KORUMAK HÜR DÜŞÜNCE ÜRETMEZ
Korumak, kollamak, ve özgüven…
Günün her dakikasında aklımızda onlar var. Zihnimizin her köşesinde onlarla ilgili düşünceler taşırız. Kısacası onlarsız edemeyiz. Onlar çocuklarımız… Canımızdan öte canlarımız. Onlar için tereddütsüz her şeyden vazgeçeriz. Onların, bilinçli, becerikli, özgüven sahibi bir kişi olarak yetişmesini isteriz. Her daim yanlarında olmak, olumsuzluklar yaşamaması için birçok şeyi yaparız. Ancak yöntem konusunda farklı tavırlar taşırız.
İki gözlemi aktarmak isterim. Birincisi; bir anne ve çocuk birlikte yürüyorlar. Çocuk düşüyor. Ağlamaya başlıyor. Anne aldırmadan ağır adımlarla yürüyor. Çocuk ağlamaya devam ediyor ama anne yürümesini kesmiyor. Az daha ağlayınca, kalkıp annesinin arkasından koşuyor. Yani düştüğü yerden kendisi kalkıyor.
İkinci gözlem; bir başka anne yine küçük bir çocukla yürüyor. Anne sürekli çocuğun elini tutmak istiyor. Çocuk kurtulmaya çalışıyor. Bir ara annesinden elini çekerken yere düşüyor ve ağlamaya başlıyor. Anne telaşla koşup kaldırıyor. Ellerini ellerine alıp üflüyor, üstünü siliyor.
Bu iki davranıştan olumlu olan hangisidir?
Çocukların zarar görmemesi için gerekli hassasiyeti göstermek gereklidir. Sürekli koruyup, kollamak onları psikolojik, sosyal ve fiziksel yönden bağımlı yapacaktır. Anne baba sevgisini hissetmekle, kendilerini yeterli hissetmek aynı şey değildir. Bu duruma bakınca, birinci gözlemimizin doğru bir davranış olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çocuk, 7-8 yaşına geldiği hâlde, çocuğun çantasını toplamak, düzenlemek, anne babasıyla aynı yatağı paylaşmasına izin vermek, okul ödevlerini yapmak, düşüp yaralanacak diye sokakta oynamasına izin vermemek yukarıda saydığımız psikolojik, sosyal ve fiziksel yönden gelişimini engelleyecektir. Bu çocuk yetişkin olunca da alıştırıldığı davranışları bekleyecek, kendi işini kendi göremeyecektir. Bu alışkanlıklarla yetişen çocuklarda özgüven gelişir mi?
Aşırı korumacı davranış göstermek, iyi anne ya da baba olduğumuzu göstermez. Dışarı çıkarken, “Montunu al, üşütürsün.”, “Koşma düşersin.”, “Doymadın, bir kepçe daha ye!” bunlara benzer söz ve uyarılar, zamanla güç dengesine dönüşür. Günlük hayatın içinde en çok duyulan cümlelerdir. Kişilik şekillenmesinde de önemli bir adım sayılan ve günümüz dünyasında revaçta olan özgüven duygusu, biz yetişkinlerin “O daha çocuk, henüz bu işlerden anlamaz.” dediğimiz çağlarda, anlayacağını anlamış olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada bahsedeceğimiz husus özgüven gelişimidir. Anne, baba ve ebeveynlerin tutumu ve davranışları yetişen çocuğun geleceğine menfi veya müspet ipotek koymaktadır. Özgüven gelişimi çocukluğun ilk yıllarından itibaren evvela anne-babanın, daha sonra da çocuğun sosyal çevresini oluşturan bireylerin verdikleri geri bildirimler ile oluşur. Burada şu önemli hususa dikkat etmek gereklidir: Keskin söylenmiş bir cümle ile özgüven yıkılmadığı gibi seller sular gibi bir yorumla da gelişmez. Çocukların kişilikleri, kendi etki ve tepki davranışları ile çevreleri üzerinde yarattıkları etkileri gözlemleyerek gelişir.
Yapılan inceleme ve gözlemlere göre bu önemli duyguyu “problem” olarak yaşayan ve kararsızlık içinde bocalayan insanların ekseriyeti, ailelerin ilk çocuklarıdır. Çocuğa gösterilen tutum, mükemmeliyetçi bir çaba ve eleştirel bir yaklaşımdır. Eğer çocuk anne-babasından ve bulunduğu ortamdan olumlu geri bildirimler alıyorsa o zaman kendisinin yeterli ve sevilebilir bir birey olduğunu düşünür ve bu düşünce daha sonrasında inanışa ve kişilik özelliğine dönüşür. Şayet sürekli sınırlama ve olumsuz eleştirilerle karşı karşıya kalıyorsa o zaman da kaplumbağa misali kabuğunda kendini dinleyecek ve hareketli hayatın ritmi içinde silik ve donuk bir birey olarak yaşayacaktır. Yaşının üstünde olgunluk beklenen ilk çocuklar, yetersizlik duygusuna kolay kapılabiliyorlar. Bu yetmiyormuş gibi anne baba ve öğretmen baskısına bir de dayak atma faslı eklenirse güvensizlik duygusu o çocuğun ömür boyu yol arkadaşıdır. Unutmayalım; sıkı gözetim çocukları kötü ve kurnaz yapar. Sürekli baskıcı ve koruyucu ailelerin çocuklarıyla, disiplini “çiçek olun” anlayışı sanan öğretmenlerin çocukları, özgüvensiz olurlar. Sürekli korunan ve kollanan çocuk, hür düşünce üretemez.