KOMŞU HUKUKU
- Hadis
"Vallâhi iman etmiş olmaz. Vallâhi iman etmiş olmaz. Vallâhi iman etmiş olmaz.’ ‘Kimdir o yâ Rasûlallah?’ diye sorulunca ‘Komşusunun, zararından emin olmadığı kimse.’ cevabını verdiler."
[1]
Somuncu Baba Diyor ki:
"Komşuna komşu olursan, komşun da komşusu olmayana komşu olur. Kim Erhamurrâhimîn’in komşuluğunda azmedip gayret ederse, Allah onunla kullarına rahmet eder ve onu mahlûkatına yönelik rahmet gölgelerinden bir gölge yapar.”
Hadisin Yorumu
İnsanın mü’min kardeşini sevdiğinin alâmetlerinden birisi de arayıp hâlini hatırını sorması, ziyâretine gitmesi, derdiyle ilgilenmesi, mutluluk anında yanında olmasıdır. Zira kul kula her zaman muhtaçtır. Bazen öyle sıkıntılı anlarımız olur ki, içimizi dökecek bir dost ararız. Şöyle bir rahatlamak isteriz. O vakit bizzat gelen veya telefonla arayan bir ahbâbın sözleri derdimize şifâ olur, içimizi rahatlatır; bize yaptığı tavsiye ve çıkış yoluyla içimize su serpilir; sıkıntılarımızı ona anlatmak suretiyle hafifleriz; sanki üzerimizdeki yükü boşaltmış gibi oluruz. Çünkü insanın zihni çok yoğun olduğunda veya bir problem bütün bir dünyasını kuşattığında, sağlıklı düşünemez. Verdiği kararlar problemi aşmasına yetmez. Hatta çözüm için yanlış adımlar bile atabilir. Dost işte böyle bir anda lâzım olur.
Aynı şekilde hastane odalarında, ziyâretimize gelecek arkadaşları bekleriz. Bize, “Geçmiş olsun.” diyecek, yanımızda olduğunu hissettirecek, elini alnımıza koyarak, kolumuzdan tutarak kalbimizin ateşini düşürecek yakın çevremizi gözleriz. Kapının her açılışında, “Acaba gelen kimdir?” diye merak ve ümit karışımı bir tecessüsle kapıya bakarız. Ancak gelenin yine doktor veya hemşire olması ümidimizi oracıkta kırıverir.
Hele yakınımızı kaybettiğimiz, yüreğimizden bir parçanın kopup gittiği cenâzelerimizde, dost bildiğimiz herkesi civarımızda görmek isteriz. Onların okudukları Fâtihalarla, bizlere sabrı tavsiye etmeleriyle, sessiz sedasız yanı başımızda oturmalarıyla bizlere mânevî destek olmalarını bekleriz. Onları gördüğümüzde, bu dünyada yaslanacak gerçek dostlarımız olduğunu müşâhede ederek, yalnızlık duygumuzu atarız ve yıkılmayız. Düğün ve sünnet gibi sevinçli anlarımızda da aynı şekilde dostlarımızı görmek isteriz. İşte dostların insanın yanı başında bulunması gereken vakitler bunlardır. Bu duyguları yaşamayan hiç kimse yoktur sanırım.
Hastalarımız
Zikredilmesi gereken bir başka grup daha var: Evlerinde günlerini döşekte geçirmek zorunda olan ve âdetâ yatağa saplanıp kalan, televizyon seyretmekten bezmiş hastalarımız. dostlarının kapılarını çalmalarını beklerler, hasbihâl edip dışarıdan haber almak isterler. Onların vereceği morale çok ihtiyaç duyarlar, ziyâretine gelenlerle kendilerini çok daha iyi hissederler. Ziyâretlerine gittiğinizde yanlarından ayrılmanızı aslâ istemezler, biraz daha kalmanız için ısrarcı olurlar. Bir Müslümanı dertleri ve sızılarıyla küskün bir vaziyette evinde yalnız bırakmanın, onu sadece televizyonun arkadaşlığına mahkûm etmenin ne demek olduğunu, şu an bu durumda olan hastalarımız veya geçirmiş olanlatımız çok iyi bilirler. Onların kulakları devamlı zildedir. Kendilerini ziyârete gelip iki çift laf edecek insanları beklerler. Oysa iki kilo meyve alarak yatmakta olan bir ahbâbı ziyârete gitmek, bize ne kaybettirir ki, kazandırmanın ötesinde? Sanki hiç hasta olmayacak mıyız?
Apartman Hayatı
Biz böyle diyoruz ancak apartman hayatı bizleri birbirimize son derece yabancılaştırdı. Yaşlılarımızın bahsettiği o eski sıcak dostluklar, mâzîdeki hâtıralar arasındaki yerini çoktan aldı. Aynı apartmanda yaşadığımız ancak, kendilerini tanımadığımız nice insanla komşuluk yapıyoruz. Tanımanın da ötesinde, gördüğümüzde, asansörde veya merdivende karşılaştığımızda bir selam vermeyi, bir “merhaba” demeyi dahi lüks görüyoruz. Aynı binâda tek başına yaşayan ve ölen insanın vefâtını, kokusu dışarı vurduktan sonra veya kapıya dayanan cenaze arabasıyla anlayabildiğimiz oluyor. Âdetâ herkesin başka bir âlemde yaşadığı, kimsenin birbirinden haberinin olmadığı bireysel hayatlar sürmeye başladık. Başımız sıkıştığında veya bir sorunumuz olduğunda kapısını rahatça çalabileceğimiz, derdimizi kendileriyle paylaşıp rahatlayacağımız, hasta olduğumuzda kapımızı çalacak insanların olmaması kadar kötü bir şey olamaz.
İnsana Gönlümüzü Açmak
Bu dostluğu kurabilmek için çok büyük fedakârlıklar göstermemize de gerek yok. Merdivende veya asansörde gördüğümüz insanlara bir güler yüz göstermek, selam verip hâllerini hatırlarını sormak, işlerini öğrenmek, arada bir çay içmeye davet etmek, bayram ve kandil günlerinde evde yapılan tatlılardan-helvalardan göndermek, bayramlaşmaya gitmek: bizlere külfet getirmeyecek eylemlerdir. Çünkü insanlar her zaman birbirlerine muhtaç olabilmektedir. En ihtiyaç hissettiğimiz bir zamanda, etrafımızda kimseyi bulamadığımızda, komşunun ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlarız. Aniden rahatsızlandığımızda kapı komşumuz akrabamızdan daha önemli olur. Bize ilk yardıma koşacak olan odur. Bu nedenle komşu bazen, çok yakın akrabadan bile daha yakın olabilmektedir. Ancak bunun olabilmesi için, aradaki sevgi köprüsünün sağlam bir şekilde inşâ edilmiş olması gerekir.
Allahu Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de iyilik yapılması gerekenleri sayarak şöyle buyurmaktadır:
“Ana babaya, akrabaya, öksüzlere, yakın komşuya, yakın arkadaşa, yolda kalmışlara ve ellerinizdeki kölelere yardım edin.”[2] Âyet-i kerîmede o dönemlerde var olan kölelere de yardım edilmesi emredilirken, anne baba, öksüz ve yoksullar yanında komşulara da yardımda bulunulması istenmektedir. Aynı binâyı paylaşmak, zamanımızın önemli bir bölümünü yakın akrabamızdan daha çok komşularımızla birlikte geçirmemiz demektir. Bu da âyetteki hikmeti daha iyi anlamamızı gerektirmektedir.
Allah Rasûlü’nün Buyurduğu
Hz. Peygamber (s.a.v.) komşulara iyilik etmeyi, onlarla iyi dostluk ilişkileri içinde olmayı çok tavsiye etmiş, Cebrâil’in de bu hususu sürekli kendisine hatırlattığını ve buna çok ehemmiyet verdiğini belirtmiştir. Rasûlullah’ın arkadaşları da bu tavsiyeye son derece uymuşlar, hasta olan, maddî zorluk çeken, bir sıkıntıya uğramış olan komşularının dertleriyle ilgilenmişlerdir. Müslüman komşular bir yana Müslüman olmayan komşularına bile aynı yakınlık ve sıcak ilgiyi göstermişlerdir. Nitekim Peygamberimiz’in arkadaşlarından olan Abdullah bin Amr, bir koyun kestirince kölesine şöyle demiştir: “Yahudi komşumuza da verdin mi? Ona da bundan ikram ettin mi? Çünkü ben Rasûlullah’ın şöyle buyurduğunu işittim:
‘Cebrâil bana komşuya iyi davranmayı o kadar tavsiye etti ki, neredeyse onu mirasçı kılacak zannettim.”[3]
Peygamber Efendimiz bir sözlerinde de gerçek Müslümanın bâriz vasfı olarak komşusunun, zararından emin olmasını zikreder.
[4] Bu gerçekten son derece önemlidir. Müslümana düşen, aynı binâyı veya aynı mahalleyi paylaştığı insanlara yakınlık göstermesi, onların sorunlarıyla elinden geldiğince ilgilenmesi, gönül kapısını herkese açması, onların güvenliğini kendi güvenliği gibi görmesi, komşusu kapısını kapattığında ondan kendisine bir zarar gelmeyeceğini bilmesidir. Bunu başarabilen, insanların kalbini kazanabilen, onlarla arasında dostluk bağını kurabilen, bulunduğu makam ve maddî güçle böbürlenmeden aynı ortamı paylaştığı ailelere dostluk elini uzatabilen insan, Allah’ın dostluğunu da kazanan insandır. Apartman kapısından çıktığında kendisini gören komşuları, böyle bir insanla komşuluk yapmaktan dolayı içlerinde bir mutluluk duyuyorlarsa, o insan üzerine düşen sorumluluğu yerine getiriyor demektir. Ancak onunla karşılaşmak komşularına sıkıntı veriyor ve aynı ortamda kalmak işkence gibi geliyorsa, bu insanın kendisini sorgulaması gerekir. Komşusunu memnun etmeyen bir insanın Allah’ı memnun edebileceği düşünülemez. Çünkü Allah’ı memnun etmenin yolu, kulları memnun etmekten, onları üzmemekten geçmektedir.
Görevleri İhmal Etmemek
Komşuları memnun etmenin yolu sadece onlara güzel yüz göstermek, elden geldiğince sorunlarıyla ilgilenmek değildir. Aynı ortamı paylaşmanın getirdiği sorumluluklara da dikkat etmek gerekmektedir. Üst katlarda oturan insanların alt katlardaki komşularının hak ve hukuklarına riâyet etmeleri gerekmektedir. Gürültü yaparak rahatsız etmek, müzik âletinin sesini fazla açarak herkesin aynı şeyi dinlemesini istemek, alt katlardaki komşuların astığı çamaşırların üzerine halı silkelemek, ıslak çamaşırlar asmak, balkondan aşağı çöp vs. atmak, su kaçıran yerleri tamir ettirmemek, merdivenlerden gürültü yaparak, yüksek sesle konuşarak inip çıkmak, hasta ve uyuyan bebeklerin olacağını düşünmemek, herkesi rahatsız etmek gibi hususlar sadece apartman hayatının gereği olan kuralları çiğnemek değil, aynı zamanda kul hakkını ihlaldir. Rahatsızlık vererek kalplerini kırdığımız insanların bizden duydukları sıkıntılar, kul hakkı olarak defterimize yazılmaktadır. Bunun ne kadar önemli olduğu, Allahu Teâlâ’nın kıyâmette kullar arasındaki haklara karışmayacak olmasından anlaşılabilir. Allahu Teâlâ bir anlamda kendisine yönelik hak ihlallerini affedebileceğini belirtirken, kullar arasındaki hakları affetmeyeceğini belirtmiş olmaktadır.
Gidilecek Yol Belli
Allah Rasûlü şöyle buyurmaktadır:
“Komşusu açlıktan büzülmüş bir haldeyken tok bir şekilde geceyi geçiren kimse gerçekten iman etmiş olmaz.”[5] “Bir Müslüman öldüğünde, yakın komşularından üç hane halkı onun iyi bir insan olduğuna şahitlik ederlerse, Yüce Allah da onun için şöyle buyurur: Şahitlikte bulunan kullarımın bildiklerine göre yaptıkları şehitliğini kabul ettim ve kendi bildiklerimi de bağışladım.”[6]
Sıkıntıya düştüğümüzde bir dost elin bize uzanmasını istiyorsak, buna ihtiyaç hissetmeden önce o eli biz uzatalım. Çevremizdeki insanlarla ilgilenelim. Kendimize yapılmasını istemediğimiz davranışları, aynı apartman veya mahallede yaşadığımız insanlara yapmayalım. Zira Allah’a giden yol kulların kalplerinden geçmektedir.
[1] Buhârî', 6016; Musned, rakam: 7860.
[2] 4/Nisâ, 36.
[3] Ebû Dâvûd, 4485.
[4] Bkz. Buhârî, 6016.
[5] İbn Ebî Şeybe, 30359.
[6] Musned, 9295.