KEŞFU’Z-ZÜNUN: İLİMLERİN SONSUZ YOLCULUĞUNDA BİR GEZİNTİ
İslâm, hikmet gemisinde sonsuz bir ilim ve itikat bir yolculuğunu teşvik eder. Âlimler, zâhir ilmini damla damla solumaya çalışır. Derinlik kesbetmiş gönül ehli, görünenin ötesinde görünmeyen bir dünyayı anlamaya, anlamlandırmaya gayret ederler. Eşyanın özünü kavramak, asıl meseledir. İlim, mü’minin yitik malı olarak kabul edilir, her zaman aramak, anlam katmak bu yolculukta gerçek rota olmuştur. İlim ehli, merakını ilmin derinliklerine salarak, cevher çıkarma işini bir ibadet aşkı içinde yaparlardı. Keşfü’z-Zunun, Osmanlı coğrafyasının ete kemiğe bürünmüş, ilmî gayret ve merakının kitaplara aktarıldığı derinlikli ve nitelikli bir eserdir. Kitabın müellifi Kâtip Çelebi, sarayda saygın bir kâtip olmak arzusuyla çocukluğunu geçirir. İyi ve nitelikli bir eğitim almıştır. Babası, Enderun tahsilini yapmış, örnek ve rol model bir şahsiyettir. Gerçek adının Abdullah oğlu Mustafa olduğu, Hacı Kalfa veyahut Hacı Halife olduğu yolunda rivayetler de vardır. Kitabın tam adı; Keşfü’z-Zunun 'an Esami'l-Kütüb ve'l-Fünun’dur. Kâtip Çelebi’nin, ilim yolunda gayret ve azmi için, okuduğu bir kitabı bitirmeden yatmadığı, güneşin batışından doğuşuna kadar mum ışığında çalışmasının bir örnek olarak gösterilmesi zâhir ilimlere olan açlığının ve tecessünün zirvesini teşkil ediyordu. Kâtip Çelebe’nin kaleme aldığı Mizanu’l-Hak ve Cihannnüma gibi diğer eserleri, bizim kültür ve gönül semamızı süslüyordu. Abdullah oğlu Mustafa, at sırtında uzun bir süre savaşlarda bulundu. Gönlü hep yazmak ve ilimleri kayıt altına almak gibi tarifsiz bir heyecan taşıyordu. İbrahim Kalın Hoca, Mizanu’l-Hak için, bir tür denge kitabı, dinî ve sosyal konuların, zamanın zirve konularında, toplumu gereksiz ve haddinden fazla meşgul eden ulemaya karşıda bir ölçü sağladığı için, örnek olarak kabul eder. Bu belki de üçüncü yol, orta yol diyeceğimiz bir tanımlamada vuzuha kavuşabilir. Toplumda güncel sorunlar, tütünden, kahveye, Firavun imanından, müzik dinlemeye varıncaya kadar bir yelpazede, sorun ve çözüm yollarının ancak böyle bir anlayış ile olacağını söyler. İnat ve cehalet, ulamanın bir an önce terk etmesi gereken lüzumsuz bir meşgale olduğunu belirtir. Ulema, bu gereksiz inatlaşmadan uzaklaşmalı, sorunları daha geniş açıdan bakarak çözme yolunu tercih etmelidir. Böylece kalıcı ve kabul edilebilir bir ilmi cehdi ortaya koymuş olur. Dinî ilimler, tefsir, hadis, fıkıh, kelam ana tasnifte elbette başı çekmelidir. Buna asla itiraz etmez. Fen ilimleri, yine ulamanın tarifleri ile botanik, zooloji, coğrafya, fizik, matematik hemen herkesin üzerinde anlaştığı bir tanımla olmalı diye düşüncesini ifade eder. Keşfü’z-Zunun, ilimlerin derli toplu, birçok atıfla kendi yerini ve değerini kazanmış, biyografik/kaynakça alanında parmakla gösterilen bir eser olmuştur. 14.500 eserin kritiğinin yapıldığı, geleneksel ilim dünyamızda beş temel yazarımızı kendisine örnek alarak, tasnifini ve tariflerini yapar. İslâm âlimlerinin, ilim mumunu yakmada, merak fitilini çok iyi ateşledikleri bilinen bir gerçektir. Âleme hikmet gözüyle bakan âlimlerimiz, ilim gerçeğine ulaşmak için, makul ve meşru her tarzı kullanmıştır. Hatta Beyrunî için, kırkayak diye bildiğimiz hayvanın gerçekten ayak sayısı söylendiği gibi kırk mı diye, bir gün dere tepe dolaşır, bulduğu ilk kırkayağı, büyük bir merak ve ilmî tecessüs ile sayar. Sonuçta, ayak sayısının 39 olduğunu görmesi, bize âlimin, ilim ehlinin, araştıran, sorgulayan, her türlü yenilik ve gelişmelere açık bir zihnî yapısının olmasını, güzel bir örnek olarak hatırlatır. Osmanlı’nın Yükselişi: İlim ve Âlime Hürmetle Oldu Kâtip Çelebi, Osmanlı’nın yükseliş dönemleri boyunca "naklî" bilimler yanında "aklî" bilimlerde de uzman kişi kabul edilir. Din ile hikmeti, kendi entelektüel kişiliğinde buluşturmayı başarmış gözde bilgindir. Kâtip Çelebi, bu alanda çalışan bilginlere örnek olarak; Molla Fenarî, Kadızade-i Rumî, Hocazâde, Ali Kuşçu, İbn Kemal gibi şahsiyetlerin adlarını vermektedir Eğer bilime önemin göz ardı edildiği bir dönem olmuşsa, bu ilmin ve fennin gereksiz olmasından değil asıl sebebinin, çağın devlet adamlarının, bilim karşısındaki tutumları olduğunu kabul eder. Kâtip Çelebi'nin yaptığı tarifle de dikkatimizi çektiği üzere filozoflar, fizik bilimleri aşağı (edna), matematik bilimleri orta (evsat) ve metafiziği yüksek (a'la) bilimler olarak nitelemektedir. Bu tanım belki de, üçüncü yol dediğimiz, ilim, irfan ve hikmet anlayışının, gönüllerde yol haritasını çizmeye başladığı başlangıcı da anlatır. İlimler birçok yönü ile birbirine benzerken, birçok yönden de birbirinde ayrılırlar. Buna örnek olarak da tıp ve fizik ilminin karşılaştırmasını vererek yapar. Tıp da fizik gibi "cisim" ile ilgilenmektedir; fakat özellikle "insan bedeni"yle meşgul olduğu için fizikten daha özel (ehas) bir konuya sahiptir olduğunu izah eder. Tıp ve ahlak "insanı kuvvetler"i incelemek bakımından ortak olsalar da konuyu farklı açılardan ele almakla ayrılırlar, İki bilim arasında tam bir ayrılık olabilir. Mesela tıp ve aritmetik, insan bedeni ile sayı kavramı arasında hiçbir ortak yön bulunmadığı için, bu durumdadır. Bu tespitin niceliğe indirgenmiş modern fizik anlayışının Osmanlı ülkesinde henüz yerleşmediği zamanlara ait olduğu unutulmamalıdır. Doğru Amaca Sağlam Araçla Gidilir Kâtip Çelebi’nin, ilim tasnifinde ölçü aldığı yazarlar, Allame Hafid, Şirvanî ve Taşköprizâde, İbni Sina olmak üzere kadim dayanaklarımız ve ilim yelpazemizi şekillendirir. Her bilimi, o bilim yapan konusu (mevzu), ilkeler/öncüller (mebadi'), araştırma problemi, veri (mesail) ve amaç/yarar (gaye) olmazsa olmaz tanımların başını çeker. Özellikle ilk üç kavramı Farabî ve İbn Sina geleneğinden devşirerek yine önemli kaynaklarından olan Taşköprizâde'ye kadar bir metodoloji meselesi olarak ele alır. Kâtip Çelebi, İbni Sina'ya ait bilimler taksimini aktarırken detaylı bir kaynağa başvurduğu lisan ile ilgili olan disiplinleri, onun bilinen şemasına katmasından anlaşılmaktadır. Kâtip Çelebi, Taşköprüzâde'ye ait bilimler taksiminin "hepsinin içindeki en iyi/ahsen mine'l-cem” şema olduğunu belirtmesi, onun kişisel tercihini yansıtması bakımından önem arz etmektedir. Kâtip Çelebi'nin söz konusu bilimler taksiminin dayandığı ana fikir ile ilgili tanımı şöyledir: 1-Yazı, 2- Söz, 3- Zihin 4- Dış dünyanın oluşturduğu "dört varlık alanı"ndan söz eden ve bilimlerin bu alanları konu edinmeleri bakımından taksim edildiğini, aynen alır ve aktarır. Kâtip Çelebi, Keşfü'z-Zunun'un giriş çerçevesini oluştururken, İbni Haldun'un ünlü Mukaddime'sine de başvurmuş, özellikle bilimler ve uygarlık ilişkisi üzerinde durarak sık sık bu metinden yararlanmıştır. Yazılı kültürün kökeni içinde, bilim ve uygarlık göstergesi olarak tasnifine devam eder. Mağrib dünyasının kalem ehli İbni Haldun, medeniyet üzerine kaleme aldığı, hadariyet ve bedeviyet kavramlarını anlatan, farklı tasnifleri esas alarak, şehir, umran, hadariye ve bedeviye kavramlarını, ilim dünyasına hediye eden bu çalışmayı görmezlikten gelmez. Bu aynı zamanda, tarih felsefesinin iz düşümünü, kültür ve ilim alanındaki çalışmasıyla tarihte yerini almıştır. Kâtip Çelebi, bilme etkinliğinin, insan doğasının bir gereği olduğunu, diğer canlılardan düşünebilme ve tümel gerçekleri kavrayabilme yeteneğiyle ayrıldığını, bu yetenek sayesinde yaşantısını, soyunu sürdürme, peygamberlerin getirdiği öğretileri benimseme ve bu öğretilere uygun davranarak öteki dünyasını kurtarma imkânı bulduğunu, İbn Haldun’nun tanımları ile tekrar eder. Kâtip Çelebi, yine aynı yaklaşımın devamı olarak bilme ve yazılı kültür üretme etkinliğinin uygarlığın (temeddün) bir sonucu olduğunu vurgulamaktadır. Yarım asırlık mütevazı hayatında (1609-1657) verimli ve kalıcı eserler veren, Kâtip Çelebi, ilimler tasnifinin piri, ansiklopedi geleneğinin hocası, biyografik/kaynakça eserlerin öncüsü olarak, ilimlerin sınıflandırılması alanındaki çalışmasıyla, bugün hâlâ değerini korumaktadır. Kaynakça Kalın, İ.(2014) Akıl ve Erdem( Türkiye’nin Toplumsal Muayyelisi) Küre Yay., Üçüncü Basım, Eylül İstanbul. Keseroğlu, H ve Yurtoğlu, B (2019) Kâtip Çelebi’nin Keşfü’z-Zunûn’unda Sınıflama Yöntemi, Türk Kütüphaneciliği, 33- 2, 89-111 Kutluer, İ. (2000) Kâtip Çelebi ve Bilimler: Keşfü'z-zunun'un Mukaddimesinde "el-İlm" Kavramı M. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi C.18, s. 79-99
Ramazan YILDIZ
YazarAnadolu’nun yurt olmasında, yalın, sade ve irfanî geleneğin tevhit çizgisinde, yıllar yılı akan bir volkanik yapısı vardır. Bu havzayı besleyen, içten içe sessiz ve derinden akan bu damarın, mana ve z...
Yazar: Ramazan YILDIZ
Aileyi, kestirmeden en küçük ve güçlü toplum öğesi diye tanımlarız. Bizim, sığınılacak en son ve biricik limanımızdır. Doğumla bize kollarını açar, mezara girinceye kadar da yoldaşlığına devam eder. P...
Yazar: Ramazan YILDIZ
“Birlik ve beraberlik”, çok sık duyduğumuz kavramlardan olsa gerek. Öğrencilik yıllarımızdan tutun, mezuniyetten sonra, askerlik görevinde, iş hayatında, kitle iletişim araçlarında, velhasıl bu toprak...
Yazar: Selçuk ALKAN
Bugün modern dünyada unuttuğumuz birçok âdap ve davranışlardan biri olan yemek ve yemek âdabını yeniden hatırlamak maddî ve manevî anlamda hayatımıza birçok zenginlik katabilir. Bu yazımızda, Osmanlıc...
Yazar: Vedat Ali TOK