KEDİLERİN BABASI
Gün¸ ilk ışığını gri bir tül perdesi gibi şehrin her köşesine yaymış¸ gelişinin ilk müjdesini insanlara çoktan vermişti. Osman Efendi¸ elindeki sahabenin hayatını anlatan kitabı yavaşça sehpanın üzerine koydu.
Gün¸ ilk ışığını gri bir tül perdesi gibi şehrin her köşesine yaymış¸ gelişinin ilk müjdesini insanlara çoktan vermişti. Osman Efendi¸ elindeki sahabenin hayatını anlatan kitabı yavaşça sehpanın üzerine koydu. Yaşlı bedenini sürükler gibi karısının hazırladığı kahvaltıya oturdu. Namazdan sonra üzerine çöken ağırlığı bir türlü atamamıştı. Aslında biraz daha uyuya bilse belki dinlenmiş olarak kalkabilirdi. Ama bu gün yerine ulaştırılması gereken bir yük vardı. Dünden söz vermişti adama. Kendisi gibi ihtiyar kamyonetiyle eşya taşıyıp geçimini sağlıyordu. Kart Düldül'ün iyi bir bakıma ihtiyacı vardı. Fakat nakliyecilikten aldığı ücret geçimlerine zor yetiyordu. Hiç olmazsa şu dört lastiği değiştireyim¸ diye günlerce para biriktirmişti. Acele ile birkaç dilim peyniri¸ bir bardak çayla yudumladıktan sonra sofradan kalktı. Onun erken kalktığını gören karısı Feride Hanım:
- Biraz daha yeseydin Osman Efendi¸ dedi. Erkenden acıkırsın.
- Geç bile kaldım Feride Hanım. Adamlar beni bekliyordur şimdi.
Üzerini giyindikten sonra üç odalı müstakil gecekondudan¸ evin önündeki avluya çıktı.
- Parayı yanına aldın mı? Sağlam bir yerine koysaydın bari.
Feride Hanım arkasından seslenince¸ iri gövdeli dut ağacının yanında durup geri döndü.
- Aldım aldım¸ cüzdanımda.
Feride hanımın dudaklarında iğreti bir gülücük belirdi.
- Bu gün şu tekerleri değiştirmeyi sakın unutma emi.
Osman Efendi karısına baktı bir süre. Endişesini anlıyor ve ona da hak veriyordu.
- Allah korusun¸ sonra bir kaza yaparsın diye korkuyorum efendi. Zaten frenlerin tadı yok diyorsun¸ lastikler de tüm kabak. Arabayı durduramazsın diye endişeleniyorum.
- Merak etme sen¸ Allah korur.
Gülümsedi. Güldüğü zamanlar ak sakalı yaygınlaşıyor¸ eksik ön dişleri iyice belirginleşiyordu.
- Hem acı patlıcanı kırağı çalmaz hanım. İnşallah bu gün işlerimi bitirir bitirmez alacağım.
Osman Efendi ağır ağır avludan dışarı çıktı. Kamyonetin başına gitti. Sağ eliyle arabanın kaportasına bir iki kez vurdu.
- Ha gayret ihtiyar düldül¸ sık dişini sana taze papuç alacağım bugün.
Cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. Direksiyonun başına geçerek kontağı çevirdi. Skoda öksürür gibi homurdandıktan sonra sustu.
- Hadi aslanım göreyim seni¸ inat etme.
Besmeleyle anahtarı yeniden çevirdi. Motor birkaç yalancı gürültüden sonra tekrar sustu. Yeni bir besmeleyle tekrar denedi. Bu arada gaz pedalına da bir iki kez dokunarak takviye yaptı. Araba birkaç kez daha homurdandıktan sonra çalıştı. Osman Efendi gülmeye başladı.
- Bu gün seninle iyi anlaşacağız¸ dedi.
Kamyonet gönülsüzce ağır ağır yola koyuldu. Bir güz mevsiminin sonlarına doğru sokaklar yavaş yavaş insanlarla birlikte yeni bir güne merhaba derken¸ çisil çisil yağan yağmur kışın ilk habercisi gibiydi.
Osman Efendi hamal parasını kendisi almak için eşyaları tek başına yükledi skodaya. Yükü teslim ettikten sonra¸ doğru lastikçiye gidecek ve aylardır alamadığı tekerleri nihayet alacaktı. Oysa ki yaşlı bedeni fazla yük taşımaya gelmezdi. Ama başka çaresi de yoktu. Hiç olmazsa şu yağmurlu günde yeni lastiklerle iş peşinde koşturmalıydı. Yükleme işi bittikten sonra direksiyona geçti. Gideceği yer şehrin biraz dışında bir fabrika binasıydı. Sabah erken olduğu için yollar tenha sayılırdı. Bir an önce işi bitirmek için kamyonetin gaz pedalına dokundu. Şehrin son evlerini geçmek üzereydi ki yolda aniden bir kedi yavrusu belirdi. Yavru kediyi ezmemek için frene basarak direksiyonu sağ taraftaki tarlalara doğru kırdı. Lastikleri tutmayan ihtiyar kamyonet bu ani manevrayı kıvıramadı ve sağ tarafının üzerine¸ yağmurdan kabaran yumuşak topraklara doğru yatıverdi.
Osman Efendi ilk şaşkınlığı attıktan sonra sıkışan sol kapıyı güçlükle açarak dışarı çıktı. Eşyaların bir çoğu dökülüp kırılmıştı. Umutsuz gözlerle çaresizce sağa sola bakındı. Yardım edebilecek kimse yoktu. Yerde yatan kamyonetine baktı yeniden. Boynunu büktü. Gidip eşyaları aldığı işyerine haber vermek zorundaydı. Yağan yağmurla birlikte akıp giden dört lastik alma hayalini arkasında bırakarak şehrin yolunu tuttu. Islak asfaltın üzerinde arada bir şehre doğru giden vasıtalara el kaldırırken yüreğinde hâlâ sönen umutlarının acı tortusu vardı.
İlerleyen zamanda bir vasıta bularak işyerine gittiği zaman bir hayli perişandı. İç cebinden dört lastik için aylarca biriktirdiği parayı çıkararak adama uzattı.
Ağlamaklı¸ titrek bir ses tonuyla:
- Yolda kaza yaptım. Eşyalarınızın çoğu kırılıp döküldü. Bu paralar zararınızı öder mi bilmiyorum. Yetmezse geri kalanı da çalışır öderim¸ dedi.
Göbeği gömleğini yırtarcasına dışarı fırlamış¸ yuvarlak yüzlü adam Osman Efendi'nin ıslak üstünü ve perişan halini süzdü.
- Geçmiş olsun hasar çok mu?
- Bilmiyorum¸ size zahmet bir çekici gönderseniz de benim kamyoneti de kaldırsak¸ sizin eşyalara da bakıp hasar tespiti yapsak.
Yuvarlak yüzlü adam dudaklarını büküp başını salladı.
- Tamam¸ diye mırıldandı.
Osman Efendi çekici götürüp kamyonetin işlerini bitirdiğinde gün ikindiye yaklaşıyordu. Allah'tan kamyonette fazla bir hasar yoktu. Ufak tefek ezik ve sıyrıkları da zaten yaptıracak gücü yoktu. İşyeriyle helâlleştikten sonra yeni bir iş aramak için yola çıktı.
Akşam ezanı yaklaşırken tek bir iş dahi alamamanın burukluğu içindeydi. Kasım ayının çabuk çöken akşamlarından biriydi. Alaca karanlık¸ gökyüzünden sinsi sinsi iniyor; sessizce şehri kuşatıyordu. Karanlıkla birlikte ıslak bir serinlik çökmüştü etrafa. Evlerin ışıkları birer birer yanarken gecekonduların boynu bükük ara sokakları da garip bir sessizliğe bürünmüştü. Osman Efendi avlu kapısından içeri girer girmez dut ağacının iri gövdesine yaslanmış dört tane gıcır gıcır kamyonet lastiğini gördü.
Şaşkınlıkla "Aman Allah'ım bu da ne?" diye söylendi. Var gücüyle içeri bağırdı.
- Feridee¸ yahu Feride !...
Bu sesle birlikte içerden telaşla Feride Hanım çıktı. Bir eliyle başındaki ak tülbenti düzeltirken:
- Ne var Osman Efendi¸ ne bağırıyorsun ödüm koptu.
Osman Efendi şaşkın gözlerle Feride Hanıma bakıyor¸ sağ eliyle de lastikleri gösteriyordu.
- Yahu Feride bunlar ne?
- Lastik¸ senin gönderdiğin lastikler.
Osman Efendinin şaşkınlığı daha da artmıştı.
- Ya Hanım şaşırdın mı sen? Ben lastik falan alıp göndermedim. Kaza yaptım¸ lastik parası tüm gitti.
Bu kez şaşırma sırası Feride Hanıma gelmişti. Sağ elini ağzına götürüp bağırdı:
- Aman Allah'ım¸ sende bir şey var mı?
- Bırak şimdi beni¸ çok şükür iyiyim. Bu lastikler nerden çıktı onu söyle?
- Sen gittikten iki saat sonra bir adam getirdi. "Bacım bu lastikler sizin" dedi. Ben de sen gönderdin sandım ne bileyim.
Osman Efendi daha da çok şaşırmıştı.
- Yahu nasıl bir adam¸ hiç sormadın mı¸ kimdir necidir?
- Uzun boylu¸ sakallı¸ geniş omuzlu¸ derin bakışlı¸ rüya gibi bir adam. Doğru dürüst göremedim ki¸ yüzü parlıyordu.
- Allah Allah¸ peki ne dedi. Adını falan söylemedi mi? Sonra yanlış getirmiş olmasın?
- Olur mu hiç¸ adam bilerek getirdi. Senin adını soyadını söyledi evi burası değil mi? dedi.
- Ben de "evet" dedim. Elindeki lastikleri oraya dayadı. Hatta kendi adını da söyledi.
Osman Efendi karısına garip garip bakmaya başladı. İyice meraklanmıştı. Kim olabilirdi bu adam. Adını soyadını söyleyip evi rahatça bulduğuna göre onu iyice tanıyor olmalıydı.
- Peki adı neymiş adı¸ onu söyle?
- Valla akılda zor kalan bir isimdi. Dur bakayım H ile başlıyordu ama. Hüs… yok yok o değil¸ Hürrem miydi ne¸ ııh o da değil.
- Yahu bir ismi öğrenememişin ha!..
- Dur Efendi hatırlamaya çalışıyorum. Hatta başında birde E vardı. Ebu…Ebu… Hah buldum Ebu Hüreyre. Evet evet bu isim doğru.
Osman Efendi'nin yüzündeki merak dolu ifadeler yavaş yavaş kaybolmuş¸ yerini bir mucizeyi yaşamanın şaşkınlığı almıştı. Kendisi çıktıktan iki saat sonra¸ yani tam kaza olduktan sonraki zaman dilimine rastlıyordu. Gözleri amaçsız sabit bir noktaya dikilip kaldı. Dudakları bilinçsiz bir şekilde kıvrılırken:
Ümit Fehmi SORGUNLU
Yazar"Ne kadar yürüdüğünü ve nereye geldiğini kestiremiyordu. Etrafı kaplayan toz bulutu rüzgârla birlikte yavaş yavaş dağılmaya başladığında Bizans askerlerinin kendisine doğru yaklaşmakta olduğu...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU
Önce hafif hafif bir yağmur çiseledi. Sonra gittikçe çoğalan bir tempoyla artmaya başladı. Şemsiyesi olanlar alelacele açarken¸ olmayanlar saçakların altına kaçıştılar. Dükkanların önündeki saç sundur...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU
Akasyaların altında¸ sessiz sakin bir çay bahçesiydi. Yıllar var ki gelmiyordum buraya. Şu anda da adımlarım içeri girip girmeme arasında kararsızdı.Akasyaların altında¸ sessiz sakin bir çay bahçesiyd...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU
Tonton tavşan yavrularını gezdiriyordu. Onlara ormanı tanıtmaya çalışıyordu. - Yavrularım, ağaçlara, yapraklara, otlara bakın ne güzel. Kelebekler uçuşuyor dört yanda. Pamuk: - Evet. Kır çiçe...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ