklarına Alnındaki çatık kaş çizgisi, silinsin diye... Bir avuç tebessüm koydum gözlerine Işıltısı hayata yansısın diye... Bir avuç tebessüm koydu...
Yazar: Nilüfer Z. AKTAŞ