KARNINDAKİ ÇOCUĞU RABB’İNE ADAYAN ANNE
Seçkinler Halkası Yüce Rabb’imiz, âlemlere üstün kıldığı şahsiyet ve aileleri sıralayarak şöyle buyuruyor: “Allah, birbirinin soyundan gelme kuşaklar olarak Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini, İmrân ailesini âlemlere üstün kıldı. Allah işitendir, bilendir.”[1] Onlar, seçilmeyi hak ettiler, Yüce Yaratıcı da onları seçti. Elbette O, kendisine içtenlikle yapılan duâları işitir; kime neyi, ne zaman ve nasıl vereceğini iyi bilir. Burada seçkin kılınan Hz. Âdem, insanlığın atasıdır, Yüce Yaratıcı onu yaratmış, eşyanın isimlerini ona bizzat kendisi öğretmiş, melekler onun karşısında saygı secdesinde bulunarak onun seçkinliğini itiraf etmişlerdir. Hz. Âdem, eşiyle birlikte cennet hayatını bizzat yaşayarak cennet kültürüyle sınav için dünyaya gelmiş bir kimsedir. O, ilk insan ve ilk peygamberdir. Hz. Nûh, Yüce Rabb’in kendisine bahşettiği uzun ömründe insanlığı hep tevhîde çağırmış, Tufan’dan sonra insanlığın ikinci atası olma şerefine ermiş peygamberlerden biridir. Hz. İbrahim, pek çok peygamberin atası olma şerefine sahip olmuş, Yüce Rabb’in dostu olma şerefine ermiş, Nemrut’un ateşinden kurtulma mûcizesinin sahibi bir kutlu peygamberdir. Oğulları Hz. İsmail ve Hz. İshak peygamber olmuşlar, onların soyundan da pek çok peygamber gelmiştir. O seçkin kılınanlardan biri de İmrân ailesidir. O ailenin reisi İmrân, eşi sâliha hanımlardan Hanne Hatun, o çiftten doğacak olan çocuk da Hz. Meryem’dir. Ailenin eniştesi Hz. Zekeriyâ, Hz. Yahya ve Hz. Îsâ Peygamberler de o ailenin mensuplarındandır. İşte yazımızda bahsedeceğimiz anne, bu seçkinler ailesinden bir sâliha hanım Hz. Hanne’dir. İmrân ailesi, peygamber soyundan gelmiş, Hz. Meryem ve Hz. Îsâ’nın dünyaya gelmelerine sebep olmuş kutlu bir ailedir. Âyette özellikle iki aile insanlığa örnek olarak gösterilmiştir: İbrahim ailesi ve İmrân ailesi. İmrân ailesinin iki mübârek ferdi Hz. Meryem ve Hz. Îsâ’nın meziyetleri çokça anlatılır. Ancak bu ailenin önemli bir kahramanı olan İmrân’nın karısı ve Hz. Meryem’in annesi Hanne Hatun burada özellikle zikredilmesi gereken bir kahramandır ki, Kur’ân onu da özellikle anar. Rivâyete göre Hanne Hatun çocuğu olmamış bir hanımdır. Bir gün bir ağacın altında dinlenirken ağaçta, ağzındaki yiyeceği yavrusuna yediren bir kuş görür ve kendisinin de çocuğunun olmasını arzu eder ve şöyle duâ eder: “Rabb’im sana adağım olsun ki, şâyet bana bir evlat lütfedersen onu sadece Sana ibâdet ve beytine hizmet için Beyt-i Makdis’e adayacağım…” İçten yapılan bu duâ kabule şayan olur ve çok geçmeden hâmile kalır. Bu arada kocası İmrân vefat eder. Erkek beklenen çocuk, kız olarak dünyaya gelir, adını annesi koyar: Meryem. Bu konu kitabımızda şöyle anlatılır: “İmrân'ın karısı, ‘Ya Rabbi! Karnımda olanı, sadece sana hizmet etmek üzere adadım, benden kabul buyur, doğrusu işiten ve bilen ancak Sensin.’ demişti. Onu doğurduğunda, Allah onun ne doğurduğunu bilirken, ‘Ya Rabbi! Kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir, ben ona Meryem adını verdim, ben onu da soyunu da kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım.’ dedi.”[2] Çocuk Sahibi Olmaktaki Asıl Amaç Çocuk, gönül meyvesidir. Çocuk, göz aydınlığıdır. Tabi ki çocuk dünya ve âhirette anne babanın yüzünü güldürürse göz aydınlığı olur. Anne baba, o meyvenin mürüvvetini ağız tadıyla görebilirlerse göz aydınlığı olur. Aksi takdirde Hz. Nûh’un inanmayan oğlu gibi olursa çocuk, “O senden, senin ehlinden değildir, zira o sâlih olmayan işler yapmıştır.”[3] hükmünce istenmeyen, yüz karası, baş belâsı biri olur ve helak olur gider. Kur’ân, âhirette anne babasıyla cennete uçacak zürriyetten bahseder; yine Kur’ân, hesap gününde anne babasından kaçacak çocuklardan bahseder. Bununla siz, o zor zamanda sizden kaçacak çocuklara değil; size koşacak ve el ele tutuşup cennet yoldaşı olacak çocuklar edinin/yetiştirin mesajını verir. “O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından, kaçar. O gün, herkesin kendine yetecek derdi vardır.”[4] Melekler, mü’minlere şöyle duâ ederler: Rabb’imiz! Mü’minleri ve babalarından, eşlerinden, soylarından iyi olanları, kendilerine söz verdiğin Adn Cennetlerine koy; şüphesiz güçlü olan, hakîm olan ancak Sensin. Onları kötülüklerden koru! O gün kötülüklerden kimi korursan, ona şüphesiz rahmet etmiş olursun. Bu büyük kurtuluştur.”[5] “O Rahman’ın kulları, ‘Rabb’imiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et ve bizi, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder yap.’ derler.”[6] “Onlar, Rablerinin rızâsını dileyerek sabrederler, namazı kılarlar; kendilerine verdiğimiz rızıktan, gizlice ve açıkça sarf ederler; iyilik yaparak kötülüğü ortadan kaldırırlar. İşte onlara bu dünyanın iyi sonucu, girecekleri Adn Cennetleri vardır; babalarının, eşlerinin, çocuklarının iyi olanları da oraya girerler. Melekler her kapıdan yanlarına girip: ‘Sabretmenize karşılık size selam olsun; burası dünyanın ne güzel bir sonucudur.’ derler.”[7] Elli altmış yıl sonra çoğumuz, bu âlemdeki nöbetini tamamlayıp dünyadan göçüp gideceğiz. Geride sahip olmak için çırpındığımız mallarımız, makamlarımız bize kalmayacak. Bize kalacak olan, bizi unutulmaz kılacak olan, ardımızdan bizi duâlarla anacak olan sâlih evlatlardır. Zira Söz Sultanı öyle buyurur: “Kişi öldüğünde amel defteri kapanır. Ancak şu üç şeyle amel defterine sevaplar yazılmaya devam eder: Hayrı devam eden sadaka/sadaka-i câriye, kendisiyle faydalanılan ilim/eser, bir de kendisine duâ eden iyi evlat.”[8] İşte İmrân’ın karısı, çocuk edinmedeki asıl ve kalıcı amacı çok iyi kavramış ve hâmile olunca şöyle duâ etmişti: “Rabb’im! Karnımda olanı, sadece sana hizmet etmek üzere adadım, benden kabul buyur!” Daha çocuk anne karnında, ama ana duâsı onun yanında. Sadece Allah’a hizmet için adanan bir çocuk. Bir de duânın ve adağın kabul edilme endişesi. Zira önemli olan makbul duâ ve amellerin sahibi olmaktır. Anne çocuğunun kız mı erkek mi olacağını bilmiyor. Gelenekte erkek çocuklar mâbede adanıyor, orada çocuk Allah’a ibâdetle yetişiyor, ibâdet edenlere hizmet ediyor. Âyette “muharrar” kelimesi geçmektedir. Kelime sözlükte “özgürleşmiş” anlamına gelmektedir. Evet, “bütün şirk şâibelerinden arınmış, dünyevî gâyelerden sıyrılmış, yalnızca Yüce Allah’a bağlanmış, kendisini ibâdete ve mâbede hizmete vermiş” anlamına bir ifade. Zira gerçek özgürlük, mâsivâya bağımlılıktan kurtulup Allah’a kul olmaktadır. Allah’a kullukta, bütün kölelik bağlarından kurtulma vardır. Zaten Meryem ismi de onların dilinde Rabb’in kulu-hizmetçisi anlamına gelmekteydi. Bu kutlu duâdan anlıyoruz ki, sâlih nesillerin yetişmesinde eş seçimi önemlidir, helal rızık önemlidir, doğumdan sonraki görsel ve teorik temel eğitimler önemlidir, bütün bunların yanında anne baba duâsı da çok önemlidir. Duâ Allah’ın rızâsı gözetilerek yapılırsa ve duâda içtenlik olursa o yakarışlar geri dönmeyen duâlar olacaktır. Nitekim bu kıssamızda da öyle oluyor: Beklentinin aksine çocuk kız doğuyor, ancak mübârek anne için adaktan dönmek söz konusu bile olmuyor ve çocuk mâbede adanıyor. Orada nârin bir gül gibi yetişiyor. En hayırlı koruyucu ve hâmî olan Yüce Allah, o çocuğa Hz. Zekeriyâ gibi bir koruyucu bahşediyor. Hem akrabâ hem peygamber koruyucu. Kutlu duânın meyveleri derilmeye başlıyor. Allah’ın evinde Hz. Zekeriyâ’nın himâyesinde yetişen çocuk, Allah’ın kelimesi olan Hz. Îsâ’nın annesi Meryem’di. Ona bu ismi, onu O’na adayan anne vermişti. Demek ki çocuğa isim koyma konusunda anne de söz sahibi olabilirdi. Aslında çocuğu Allah’a adayanın anne, ona isim koyanın anne olması ile din hizmetinde erkek egemenliği anlayışına son verilmek isteniyordu. Zira o günkü toplumda kadının esâmesi okunmuyor, kadına değer verilmiyor, kadın mâbede ve din hizmetlerine yaklaştırılmıyordu. Halbuki kulluk yarışına ilk insan eşiyle birlikte başlamıştı. Cennette ilk insanın yanında eşi de vardır. İnsan erkek ve kadın olarak sınava tâbi tutulmuştu. Adanmış çocuğun büyüyüp bir erkekle beraber olmadan bir çocuk dünyaya getirmesiyle bu erkek egemenliği bir kez daha sonlandırılıyordu. Mesaj açık ve netti: Siz ey insanlar, bu hayata erkek kadın birlikte başladınız, bu sınava birlikte tâbi tutuldunuz ve hayır yürüyüşünde birlikte olmalısınız. Ne erkekler kadınları dışlamalıdırlar ne de kadınlar erkekleri yok saymalıdırlar. Birlikte yarışmalısınız ve birlikte kazanmalısınız. Zira cennet, aile boyu hak edilirse daha anlamlı ve daha güzel olur. [1] 3/Âl-i İmrân, 33-34. [2] 3/Âl-i İmrân, 35-36. [3] 11/Hûd, 46. [4] 80/Abese, 34-37. [5] 40/Ğâfir, 8-9. [6] 25/Furkân, 74. [7] 13/Ra’d, 24. [8] Müslim, Vasiyyet 14; Ebû Dâvûd, Vasâyâ 14; Tirmizi, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8.
Ali AKPINAR
Yazarİslâm, madde ile mânâyı birlikte ele alır. İnsan beden ve ruhtan oluşmuştur. Yüce Yaratıcı, ilk insanı çamurdan önce bedenini yaratmış, ardından ona ruh vermiştir. Yani insanın maddesi önce şekillenmi...
Yazar: Ali AKPINAR
Hayat düsturumuz Kur’ân, bu dünya hayatının temel esaslarını belirlemek için gelmiştir. Kur’ân, bazılarının sandığı gibi âhiret işlerini düzenlemek için değil, bu dünya işlerini düzenlemek için gelmiş...
Yazar: Ali AKPINAR
Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlığa hayat düsturu olarak gelmiş, Yüce Allah’ın son evrensel mesajıdır. O’nun Peygamberi de bütün insanlığa gelmiş son evrensel elçidir. Bu konu, âyetlerde şöyle ifade edili...
Yazar: Ali AKPINAR
Severiz Allah için cânânı cân diyerek Sözünü sohbetini derde dermân diyerek Neş’edir sesindeki âhengin derinliği Bakarız gözlerine bir vasl-ı ân diyerek Varlığı ömrümüz...
Şair: Ekrem KAFTAN