KENDİ BAŞINA İSLÂM’I YAŞAMANIN TEHLİKESİ
- Hadis
"Meşrû idarecinin emrinden çıkıp cemâatten ayrılan kimse, Câhiliye ölümü ile ölür.”
[1]
Somuncu Baba Diyor ki:
"Sultan çoban, şeytan da kurttur. Velâyet sultanına itâatten uzaklaşan insanı şeytan tuğyanla helâk eder. Şerîat sultanına itâatten çıkan insanı da şeytan isyâna sürükler. Tarîkat sultanına itâatten çıkan kimseye gelince, şeytan hızlan vadilerinde (Allah’ın yardımından mahrum kalması sebebiyle) yolunu şaşırtır. "
Hadisin Yorumu
İnsanlar bir arada yaşadıkları zaman mutlak surette belirli kuralların konması ve herkesin bunlara uyma zorunluluğu olmaktadır. Çünkü başıboşluk kaosa ve hak tanımazlığa götürür. Böyle durumlarda güçlü olanlar zayıf olanları ezer ve adâlet diye bir şeyden söz etmek mümkün olmaz. Nitekim devlet otoritesinin olmadığı dünyanın farklı bölgelerinde tedhiş ve terörün nasıl canlara kıydığını, oralarda yaşayan insanların korkularını ve ilk fırsatta buralardan göç etmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Ülkemize milyonlarca Sûriyeli ve diğer ülke mültecilerinin gelmesinin sebebi budur. Dolayısıyla toplumsal hayatı düzenleyen kurallara ve bunun bir yönetimine her zaman ihtiyaç vardır.
Burada sözünü ettiğimiz düzen sadece devletle ilgili değildir. Aşağı doğru indikçe insanları bir arada tutan her kurumda bunun gerekli olduğunu görürüz. Okullar, hastaneler, karakollar vesaire, aklınıza gelebilecek her yerde bu gereklidir. Özellikle de vatandaşa hizmet sunan birimlerde bu düzenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu hepimiz biliriz. Hastanelerde eskiden doktorların odası önünde ilk önce girmek için izdiham olurdu, ancak yeni numaratör sistemiyle bu kargaşa sona ermiş ve herkes numarasına bakarak içeri alınmaya başlamıştır. Bu basit örnek bile sistemin ve bunun üst organizasyonu olan devletin ehemmiyetini ortaya koymaktadır.
Esasında düzen sadece devlet için geçerli değildir. İnsanın ailesinde bile bir düzen söz konusudur. Yuva içinde yaşayan herkesin uyması gereken kurallar vardır. Hiçbir baba veya anne evde karmaşa olmasını istemez. Hatta insanın kendi yaşamında bile bir düzen olmak zorundadır. Amaçsız ve gayesiz yaşamak insan tabiatını buhrâna sürükleyen bir durumdur. Bu sebeple hayatta bir şeyler yapmak durumunda olanlar hayatlarına çeki düzen vermek zorundadırlar. Belirli bir program dâhilinde çalışmak ve işlerini organize etmek durumundadırlar. Kimseye minneti olmayan köylerde bile düzenli olarak yapılması gereken şahsî veya tarlaya yönelik işler vardır.
Bütün bu anlatılanlar bizlere sosyal düzenin ve devletin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Devletin ve kurumlarının işleyişinde bizleri rahatsız eden veya dinî değerlerimizle örtüşmeyen hususlar olabilir. Bu durum bizlerin, ıslah için çaba göstermemizi zorunlu kılar, ancak bunun yolu şiddet değildir. Nitekim İslâm adına hareket ettiğini iddia eden organizasyonların yeryüzünü yaşanmaz hâle getirdiklerini ve İslâm adına insanlara kan kusturduklarını hepimiz görmekteyiz. Dolayısıyla yapılacak olan, tatlı bir üslupla yanlışları dile getirmek ve düzeltilmeleri için çaba göstermektir. Toplumu kamplara ayırarak, ayrıştırarak ve şiddete baş vurarak hak talebi sadece kaos getirir ve birlik-beraberliğe zarar verir. Sonucunda herkes zarar görür ve dirlik kalmaz.
İslâm Cemâat Dinidir
Tıpkı devlet gibi İslâm da, herkesin kendi başına yaşayacağı ve bir başkasını umursamayacağı, keyfine göre uygulayacağı bir din değildir. Mutlak surette toplu olarak, bir arada yaşanması gerekir. Bir anlamda cemâat dinidir. Kur’an’ın önemli bir bölümünün toplumsal hayata dair olması bu yüzdendir. Bu sebeple ferdî yapılacak ibâdetler elbette vardır, ancak bunlar inananlar bir arada olduğunda, dayanışma sergilediğinde bir anlam ifade eder. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Müslümanlara rehber olmasının ve dinî toplumsal hayata hâkim kılma çabasının gâyesi de budur.
Dinin bir arada yaşanmasının sebebi insanın zâfiyetleridir, dayanışmaya muhtaç oluşudur. Bu olmadığı takdirde, üzerine gelen ve onu doğru çizgiden uzaklaştıracak etkilere ve fesâda karşı kendisini çoğu kez koruyamaz. Yardım edecek bir ele, rehberlik edecek iyi bir insana her zaman ihtiyaç duyar. Hatta güzel bir çevrede Allah’ı hoşnut edecek bir hayat süren, ancak daha sonra bir şekilde bu ortamdan kopan insanlara bir bakılırsa, İslâm’ın neden bir arada yaşanması gereken bir din olduğu daha iyi anlaşılır. Kişi kendisini kontrol altında tutan ve ahlâkî bir hayat sürmesini sağlayan Müslümanlardan uzaklaşmaya başladığında, toplum ondaki mânevî değerleri yavaş yavaş törpüler. Önce nâfile ibadetlerden fire vermeye başlar, daha sonra namazları ve diğer ibadetleri terk eder. Ahlâkî yaşantısında bir çöküş başlar. Bir müddet sonra bir bakarsınız ki, o insanı kaybetmişsiniz. Tamamen farklı biri oluvermiş. Artık o, yeniden kazanılması gereken biri konumuna gelmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in İslâm’ı daha rahat yaşamaları amacıyla Habeşistan’a gönderdiği grupta yer alan bazı kişilerin cemâatlerini terk etmeleri ve Habeş toplumu içinde erimeleri bunun bir örneğidir. Aynı durumu Batı’da da görmekteyiz. İslâm ülkelerinden Batı’ya göç edip de bir cemâat veya bir cemiyet içinde bulunmayanlar kısa sürede değerlerini terk etmekte, bazısı da din değiştirmektedir.
İnsanları bekleyen muhtemel tehlike sebebiyle dinimiz mü’mini kendi hâline bırakmaz. İslâm’ın bir arada yaşanmasını her şeyin önüne koyar. Toplum vasıtasıyla kulu hem ahlâken güzelleştirmeye hem de kontrol altında tutmaya çalışır. Kur’an’ın cuma namazı için bir araya toplanmayı emretmesi, Allah Rasûlü’nün beş vakit namaz için cemâate koşulmasını istemesi, haccın belli zaman diliminde Mekke’yle kayıtlanması, fakirlere zekâtın verilmesi gibi mü’minleri bir araya getirmeyi hedefleyen ibâdetlerin bir amacı da imanların tazelenmesini sağlamak, inananlar arasındaki bağı kuvvetlendirmek, bir araya gelerek mutlu olmayı sağlamak ve müsbet etkileşim sağlayarak İslâm’a olan bağlılığı artırmaktır. Müslümanlar bunu başardıkları oranda güzelleşmişler ve dünyaya da güzellikler sunmuşlardır.
Hep birlikte dayanışmaya ve kenetlenmeye, ahlâkımızı ve dinî yaşantımızı daha üst noktaya taşımaya güzel insanlar her zaman öncülük etmiştir, etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) böyleydi. Arayış içindeki insanlar çevrelerinde gördükleri kimselerde bulamadıkları güzellikleri onda buldukları için Allah Rasûlü’nden etkilendiler ve onu sevdiler, onun gibi olmaya çalıştılar. Dolayısıyla ashâbı ash3ab yapan Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Kutlu elçi olmasaydı onlar sıradan insanlar olarak ölüp gideceklerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onları öyle bir kıvama getirdi ki, bizler bugün ahlâkî güzelliklerin nasıl yaşanacağını onların hayatlarından öğreniyoruz. Hatta adlarını andığımızda “radıyellâhu anh” diyoruz. Onların “kutlu insanlar” olmasının temel sebebi, güzel bir insanın etrafında kenetlenmeleri ve birbirlerini hayır yolunda etkilemeleriydi. Zira Allah Rasûlü’nden gördükleri güzellikleri hayatlarında tatbîk etmişler, kendilerini her gün daha fazla geliştirmişler ve birbirlerinin eksiklerini bu çerçevede düzeltmişlerdi.
Son peygamber bulunduğu coğrafyayı dönüştürdüğü gibi, gönderdiği seçkin elçilerle de civar beldeleri İslâm’a kazandırdı. Meselâ Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderdi. Allah Rasûlü biliyordu ki, Muaz gideceği muhîti dönüştürecekti. Gerçekten de öyle oldu. Muaz, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bir valisi olarak İslâm’ın nasıl bir din olduğunu ve nasıl bir mesaj sunduğunu Yemenlilere sundu. Kabîleleri gezdi ve İslâm’ı anlattı, kendisi de yaşadı. Yemen onun vesilesiyle büyük bir değişim gerçekleştirdi. Aynı şekilde Mus’ab, Allah Rasûlü Medine’ye gelmeden önce şehri onu kabul etmeye hazırlamıştı bile.
Tarihî tecrübe bize şunu göstermiştir: Çevreyi değiştirmek ve insanları Allah ve Rasûlü’nün istediği bir hayata döndürebilmek için insanın Muaz benzeri bir Şâh-ı Nakşbend, bir Ahmet Yesevî, bir Yunus Emre, bir Somuncu Baba, bir Hacı Bayram Velî, bir Mevlâna Halid, bir Hulûsi Efendi olması gerekir. Tarihe bakıldığında böylesi insanların bulundukları çevreye her zaman güzellik kattıkları ve halkı kaybettikleri değerlerle tekrar tanıştırdıkları görülür. Zira onları tanıyanlar hallerinden etkilendiler, sergiledikleri kulluktan ve çevrelerine yaydıkları manevî atmosferden haz aldılar ve onlar gibi olmaya çalıştılar. Etraflarında müsbet etki bıraktıklarından, fazla konuşmalarına da gerek kalmadı. Görenlerin, onlardan etkilenerek dine dönemlerine vesile oldular. Zira insanlar, çevrelerindeki kişilerde bulamadıkları bir takım şeyleri onlarda buluyordu.
Günümüzde güzel insanlar etrafında kenetlenmeye ve onların öncülüğünde hayırlı işler yapmaya daha fazla ihtiyaç bulunmaktadır. Çünkü insanları doğru yolda tutmak için seçenekler azalmış, dünyanın kötü hali kulları nefislerine zebûn etmiştir. Bir futbol takımı, bir dernek veya bir parti için nasıl ki bir başkan gerekiyorsa insanlar da dinî yaşantıları için bir güzel insanla bir arada olmaya muhtaçtır. Zira kendi başlarına yaşadıkları dinî hayattan lezzet alamamaktadırlar ve dinden uzaklaşmaktadırlar. Onların din dairesi içinde kalmalarını sağlamak için dindar arkadaşlara ve örnek şahsiyetlere ihtiyaç had safhadadır.
[1] Muslim, İmâret, 30, Rakam: 53.