KUR’AN’I HAYATIMIZA REHBER KILMAK
- Hadis
“Kur’an okuyana, (cennete girdiğinde) şöyle denir: “Oku ve yüksel! Aynen dünyadaki gibi tertîl üzere oku!” denilir.”
[1]
Somuncu Baba Diyor ki:
“Hadiste, dünyada güzel sıfatlardan hâsıl olan iyi amellerin karşılığının, feyiz sahibi aziz yaratıcının huzurunda engin bir feyz olarak insana tecellî edeceğine işaret vardır. Amel yurdunda alınacak mânevî mükâfat ise ezeldeki aslî mükâfat mikdârıncadır. Bu nedenle tâlibin ilâhî ahlâkla ahlâklanması için beşerî vasıflardan soyutlanması gerekir. İlâhî ahlâk ise ne kadar da güzeldir.”
Hadisin Yorumu
Biz mü’minlerin Rabb’imize yönelik yaptığımız her şey ibâdettir. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi tâat dediğimizde hemen aklımıza gelen hususlar yanında, kul hakkına dikkat etmek, gıybetten kaçınmak gibi meseleler de ibâdettir. Rabb’imizin bize yönelik emir ve yasaklarını öğrenmemizi sağlayan Kur’an’ı okumak da bu ibâdetin bir parçasıdır. Allah Rasûlü’nün hadislerini okumak da aynıdır. Çünkü her ikisi de bizlerin hayat rehberidir. Nasıl inanmamız ve yaşamamız gerektiğini belirlemektedirler. Biz bu ikisiyle yolumuzu buluyoruz.
Peygambere Uymak Kur’an Okumayı Gerektirir
Arapçasından okuduğumuz âyetler bizzat Allah tarafından gönderilmiş olan ifadelerdir. Bunlar beşer sözü değildir. İnsan Kur’an’ı okurken Allah’ın kelâmını tekrar etmiş olur; bunun yanında Hz. Peygamber (s.a.v.)’i örnek alarak, âyetleri bizzat onun gibi okur. Dolayısıyla Kur’an okuyan bir anlamda Hz. Peygamber (s.a.v.)’i taklit eder. Esasında bir insanın Hz. Peygamber (s.a.v.)’i tıpatıp taklit edebileceği ibâdet sayısı azdır. Meselâ namazımızı ve haccımızı, ne kadar ona benzetmeye çalışırsak çalışalım ve onun yaptığı gibi yapmaya gayret ederiz, acaba ne kadar taklit edebiliyoruz? İbadetimiz bire bir onun yaptığının kopyası olabiliyor mu? Sonuçta birer insanız. Ancak Kur’an okumak böyle değildir. Metni, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in insanlığa okuduğu haliyle önümüzdedir ve aynı şekilde kırâat etmek durumundayız. Bu sebeple Kur’an okumak hem peygamberimizi birebir örnek almak hem de onun “Kur’an okumak” sünnetini devam ettirmektir.
Kur’an’ı Aslından Okumak
Hiçbir meâl Allah’ın inzâl etmiş olduğu metnin lezzetini sunamaz. Bu yüzden, Arapçasından kırâat edilmeyen, sadece meâlinden okunan Kur’an kesinlikle aynı tadı vermez. Çünkü biri Rabb’in vahyi, diğeri kul elinden çıkma bir çalışmadır. Bu durum, mânevî hazzı tadabilmek için Mushaf’ı aslından okumayı gerektirir. Böyle yaptığımızda Allah’ın kelâmı ile aramıza bir kul girmemiş olur. Çünkü sadece meâlinden okuduğumuz zaman, yaratıcımız ile aramıza bir başkasını -yani bir insanı- koymuş, o hazdan mahrum kalmış oluruz. Bu sebeple öncelikle Arapçasından okumaya çalışmak gerekir.
Meâlin Önemi
Kur’an elbette anlaşılmak ve amel edilmek için nâzil olmuştur. Sadece Araplara inmiş bir kitap değildir. Bu sebeple, Arapçası yanında meâlini de okumak gereklidir. Meâlini ve tefsirini de okuyalım ki tüm insanlığa inmiş olan kitapta yüce Rabb’imiz bizlere ne tür emirler ve müjdeler ferman ediyor, bunları öğrenmiş olalım. Çünkü Müslüman Allah’ın kitabının hitâbıyla bağını koparamaz. Herkesin Arapça öğrenmesi mümkün olmadığına göre, meâlinden ve tefsirlerinden okumayı ihmal etmemeliyiz.
Bu arada şu gerçekleri de unutmayalım: Farklı dillerdeki tercümeler tam anlamıyla Allah’ın kelâmına denk gelmez ancak, yaratıcının murâdını karşılamaya çalışır. Ayrıca meâller arasında kısmî farklılıklar da olabilir. Kur’an pek çok mânâyı içeren ilâhî bir kitap olduğundan, mütercimler bu mânâlardan birini öne çıkarmış olabilirler. Seçeceğimiz meâli belirlerken de, ümmet bilinci ve derdi olan, sünneti dışlamayan, aşırılıklar peşinde koşmayan ve yeni bir şeyler söyleyerek şöhret avcılığı yapmayan, geçmiş ulemânın bıraktıklarından da istifade edebilen bir
uzmanın çalışmasını tercih etmeliyiz. Ayrıca unutmayalım ki, insanın birikimi yazacağı meâlin kalitesini de belirler.
Dinimizin Kur’an Okumaya Verdiği Değer
Rabb’imiz kitabının okunmasını emrederken şöyle buyurmaktadır: “
Rabb’inin kitabından sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. Ondan başka bir sığınak da bulamazsın.”
[2]
Hz. Peygamber (s.a.v.) de yüce kitabımızın okunmasını, öğretilmesini ve içindekilerle amel edilmesini isteyerek şöyle ferman etmektedir:
“
Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve onu başkalarına öğretenlerinizdir.”
[3]
“
Kur’an-ı Kerim'i okuy(up anlay)an ve hükümleriyle amel edenin anne ve babasına kıyâmet günü bir taç giydirilir. Bu tacın ışığı -güneşi evlerinizin içinde farz etseniz- dünya evlerindeki güneş ışığından daha güzeldir. O halde Kur’an'ı bizzat öğrenen hakkında ne düşünürsünüz? (Onun sevabını siz takdir edin).”
[4]
“
Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyâmet gününde kendisini okuyanlara şefâatçi olarak gelecektir.”
[5]
Kur’an Okumaya Verilen Değerin Hikmeti
Yüce dinimizin Kur’an okumaya verdiği değerin sebebini uzun uzadıya anlatmaya gerek yoktur. Bu kitap Allah’tandır ve O’nun bizlere yönelik fermanlarını içermektedir. Allah ile aramızdaki tek kitap Kur’an’dır. Bu sebeple de her şeyin önünde bir değere sahiptir. Allah’ın bu kitabı bütün zamanlara ve mekânlara göndermiş olmasının hikmeti de bellidir. Kur’an merkezli bir dünya hayatı inşâ etmek, haramlar ve helaller gözetilerek bir yaşam sürdürülmesi... Dolayısıyla Allah’ın bizlerden taleplerini içermektedir. Bu bir anlamda şunu da göstermektedir: Allah’ın buyruklarıyla yüzleşmenin tek yolu Kur’an’dır. Bir insan Kur’an’a ne kadar yakın olursa, Allah’a o kadar yakın olur. Kur’an’dan ne kadar uzak olursa, O’ndan da o kadar uzaklaşır. Bu yüzden Kur’an’ı hayatımızın merkezine almak zorundayız.
Kur’an Okumakla Kastedilen
Kur’an tilâveti Allah’ın kelâmıyla hemhal olmak açısından son derece önemlidir. Bu yüzden gerek kendimiz okurken ve gerekse hocalarımızı dinlerken büyük haz alırız. Meselâ Husarî, Mustafa İsmail, Abdussamed, İsmail Biçer, İsmail Coşar gibi hocalarımızı dinlediğimizde kendimizi bir başka âlemde hissederiz. Allah’ın kelâmının mânevî atmosferi bizi kuşatır. Hiç şüphe yok ki, Kur’an tilâvetinin mânevî boyutu çok önemli olmakla birlikte, bizden istenen sadece okunması değildir. Çünkü bu kitap yalnızca okunsun diye bizlere nâzil olmamıştır. Sayfalarında Allah’ın emirleri ile yasakları vardır ve bunlar hayatta tatbik edilmek için ferman edilmiştir. Dolayısıyla okumak elbette önemli olmakla birlikte ondan daha önemlisi Kur’an’ı hayata hâkim kılmaktır.
Bilgi hayatta tatbik edilmeyince bir anlam ifade etmez. Meselâ bir ahlâk kitabı okunduktan sonra yaşayışımızda tatbik edilmese ve tam tersine insan kitapta okuduklarının zıddını yapsa, sergilediği davranış takdir edilmediği gibi bu kişi kınanır. Çünkü kendisine gösterilen doğru yola girmemiştir. Aynı durum kitabımız için de geçerlidir. İnsan ne kadar çok Kur’an olursa okusun veya güzel sesiyle insanları gözyaşlarına boğsun, okuduğu Allah kelâmı yaşantısında yer bulamıyorsa o zaman bu okuması âhirette onun için büyük bir vebal olacaktır. Zira Allah’ın kitabıyla birebir yüzleşmiş, okumuş ancak amel etmek yerine hayatının dışına ötelemiştir. Bu durum, insan onu kastetmemiş olsa bile, sonuçları itibarıyla Rabb’in kitabıyla istihzâ etmektir. Çünkü bir taraftan değer verdiğinizi söyleyerek sürekli okuyorsunuz, diğer yandan içindekilere hayatınızda hiç yer vermiyorsunuz! Bu durum roman veya bir şiir okumaktan farksızdır.
Demek oluyor ki, insanın devamlı Kur’an okuyarak Allah katında derecesinin artması, o kitabı sadece okunacak bir metin olmaktan çıkarıp hayatında tatbik etmeye çalışmasıyla orantılıdır. Böyle olan insan hiç şüphesiz ki hem Allah katında muteber bir insan olur hem de hayatını Kur’an ile bezemesi sebebiyle Müslümanlar onu kendilerine örnek alırlar. Unutmamak gerekir ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ahlâkının ne olduğu sorulduğunda Hz. Aişe Vâlidemiz şu cevabı vermişti: “Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ahlâkı Kur’an idi.”
[6]
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, çok insanımız Kur’an’ı yüzünden okuma hususunda çok gayretli olmalarına rağmen meal veya tefsir okuma alışkanlıkları yoktur; bu kardeşlerimizin durumunu da yok saymamak gerekir, Allah onların okudukları Kur’an karşılığında elbette ecirlerini verecektir. Ancak her mü’min Allah’ın buyruklarını okuyarak veya anlatanlardan dinleyerek öğrenme gayreti içinde olmalıdır.
Rasûl’ün İzinde
Bizler Allah Rasûlü’nü kendimize rehber aldığımıza göre ahlâkımızın Kur’an olması için çabalamak durumundayız. Bunu yapabildiğimiz ve bu uğurda gayret gösterebildiğimiz oranda Allah katında değerimizin artacağında hiç şüphe yoktur. Kur’an okuduğumuz için âhiretten yana büyük bir beklenti içerisinde olabiliriz ama yapılması gereken Kur’an’a hayat vermek olduğundan bunu yapmadığımız takdirde âhirette tam tersi bir durumla karşılaşacağımız kesindir. Çünkü içindekiler bilinmesine rağmen amel edilmeyen son kitap âhiretteki sıkıntımızı artıracaktır. Bunu hepimiz bildiğimize göre hazırlığımızı ona göre yapmak durumundayız.
Aldığımız bir araçta veya alet-edevatta kullanım kılavuzuna son derece riâyet ediyoruz. Bu hassasiyetin daha fazlasını Son Kitab’a göstermek durumundayız. Ne mutlu o kişiye ki, Kur’an’ı kendisine rehber yapmıştır. Hulusi Efendi Kur’an’ın okunuşu ve manasının insanın kalbindeki gaflet perdelerini açtığına bir beytinde şöyle işaret eder:
Okunur kitâb olur feth-i bâb
Yetmiş bin hicâb yâr eydür aç gel
Kur’ana uymayanları ise dalalet ehli olarak tavsif eder:
Hükm-i Kur’ân’a uyup sünnete kılmaz ittibâ
Kendi butlânından uydurma dalâletler gelir
[1] Ebû Dâvûd, 1464.
[2] 18/Kehf, 27.
[3] Buhârî, 5027.
[4] Ebû Dâvûd, 1453.
[5] Müslim, 1337.
[6] Musned, 24601.