KUR'AN VE SÜNNET'TE İNSAN ONURUNA VERİLEN DEĞER
Peygamberimiz öncelikle insana değer veriyordu. İnancı¸ rengi¸ kabilesi ne olursa olsun insan onun için değerliydi. Câbir b. Abdullah'tan rivâyet edilen şu olay bunun örneklerinden birisidir: "Bir defasında yanımızdan bir cenâze geçti. Rasûlullah ayağa kalktı. Biz de kendisine uyarak ayağa kalktık ve Ya Rasûlallah! Bu bir Yahudi cenâzesidir.' dedik. Peygamberimiz: Bir cenâze gördüğünüzde (Müslim olsun¸ kâfir olsun) kıyâm ediniz. Çünkü ölüm korkunç bir şeydir."[14] buyurdular.
Giriş:
Kur'an-ı Kerime göre insan¸ canlılar içerisinde en güzel biçimde yaratılmış¸[1] en değerli¸[2] Allah'ın kendi ruhundan üfleyip¸ bahşettiği üstün vasıflar nedeniyle yücelttiği¸[3] kendisine halife yaptığı¸[4] akıl¸ irade ve vicdan sahibi seçkin bir varlıktır.[5] İnsanın düşünebilme¸ aklını ve iradesini kullanabilme¸ algıladığı şeylerden bilgi edinerek duygularını ifade edebilme özellikleri başka hiçbir canlıya verilmemiştir. Çoğu canlıda göz¸ dil¸ kalp¸ kulak¸ ağız¸ beyin gibi insanla ortak organlar bulunmasına rağmen hiçbirisi bu organlardan insan gibi faydalanamaz¸ bilgi üretemez ve düşünemez. Bu özellikleri ile insan mükemmel ve mükerrem yaratılmıştır. Yeryüzünde bu özellikleri ile ahlaka dayalı bir sosyal düzen kurma görevi insana verilmiştir. Kur'an bu görevi emanet olarak tasvir etmektedir ve görevinin ciddi olduğunu vurgulamaktadır.[6] Bütün ilâhî dinlerin amacı insana şeref¸ haysiyet ve onur kazandıran bu vasıfları korumak ve sonraki nesillere aktarmaktır.
Dinlerin ortak amacı şu beş şeyin kıymetini bilmek ve korumaktır: Hayat (can)¸ akıl¸ din¸ nesil ve mal. Canı veren Allah'tır¸ onu alma yetkisi de Allah'a ait bir haktır. Her kim ki bu hakkı kendisi kullanmak isterse büyük günah işlemiş ve canın sahibine karşı haddi aşmış olur. İnsan canı kıymetlidir¸ ona karşı işlenecek her suç cezâyı gerektirir ve korunması Allah'ın emridir.[7] İnsan hayatına anlam katan şey akıldır. Öyle ki¸ akıl sahibi olmayanlar dinen mükellef bile sayılmamaktadır.[8] Çünkü akıl¸ iman etmenin¸ Allah'ı bilmenin¸ iyiyi kötüden ayırmanın¸ bilgi üreterek¸ araştırarak faydalı şeyler yapmanın yegâne yoludur. Bu nedenle Kur'an-ı Kerim'de sıklıkla akletmenin¸ düşünmenin insanın en önemli vasfı olduğundan bahsedilir.[9] Sadece aklı kullanmamak değil¸ onu kullanmayı engelleyen her türlü kötü yol ve iş de kınanır.[10]
Peygamberlerin asıl vazifesi¸ insanın fıtratındaki özellikleri daha açık ve tatminkâr şekilde çözüp anlayabilmesi için¸ vicdanını uyandırmaktır.[11]
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in insanlarla olan münâsebetlerinde davranışlarının temel karakterini şu hususların oluşturduğunu görüyoruz: 1- İnancı ne olursa olsun muhatabın insan olarak kabul edilmesi. 2- İnsanın temel hak ve hürriyetlerine saygı gösterilmesi. 3- Daima insan haysiyet ve onurunun gözetilmesi. 4- Kimsenin kusurunu yüzüne vurmayarak haysiyetinin rencide edilmemesi. 5- İnsanı kazanmayı esas alması ve insanı eğitmede sevgi¸ tedrîcîlik ve sabır göstermesi olarak özetlenebilir.[12] Peygamberimiz insanların yaratılıştan getirdiği duyguları sahiplerine keşfettirmeyi¸ geliştirmeyi ve her türlü aşırılıktan korumayı esas almıştır.[13] Bütün bunları yaparken Kur'an kaynaklı bazı yöntemleri kullanmıştır. Şimdi sırasıyla bu yöntem ve metotlara göz atalım.
İnsana Değer Vermiştir
Peygamberimiz öncelikle insana değer veriyordu. İnancı¸ rengi¸ kabilesi ne olursa olsun insan onun için değerliydi. Câbir b. Abdullah'tan rivâyet edilen şu olay bunun örneklerinden birisidir: "Bir defasında yanımızdan bir cenâze geçti. Rasûlullah ayağa kalktı. Biz de kendisine uyarak ayağa kalktık ve Ya Rasûlallah! Bu bir Yahudi cenâzesidir.' dedik. Peygamberimiz: Bir cenâze gördüğünüzde (Müslim olsun¸ kâfir olsun) kıyâm ediniz. Çünkü ölüm korkunç bir şeydir."[14] buyurdular.
Benzer bir rivâyette Abdullah İbn-i Amr İbn-i As şöyle nakletmektedir: "Bir kimse Peygamberimize bir şeyler sordu ve dedi ki: Ya Rasûlallah! Yanımızdan kâfir cenâzesi geçiyor. Buna da ayağa kalkacak mıyız?' Evet kafir cenâzesine de kalkınız. Çünkü siz hakikatte o cenâzeye değil¸ belki nüfus-ı beşeri kabzeden Zat-ı Ecell ü A'lâ'ya ta'zim için kalkıyorsunuz."[15] buyurdu. Kays b. Sa'd'in (r.a.) rivâyetinde İbn Ebû Leylâ şöyle nakletmiştir: "Kays b. Sa'd ile Sehl b. Huneyf¸ Kâdisiyye'de bulunurlarken yanlarından bir cenâze geçti. Bunlar ayağa kalktılar. Kendilerine; bu cenâze¸ bu yer halkından (yani zımmîlerden) dir¸ denildiğinde Kays ile Sehl de: Rasûlullah'ın (s.a.v.) yanından bir cenâze geçmişti. Allah Rasûlü¸ ayağa kalktı. Bunun bir Yahudi cenâzesi olduğu kendisine bildirildiğinde: Bu da bir insan değil mi?' buyurdu."[16]
Savaşlarda dahi kadınlara¸ çocuklara¸ yaşlılara dokunulmamasını; insanların yüzlerine karşı kılıç¸ ok ve mızrak kullanılmamasını¸ insan yüzünün feyz-i ilâhiyye'nin yansıması olduğunu söylemiştir. Bedir Savaşı kazanıldıktan sonra müşrikler ölülerini ortada bırakarak kaçmışlardı. Peygamberimiz yanındakilere müşrik ölülerinin gömülmesini emrederek müthiş bir insanlık dersi vermişti. Harp esirlerine iyi davranılmasını emretmişti. Esirler arasında iyi bir hatip olan¸ Peygamberimiz (s.a.v.)'in aleyhinde nutuklar atan Süheyl b. Amr da bulunuyordu. Hz. Ömer bir daha aleyhte nutuk atmaması için önden birkaç dişinin sökülmesini tavsiye etmişti. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Ben bir adamı sû-i teşekküle uğratacak olursam¸ Allah da beni Peygamber olduğum halde¸ aynı şeye uğratır."[17] şeklinde cevap vermiştir.
Bir gün¸ Ma'rûr isminde bir kişi Peygamberimizin arkadaşlarından Ebû Zer'e rastlamıştı. Ebû Zer'in yanında bulunan kölesi gayet güzel ve temiz bir şekilde giyinmişti. Bunu gören Ma'rûr¸ Ebû Zer'e¸ "Ey Ebâ Zer! Bu adamın üstündeki giysiyi alıp başka bir şey giydirsene." dedi. Ebû Zer¸ Ma'rûr'a şunu anlattı: "Bu gördüğün köleyle benim aramda senin bilmediğin bir olay yaşanmıştır. Ben¸ bir gün bu adama sövmüş ve annesinin siyahî oluşundan dolayı ona hakâret etmiştim. Peygamberimiz bunu duyanca¸ Sende hâlâ Câhiliye döneminin izleri var. Bu insanlar sizin kardeşlerinizdir. Yediklerinizden onlara da yedirin¸ giydiklerinizden onlara da giydirin.' diyerek beni azarlamıştı."[18]
Onurlu ve Karakterli İnsanlarla Yakın İlişki İçindedir
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in en önemli özelliği onurlu bir hayat yaşaması ve her davranışta bunun en güzel örneklerini muhataplarına göstermesidir. Düşmanlarını dahi etkileyen bu yaşam tarzı dost-düşman herkesi etkilemiştir. Amr b. Hişam'a Ebû Cehil ismini Peygamberimize ve inananlara karşı çıktığı için Müslümanlar vermişlerdir. O Mekke'de Kureyş kabilesi içinde saygın biri idi ve kendisine Ebû'l Hakem (hikmetin babası) denilirdi.[19] Mekke'yi yöneten şehir konseyine yaşı kırkı geçen kişiler girebilir ve alınan kararlara katılabilirdi. Ebû Cehil görüşlerindeki isabetinden dolayı otuz yaşını müteakiben bu konseye kabul edilmişti. Hac ziyareti için gelenlere¸ özellikle kıtlık yıllarında yiyecek ikramında bulunan cömert birisiydi. [20] Beni Mahzum kabilesinin reisi idi. Bu yüzden Peygamberimiz bir duasında: "Allah'ım! İslâm'ı¸ Ebû Cehil b. Hişâm veya Ömer b. Hattâb ile kuvvetlendir."[21] buyurmuşlar ve ertesi gün Hz. Ömer Müslüman olmuştur. Konu ile ilgili diğer bir rivâyet şöyledir: "Rasûlullah şöyle dua etmişti: Allah'ım¸ İslâm'ı şu iki şahıstan sana en sevgili olanla aziz kıl: Ebû Cehil ile veya Ömer İbnu'l-Hattâb ile. Bunlardan Allah'a daha sevgili olanı Ömer'di." [22]
Burada Peygamberimizin İslâm'ın güçlenmesi için Hz. Ömer veya Ebû Cehil'e talip olması boşuna değildir. Her ikisi de bulundukları ortamda veya cemiyette güven veren¸ davalarını savunan karakterde kişilerdi. Burada Dinî inanç olmadan ahlaklı olunabilir mi?' sorusu aklımıza gelebilir. Konumuzun dışında olmakla beraber; sevgili Peygamberimizin "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim."[23] hadîs-i şerîfi üzerinde yeniden düşünmeliyiz. Bir şeyin tamamlanması; yeniden oluşturulması¸ kurulması anlamına gelmez. Olan bir şey¸ yarım kalmış bir şey tamamlanır. Yani Peygamberimizden önce de sayıları az da olsa ahlak sahibi insanlar vardı.
Tayy kabilesinin reisi Adiy b. Hatem İslâm'a karşı çıkıyordu. Babası Hatem cömertliği ile tanınmıştı. Hz. Ali komutasında bir birlik onlara gönderildi. Adiy b. Hatem Hıristiyan olduğu için Suriye taraflarına kaçtı. Hz. Ali onların putunu kırarak birçok esirle birlikte Medine'ye döndü. Hatem'in kızı Sofane (Seffane) de esirler arasındaydı. Peygamberimizle görüşmek istedi ve kendisine şunları söyledi: "Ya Rasûlallah! Babam öldü¸ kardeşim kaçtı. Kurtuluş fidyesi verecek gücüm yok. Kurtuluşum için sana sığınıyorum. Babam cömert ve kabilesinin ulusu idi. Esirleri kurtarır¸ kadınların ırzını korur¸ fukarayı doyurur¸ felakete uğrayanlara yardım eder¸ çıplağı giydirir¸ konuğu ağırlar¸ karşılaştıklarına selam verir¸ hiçbir isteği reddetmezdi. Ben onun kızıyım." Bunun üzerine Peygamberimiz¸ "Senin baban İslâm'ın telkin ettiği faziletle süslü bir adamdı." dedikten sonra; "Hatem'in kızı serbesttir¸ babası insanlık sever bir adamdı¸ Allah merhametli olanları sever ve mükâfatlandırır." buyurdu. Diğer bir rivâyette: "Ne diyorsun¸ bu saydıkların mü'minlerin özellikleridir. Bu kadını serbest bırakın. Çünkü bunun babası güzel ahlakı seviyordu. Allahu Teâlâ da güzel ahlakı sever." buyurdu. Bunun üzerine orada bulunan Ebû Burde b. Yenâr ayağa kalkarak¸ "Ey Allah'ın Rasûlü¸ Allahu Teâlâ güzel ahlakı seviyor mu¸ dedi. Peygamberimiz: "Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki¸ bir kimse cennete ancak güzel ahlakı sebebiyle girer." buyurdu.[24] Sofane'ye elbise ve yol harçlığı vererek onu Suriye'ye kardeşinin yanına gönderdi.[25] Sofane¸ olup biteni anlatınca kardeşi de gelip Müslüman oldu. Bu olayda da görüyoruz ki¸ Peygamberimiz ayırım yapmadan her inançtaki onurlu ve ahlak sahibi insanlara sahip çıkmış¸ onları övmüştür.
Hz. Peygamber (s.a.v.) gençlik yıllarında da hep onurlu ve ahlaklı kişiler ile arkadaşlık yapmıştır. Onun Risâlet'ten önceki dönemde en yakın arkadaşları Kureyş içerisinde saygınlığı olan¸ herkesin dürüstlüklerinde ittifak ettiği¸ Ebû Bekir¸ Osman¸ Hâkim b. Hizam (Hz. Hatice'nin yeğeni)¸ Dımad b. Sa'lebe ve Kays b. Saib gibi kişilerdi.[26] Cahiliye döneminde Araplar arasında aklı başında¸ zeki ve putlara tapmayı reddeden kişiler (Hanif) vardı. Varaka b. Nevfel¸ Ubeydullah b. Cahş¸ Osman b. Huveyris ve Zeyd b. Amr bunlardandı. Peygamberimiz bu kişilerle yakın ilişki kurmuş¸ ilk vahyin gelmesi aşamasında Varaka b. Nevfel'in görüş ve tavsiyelerine itibar etmiştir.[27]
[1] 95/Tîn¸ 4.
[2] 17/İsr⸠70.
[3] 32/Secde¸ 9; 15/Hicr¸ 29.
[4] 2/Bakara¸ 30-33; Fazlurrahman¸ Ana Konularıyla Kur'an¸ Ter: Alparslan Açıkgenç¸ Fecr Yayınları¸ Ankara 1993¸ s.67.
[5] M.Zeki Duman¸ Nüzulünden Günümüze Kur'an ve Müslümanlar¸ Fecr Yayınları¸ Ankara 1996¸ s.123.
[6] 33/Ahzab¸ 72; 23/Mü'minun¸ 69; Fazlurrahman¸ a.g.e¸ s.68.
[7] 5/Mâide¸ 32; 17/İsr⸠33; 4/Nis⸠92; 2/Bakara¸ 178.
[8] Bkz: Buhârî 8/21.
[9] 10/Yûnus¸ 100; 47/Muhammed¸ 24; 4/Nis⸠82; 2/Bakara¸ 164; 6/En'âm¸ 126.
[10] 5/Mâide¸ 90-91.
[11] Fazlurrahman¸ a.g.e¸ s.79.
[12] Ali Akyüz¸ Yaşayan Kur'an Hz. Peygamber¸ Ensar Neşriyat¸ İstanbul 2005¸ s.449.
[13] Ferhat Koca¸ Kur'an-ı Kerim'e Göre Hz. Peygamberin Örnek Hayatı¸ TDV Yayınları¸ Ankara 2009¸ s.34.
[14] Tecrid-i Sarih¸ C.4¸ s.446¸447; Müslim¸ Cenaiz/78; Buhari¸ Cenaiz/50.
[15] Tecrid-i Sarih¸ C.4¸ s.448.
[16] Müslim¸ Cenaiz/78¸ H.No: 1596.
[17] Berki-Keskioğlu¸ a.g.e¸ s.257¸258.
[18] Buhârî¸ İman I/13.
[19] A.Himmet Berki-Osman Keskioğlu¸ Hz.Muhammed ve Hayatı¸ DİB Yayınları¸ Ankara 2010¸ s.79.
[20] İsmail Yakıt¸ Hz. Peygamberi Anlamak¸ Ötüken Yayınları¸ İstanbul 2003¸ s.161¸162.
[21] Tirmizi¸ Menakıb/18¸ H.No: 3681; İbrahim Sarıçam¸ Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı¸ DİB Yayınları¸ Ankara 2011¸ s.99; Berki-Keskioğlu¸ a.g.e¸ s. 100; M.Ali Kapar¸ "Ebu Cehil"¸ TDVİA¸ C.10¸ s. 117¸118.
[22] Tirmizî¸ Menâkıb/18¸ 3681.
[23] Muvatta'¸ Hüsnü-l hulk/8.
[24] İbn-i Kesir¸ El Bidaye ve'n-Nihaye¸ XI¸ s. 213; Lütfi Şentürk¸ Örnek Vaazlar¸ DİB Yayınları¸ Ankara 2004¸ C.II¸ s.174.
[25] Berki-Keskioğlu¸ a.g.e¸ s.398¸399.
[26] Sarıçam¸ a.g.e¸ s.79; Ahmet Önkal¸ "Asr-ı Saadet'te İslam'a Davet Metodu"¸ Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet'te İslâm¸ Ed: Vecdi Akyüz¸ Beyan Yayınları¸ İstanbul 1994¸ C.II¸ s.77.
[27] Berki-Keskioğlu¸ a.g.e¸ s.24¸ 56¸ 63; Sarıçam¸ a.g.e¸ s. 84; M.Asım Köksal¸ İslâm Tarihi (Mekke Dönemi)¸ Şamil yayınevi¸ İstanbul 1981¸ s.135.
Mustafa ÖNDER
YazarDaha çok küçükken rahmetli dedem beni sık sık sevindirirdi. Yattığım odadan salona kadar geçeceğim yola aralıklarla bir bir bozuk ve kâğıt para koyardı. Sonra da seslenerek beni çağırırdı. "Tarık, ge...
Yazar: Erdal KARASU
Ey öğrencim! Dünya sevgisinden sakın. Zira sirke saf balı bozduğu gibi dünya sevgisi de sâlih ve iyi amellerini bozar. Yetimlere, şefkat, çıplaklara elbise giydirmekle merhamet, açları doyur...
Yazar: somuncueditor
Sultan I. Ahmed, 18 Nisan 1590 günü Manisa’da doğdu. Babası Sultan III. Mehmed, annesi Handan Sultan’dır. Çok mükemmel bir tahsil gördü. Arapça ve Farsçayı mükemmel derecede konuşurdu. Ok atmak, kılıç...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Kanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiye...
Yazar: İsmail ÇOLAK