KARDEŞLİK DUYGUSU
Kardeş kelimesi sözlüklerde, aynı anne ve babadan doğan veya ortak değerlere ve vasıflara sahip kimseler olarak tanımlanmaktadır. Arapça’da ise kardeş kelimesi, “uhuvvet” kelimesiyle ifade edilir ki aynı anneden ve babadan dünyaya gelenler arasındaki kan bağını belirtmesi yanında; aynı sülaleye, kabileye veya millete mensup olma, aynı inanç ve değerleri, dünya görüşünü paylaşma gibi ortaklık ve benzerlikler bulunan kişi veya gruplar arasındaki dayanışmayı ifade eder. İslâmî terminolojide ise kardeş, tevhid akidesine bağlı kalarak “iman ve gaye birliği” yapan bütün mü’minlere denir. Allahu Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de, mü’minlerin kardeş olduğunu1, müminlerin birbirinin velisi/dostu olduğunu2, mü’minler için en büyük dostun/yardımcının Allah ve Rasûlü (s.a.v.) olduğunu3 bildirmektedir. Hiç şüphesiz ki, mü’min gönülleri en sağlam ve köklü bir biçimde bağlayan bağ, iman ve takva esasından kaynaklanan kardeşlik bağıdır. Bu, Cenab-ı Allah’ın mü’minlere bahşettiği en güzel nimetlerden biridir. Âyet-i kerimede bu durum şöyle ifade edilmektedir: “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, dağılıp ayrılmayın. Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşman kişilerdiniz de Allah, kalplerinizi/gönüllerinizi birleştirmişti. O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz, tam bir ateş çukurunun kenarındayken, Allah oradan da sizi kurtarmıştı. İşte Allah, size âyetlerini işte böyle açıklar.”4 Bu âyette Yüce Rabb’imiz bizlere, cahiliye döneminde birbirlerine düşmanlıklarıyla ve savaşlarıyla -ki bu savaşlar 120 yıl sürmüştür- ün salmış Medineli Evs ve Hazrec Kabilesine mensup fertleri iman bağıyla nasıl kardeşler haline getirdiğini hatırlatmaktadır. Bugün de her zamankinden daha fazla bu kardeşliğe ihtiyacımız vardır. Hicretten hemen sonra Peygamberimiz (s.a.v.) ilk iş olarak, Mekkeli Müslümanlarla (Muhacir) Medineli Müslümanlar (Ensar) arasında kardeşliği tesis etti (muâhât). Her şeyini Mekke’de bırakıp gelen ve muhtaç olan Mekkeli Müslümanlarla; onları bağrına basan, her türlü yardım ve desteği yapan Medineli Müslümanları kardeş yaptı. Medineli Ensar, her şeyini Mekkeli muhacirlerle seve seve paylaştı; bu kardeşlik nesep kardeşliğinden bile ilerideydi. Her Medineli Müslüman, bir Mekkeli Müslümanla kardeş oldu. Birlikte kazanacaklar ve paylaşacaklar, hatta birbirlerine mirasçı bile olacaklardı (daha bu miras hükmü Enfâl Sûresi 74-75. âyetlerle kaldırılmıştır). Kur’an-ı Kerim, bu eşsiz tabloyu şöyle anlatır: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler(Ensar), kendilerine göç edip gelenleri(Muhacir) severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri ihtiyaç içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”5 En Doğru Ölçü İslâm’da kardeşlik akide temeline oturtulduğu içindir ki, mü’minlerin arasını bozacak her türlü sunî ayrımlar, tavır ve davranışlar haram kabul edilmiştir. Irk, soy-sop, renk vb. türden cahilî değerler yerine “takva üstünlüğü” getirilmek suretiyle, İslâm kardeşliğinin ve toplumsal düzenin bütünlüğünün korunması sağlanmıştır. Bu konudaki âyet-i kerime bize çok iyi ışık tutmaktadır: “Hiç şüphesiz ki, Allah katında en üstün olanınız takvaca en ileri olanınızdır.”6 Peygamberimiz (s.a.v.)de bu hususla ilgili olarak: “Arap’ın Arap olmayana hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.”7 buyurarak bu hususta bizlere en güzel ve en doğru ölçüyü koymuştur. Hadislerde de buyrulduğu üzere müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta; kardeşlikte ve dostlukta birbirine çok sağlam bir şekilde kenetlenmiş bina gibidirler8 veya bütün unsurları ve zerreleriyle birbirine bağlı bir vücut gibidirler.9 Nasıl ki bir vücudun herhangi bir azası rahatsız olduğunda bütün bir vücut aynı rahatsızlığı ve acıyı hissederse bir tek mü’minin -dünyanın ta öbür ucunda bile olsa- çektiği derdi, sıkıntıyı, acıyı diğer mü’min kardeşleri de tâ derinden hisseder. Zira bu, İslâm kardeşliğinin bir gereğidir. Nitekim Millî Şairimiz Mehmet Akif, bu durumu çok güzel bir şekilde ifade eder: Değil mi cephemizin sinesinde iman bir; Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir; Değil mi sinede birdir vuran yürek… Yılmaz! Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz! Mü’minler; sevgi, muhabbet, şefkat, merhamet, ülfet ve yekdiğerini esirgeyip koruma gibi son derece üstün vasıflarla donanmış olmalı; birbirlerini Allah için sevmeli, merhamet etmeli, acımalı ve şefkat edip yardımcı olmalıdırlar. Çünkü hem Müslümanların salâhı hem de ümmetin felahı, gönüllerini ve kafalarını bu engin fazilet hisleriyle doldurmuş ve bu yüce duyguların ve vasıfların hayatına yön verdiği kimselerle mümkün olabilir. Bu güzel duyguların karşıtı olan sevgisizlik, merhametsizlik, şefkatsizlik ve ilgisizlik vb. gibi hastalıklardan kurtulmak gerekir. Yine hadislerde Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Birbirinizi sevmedikçe gerçek iman etmiş olmazsınız.”10, “Kişi, kendisi için istediğini mü’min kardeşi için de istemedikçe kâmil/olgun mü’min olamaz.”11 “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir, ona zulmetmez. Onu tehlikede yalnız bırakmaz, düşmana teslim etmez. Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da o kimsenin bir ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet günü o kimsenin bir sıkıntısını giderir. Kim de bir Müslümanın ayıbını/kusurunu örterse, Allah da kıyamet günü o kimsenin bir ayıbını/kusurunu örter.”12 buyurarak mü’minler arasındaki kardeşliğin nasıl olması gerektiği hususunu bizlere çok güzel bir şekilde açıklamıştır. Kardeşlik Hukuku Çağımızın Gönül Sultanlarından, Peygamber vârisi velî kullarından, mürşid-i kâmillerden merhum Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri (k.s.) de Müslümanların kardeşliğine ve kardeşlik hukukuna sık sık vurgu yapmış; Müslümanlar arasındaki ilişkinin “kardeşlik, velâyet, birlik ve dayanışma” gibi güzel unsurları barındırdığını; kardeşler arası ilişkilerde asıl olanın rahmet, hoşgörü, iyi niyet, yumuşaklık ve tatlılık olduğunu söylemiş; ihvana da kardeşliği zedeleyecek her türlü söz, tutum ve davranışlardan uzak durmalarını bilhassa tavsiye etmiş, kardeşler arası ilişkiyi bozacak davranışlarda bulunmanın câiz olmadığını belirtmiştir. Yine merhum Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri (k.s.) Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in kardeşlik mesajını ve kardeş olma çağrısını bütün hutbelerinde ısrarla vurgulamış, bizleri kardeşlerimizin kusurlarıyla uğraşmamaya davet etmiş, kardeşlerimizi kendi kaderine terk etmememizi istemiş, kardeşlerimizle selamlaşmamızı, kaynaşmamızı, hediyeleşmemizi, kardeşlerimizin kusurlarını affetmemizi, kardeşlerimize yardımcı olmamızı istemiştir. Ona göre Müslümanlar arasındaki evrensel sevginin, kardeşliğin ve İslâmî birliğin esası istişâre ve şûrâdır. O (k.s.), “O mü’minlerin işleri, kendi aralarında şûrâ (danışma) iledir.”13 âyetini sık sık hatırlatarak istişâreyi, Müslümanların özelliklerinden biri olarak zikretmiştir. İslâm’ın kişisel kusur ve hataların araştırılmamasını, kişilerin arkadan çekiştirilmemesini emrettiğini, onur ve haysiyete saldırıdan kaçınılmasını öngördüğünü, iftirâyı, su-i zanı ve gıybeti haram kıldığını her defasında ısrarla belirtmiş; müntesiplerine bu gibi günahlardan kaçınmaları gerektiğini sık sık tekrar etmiştir. Sonuç olarak söylemek gerekir ise; “Mü’minler birbirleriyle ancak kardeştirler.”14 âyeti çerçevesinde biz mü’minlere düşen görev, İslâm kardeşliğini bozacak her türlü tavır ve davranışlardan kaçınmalı, İslâm kardeşliğini samimi ve en iyi bir şekilde yaşayarak bu kardeşliği zirveye taşımalıyız. Asr-ı Saadet’te yaşanan ensar muhacir kardeşliği, bizlere bu hususta en iyi örnektir. Bizler, Asr-ı Saadet’te yaşanmış olan bu kardeşlikten gerekli hisseyi alarak, bugün de her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bu kardeşliği en iyi şekilde yaşamalı ve yaşatmalıyız. Çağımızın Gönül Sultanlarından, Peygamber vârisi velî kullarından, mürşid-i kâmillerden merhum Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri (k.s.) de Müslümanların kardeşliğine ve kardeşlik hukukuna sık sık vurgu yapmış; İslâm’ın kişisel kusur ve hataların araştırılmamasını, kişilerin arkadan çekiştirilmemesini emrettiğini, onur ve haysiyete saldırıdan kaçınılmasını öngördüğünü, iftirâyı, su-i zanı ve gıybeti haram kıldığını her defasında ısrarla belirtmiş; müntesiplerine bu gibi günahlardan kaçınmaları gerektiğini sık sık tekrar etmiştir. Dipnot (Kaynaklar -Akay, Hasan, İslâmî Terimler Sözlüğü, İşaret Yay., İstanbul 1995. -Algül, Hüseyin, “Muâhât”, Diyanet İslam Ansk., C. 30, TDV. Yay., İstanbul 2005. -Ayverdi, İlhan, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, C. 2, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2006. -Çağrıcı, Mustafa, “Kardeşlik”, Diyanet İslâm Ansk., C. 24, TDV. Yay., İstanbul 2001. -Çakan, İsmail Lütfü, Hadislerle Gerçekler, İFAV. Yay., 6. baskı, İstanbul 2015. -Ersoy, Mehmet Akif, Safahat, Haz. Ertuğrul Düzdağ, Kültür ve Turizm Bak. Yay., İstanbul 1987. -Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, C. 1, Çev: Salih Tuğ, İrfan Yay., 5. baskı, İstanbul 1990. -Özköse, Kadir, “Hulûsi Efendi (k.s.)’nin Öngördüğü Hoşgörü İklimi”,Somuncubaba Dergisi, Sayı: 176, Haziran 2015, s. 24-29.) 1. 3/Âl-i İmrân, 103; 9/Tevbe, 11; 49/Hucurât, 10; 59/Haşr, 10. 2. 3/Âl-i İmrân, 103; 9/Tevbe, 11; 49/Hucurât, 10; 59/Haşr, 10. 3. 5/Mâide, 55; 9/Tevbe, 71. 4. 5/Mâide, 55; 9/Tevbe, 16. 5. 3/Âl-i İmrân, 103. 6. 59/Haşr, 9. 7. 49/Hucurât, 13. 8. Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 411. 9. Buhârî, Salât, 88; Mezâlim,5; Edeb, 36;Müslim, Birr, 65;Tirmizî, Birr, 18;Nesâî, Zekât, 67. 10. Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66; Nesâî, Zekât, 67; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV/270,276. 11. Müslim, İman, 93; Ebû Davud, Edeb, 142; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56, İsti’zan, 1. 12. Buhârî, İman,7; Müslim, İman 71-72; Tirmizî, Kıyamet, 59; Nesâî, İman, 19, 33; İbnMâce, Mukad¬dime, 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/176, 206, 251, 272, 278, 289. 13. Buhârî, Mezâlim, 3; İkrâh, 7; Müslim, Birr, 58; Ebû Davud, Edeb, 46; Tirmizî, Hudud, 3. 14. 42/Şûra, 38. 15. 49/Hucurât, 10.
Mehmet DERE
YazarGeçmişin silueti canlansa gözlerimde Yeniden uyansa tarih kendi küllerinden Mazinin kapısında bir umut bekleyerek Dilimden dökülen tılsımlı kelimelerle Açıl susam açıl desem bir masalda gibi ...
Yazar: Mehmet SERTPOLAT
"Bayrağımız millî birlik ve bütünlüğümüzün sembolü olduğu gibi¸ aidiyet duygusunu da yani bir devlete¸ millete ait olma duygusunu da bayrağımız sayesinde yaşarız. Bizlere düşen&cedi...
Yazar: Mehmet DERE
"İslâm¸ insanların bencil tutkularından¸ aşırı mal sevgisi ve hırstan korunabilmesi için cömertliği ahlâkî bir fazilet olarak kabul etmiştir. Bizim için her hususta en güzel örnek ...
Yazar: Mehmet DERE
Namaz, Müslümanların günde beş defa belirli vakitlerde yerine getirdikleri farz bir ibadettir. “Şüphe yok ki namaz, müminler üzerine vakitleri belli olarak yazılmış bir ödevdir.”1 Namaz aynı zamanda ...
Yazar: Mustafa KARABACAK