Kardeşlerimizi Ötekileştirmemek
İnsan kendi dindarlığını merkeze aldığı zaman yaşadığı hayatı İslâm’ın kendisi gibi kabul etmiş olur. Böyle olunca da herkesi kendisine kıyas etmeye başlar. Onun gibi yaşayanlar veya ibâdet edenler iyi Müslüman, farklı olanlar ise günah içinde yüzenler konumuna düşer.
Esasında insanın içinde bulunduğu ve gönlünün tatmin olduğu yolda herkesin yer almasını beklemesi güzeldir. Çünkü kendisi orayı en uygun yer olarak gördüğü için oradadır. Bu yüzden başkalarının da aynı yerde yer almasını isteyebilir, bunun için çaba sarf edebilir.
Ancak kendisiyle aynı yolda yürümeyenleri itham etmeye ve onların yanlış yolda olduklarını söylemeye başlarsa aradaki kardeşlik bağları zayıflar. Kendisiyle birlikte bulunmayıp başka bir meşrebi benimseyenleri suçlamaya ve eleştirmeye giriştiğinde aralarındaki ülfet zayıflar. Bunun yerine düşmanlıklar başlar. Belki namazda saflarda yan yana gelirler, ancak kalpleri yakınlaşmaz. Böyle bir şey İslâm’ın öngördüğü kardeşlik değildir.
Bunu bir yana bırakın, yeryüzüne baktığınızda, “Bir Müslüman böyle bir şeyi nasıl yapar?” dediğiniz çok şey görebiliyorsunuz. Bu insanlar Müslüman olduklarını söylemelerine rağmen bunları hangi cür’etle yapıyorlar, üstelik yaparken de nasıl oluyor da tekbirler getiriyorlar diye şaşıyorsunuz.
Bir bakıyorsunuz aynı mezhepte olmadıkları için bir gurup Müslüman başka bir Müslüman cemâati hem de camide iken bombalayabilmekte veya suikastle öldürebilmektedir. Veya farklı mezhepte olanların devam ettikleri camileri, toplantı yerlerini kundaklayabilmektedirler.
Bunlar kadar üzeni ise sivil yerleşim yerlerine bombalı saldırılar düzenlemeleridir. Bütün bu eylemlerin kökeninde, insanın kendi yolunu mutlak doğru olarak kabul etmesi ve bu çerçeve içine girmeyenleri dalâlette sayarak hayat hakkı tanımaması yatmaktadır.
Oysa aynı Rahmân’a secde etmek “Müslümanım” diyen herkes için yeterli olmalıdır. Sonuçta aynı Kâbe’ye dönüyoruz ve aynı peygamber ile getirdiği kitaba iman ediyoruz. Temel kabullerimiz aynı. Birbirimizin yanlış gördüğümüz hususları düzeltme yolu konuşmak ve iknâ etmek iken maalesef farklı yollarla insanlar sindirilmekte ve mü’min kardeşler arasında düşmanlık tohumları ekilmektedir. İşin acı tarafı ise bu eylemler yapılırken bir yandan da Allah’tan mükâfât beklenmesidir.
Takınılacak Tutum Nedir?
Yapılacak olan bellidir; insanlara bildiğimiz hakikatleri anlatırken tatlı dil kullanmak dışında bir seçeneğimiz yoktur. Eğer diğer Müslüman kardeşlerimizin gönüllerini kazanmak istiyorsak, kendimizce yanlış veya eksik gördüğümüz yönlerini güzel bir lisanla anlatmak durumundayız.
Hatta bunu yapmak üzerimize borçtur. Çünkü kendimizce bir şeyin yanlış yapıldığını görüyorsak veya bir işin daha güzel îfâ edileceğini düşünebiliyorsak, onu hatırlatmak bir Müslümanlık borcudur. Zaten vicdanımız da böyle bir şey karşısında sessiz kalamaz.
Ancak bunu yapmanın yolu kırıp dökmeden tatlı bir dille hatırlatmaktır. Sonuçta karşımızdaki düşmanımız değil, mü’min kardeşimizdir. Bu yüzden bir şeyler yaparken başka bir şeyleri yıkmak doğru değildir. Hele kırdığımız kalbi kazanmak çok zordur.
Mâzîmiz bize hakikatin nasıl ifade edileceğinin yöntemini göstermektedir. Geçmiş âlimlerimizin kitaplarına baktığımızda, başkalarının yanlışlarını düzeltirken çok tatlı bir dil kullandıklarını, karşılarındakilerinin niyetlerinin de İslâm’a hizmet etmek olduğunu unutmadıklarını görmekteyiz. Hatta o kadar nezâket sahibiydiler ki, diğerlerinin düşüncelerine veya yazdıklarına karşı yazdıkları reddiyelerin sonunda bile “Yine de en iyisini Allah bilir.” anlamında “Allahu a’lem.” derlerdi.
Unutulmaması Gereken Önemli Bir Kâide
Kendimizi merkeze aldığımızda yaptığımız bazı amelleri esas alarak karşımızdaki insanları iyi veya kötü olarak değerlendirebiliriz. Ancak bu tanımlamaların izâfî olduğunu ve Allah katında hakikatin bizim kabul ettiğimiz gibi olmayabileceğini düşünmek durumundayız.
Bizim kabul ettiğimiz bir husus belki de Allah katında en doğrusu değildir, eleştirdiğimiz kişinin yaklaşımı daha doğrudur. Bunun yanında tenkit ettiğimiz ve dinî yaşantı açısından eksik bulduğumuz insan bazı amelleri nedeniyle Allah katında bizden daha iyi konumda olabilir.
Biz zâhire bakarak belki de nefsimizin peşinden giderek bir takım değerlendirmeler yapmakta ve itham etmekteyiz. Oysa eleştirdiğimiz kişinin bizim bilmediğimiz amelleri veya bildiğimiz ama daha ihlaslı yaptığı ibâdetleri nedeniyle Allah onu daha üst mertebelere çıkarabilir.
Kendimize Verdiğimiz Zarar
Başkalarıyla uğraşmanın, onların hatalarına odaklanmanın en büyük zararı kalbimizi gereksiz şeylerle yormamızdır. Bunun yanında gıybete düşmemiz de kuvvetle muhtemeldir. Bu sebeple insanın kendisine ve hatalarına dönmesinden daha güzel bir yol yoktur.
Unutmamak gerekir ki, kulluğun ölçüsü biz değiliz. Allah kulların iyi veya kötü olduklarına bizim dememizle karar vermeyecektir. Herkes kendi yaptıklarından sorumlu olacaktır. Rabbimizin huzurunda mahçup olmamak için kalbimize ve dilimize sahip olalım.
İnsanları sapıklıkla veya benzeri ağır ifadelerle suçlamayalım. Kendimize ve hatalarımıza dönelim. Allah bize insanları suçlamak, bir takım sıfatlarla yaftalamak görevi vermedi. Hem biz kim oluyoruz ki, karşımızdakilere bir değer biçiyoruz. Sanki Allah katındaki yerimizi biliyor muyuz ki? Belki çok kötü durumdayızdır. Belki iyi durumdayızdır da bu konuşmalarla rabbimiz nezdindeki değerimiz azalmaktadır.
Problem Sadece Dindarlar Arasında Değil
Başkalarını dışlamak sadece dindarlar arasında olan bir durum değil. Bu problem farklı dünya görüşüne sahip olan hemen herkesi kuşatmış durumda. Nitekim ülkemizde yaşanan en büyük sıkıntılardan birisi de budur. Dindar insanların zaman zaman kahredici baskılar altında kalmaları bundandır.
Belli mevkileri tutmuş olanlar kendi hayat görüşlerini başkalarına dayatarak toplumu tek tip haline getirmeye çalışmışlar ve toplumsal huzurun temellerine dinamit koymuşlardır. Böyle olunca kendi bakış açısını başkalarına dayatmak, herkesi kendisi gibi yapma, ötekileştirme, baskı kurma devreye girmiştir. İşin kötüsü kendileri gibi olmayanlar ve düşünmeyenler itham edilmiş, iş vatan hainliğine kadar götürülmüştür.
Oysa herkesin kendisine kabul ettirmesi gereken husus, hayatın her döneminde toplumda çoğulculuğun egemen olacağıdır. Toplum mühendisliğiyle halkı tek forma sokmanın imkânsız olduğudur. Çünkü insanların tabiatları, aldıkları eğitim, yetiştikleri çevre, okudukları kitaplar ve aileleri onların hayata bakışlarını etkilemektedir.
Bu yüzden de insan sayısınca farklı bakış açısı oluşmaktadır. Bakış açıları birbirlerine yakın olanlar veya birinden etkilenenler bir araya gelmekte ve böylece oluşumlar, cemâatler gerçekleşmektedir. Bu hayatın gerçeği ise kendimiz dışındakilere tahammül etmek de hayatın bir diğer gerçeği olmaktadır. Bu yüzden de herkese en yakışan hal, itidal üzere bulunmaktır. Kimseyi kırmadan kendi hayatımızı en güzel şekilde yaşamaktır.
İslâm Tarihî Bize Ne Söylüyor?
Bahsettiğimiz kötü hastalık hemen hemen her dönem İslâm dünyasında yaygın olarak bulunmuştur. Sünnîlerin gösterdiği tolerans ve müsamahayı Şîî dünyada görmemiz -maalesef- mümkün olmamıştır.
Bunun yanında İslâm düşünce tarihînde dinde dışlayıcılık anlayışı ilk olarak Haricîlerle zirveye çıkmıştır. Sıffîn savaşında hakeme başvurduğu için Hz. Ali’yi kâfir saymakta tereddüt etmemişlerdir. Kezâ bu mezhebin Ezârika adlı kolu büyük günah işleyenleri kâfir saymıştır.
Daha sonraki dönemlerde farklı düşüncelerinden dolayı zulüm gören pek çok âlim olmuştur. Mezhep imamlarımız bu sebeple pek çok sıkıntılar çekmişlerdir. Günümüzde de (yazımızın başında değindiğimiz üzere) İslâm dünyasında radikal uçlar varlığını devam ettirmektedir.
Bazı haramları işleyenler veya bazı emirleri yerine getirmekte gevşeklik gösterenler çok rahat bir şekilde kâfirlikle itham edilebilmektedir. Hâlbuki Allah’ın dini hiç kimsenin tekelinde değildir ve Allah hiç kimseye birilerini bir takım sıfatlarla yaftalama yetkisi vermemiştir.
Hepimiz burada bir sınavdayız. Sınavda olanın yine aynı sınavda bulunan bir başkasına müdahâle etmesi düşünülemez. O yüzden yaptıkları hatalar yüzünden insanları “kâfir”, “fâsık”, “cehennemlik” gibi sıfatlarla yaftalamak son derece yanlıştır.
Bu tabloya bakıldığında kaybedenin Müslümanlar olduğunda hiç şüphe yoktur. İslâm dünyasına göz atıldığında, aralarında birlikteliğin olmaması ve herkesin diğerine yan gözle, kinle bakmasının sonucu ortadadır. Herkes diğerlerinin kendilerine benzemesini istemektedir ve niyetlerini sorgulayarak suçlamaktadır, dışlamaktadır.
Bizim gibi dış güçlerin ellerinin üzerinde çok gezindiği ve farklı inanışların yaygın olduğu coğrafyalarda müsâmahakâr bakış açısına sahip olmak dışında tutacağımız bir yol yoktur. Bu yapılmadığı takdirde başında pek çok gaile olan güzel ülkemiz her zaman sorunlarla boğuşmak durumunda kalacaktır.
Kur’an’ımıza ve Hz. Peygamber’e Bakalım
Rabbimiz kendisiyle ilgili olarak “O, rahmet etmeyi kendisine ilke edinmiştir.” buyurmaktadır. (6/En’âm, 12). Peygamberimizi de âlemlere rahmet olarak gönderdiğini beyan etmektedir. (21/Enbiyâ, 107). Hem Allah’a hem Rasûl’üne iman ettiğimize göre, rahmetten kendi payımıza düşeni almaya çalışmalıyız.
Yüce rabbimiz şirk hâriç her türlü günahı dilediğine bağışlayabileceğini (4/Nisâ, 48, 116) buyurduğuna göre, biz de kendi dışımızdakilere karşı merhametli olmak durumundayız. Çünkü sert ve dışlayıcı üslûp bizlere bir şey kazandırmaz. Rabbimiz peygamberimize “şayet sen, kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi” (3/Âl-i İmrân, 159) diye hitap ederken, Hz. Mûsâ’dan ve Hz. Hârûn’dan da Fir’avun’a gittiklerinde tatlı dilli olmalarını istemiş ve “Ona yumuşak bir dil kullanın; olur ki öğüt alır veya saygı duyar.” buyurmuştu. (20/Tâhâ 44).
Unutmayalım ki, suçlamak ve dışlamak sadece zarar getirir. Allah Rasûlü ne güzel buyurmuştur:
“Hiç kimse bir başkasını fâsıklıkla ve küfürle itham etmesin. Eğer itham edilen kimse öyle değilse bu itham kendisine döner.” (Buhârî, 5698).
Enbiya YILDIRIM
YazarOsmanlı arşiv kayıtlarında “Memâlik-i Müctemia-i Amerika Devleti” olarak geçen Amerika ile Osmanlı Devleti arasındaki ilk temaslar, 18. Yüzyılın ikinci yarısına denk gelmektedir. Osmanlı 1770’li yılla...
Yazar: İsmail ÇOLAK
İnsanın doğumla başlayan yürüyüşü mutlak sûrette ölümle sonuçlanır. Bu sebeple hepimiz ölüme doğru yürümekteyiz. Son nefesimizi vereceğimiz yere kadar bu yürüyüşümüz durmaksızın devam eder. Hayatımız ...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Öğretmen bir sınıfa ilk kez derse girdiğinde, öğrenciler her açıdan onu süzmeye başlarlar. Alana ne kadar hâkim olduğuna, dersi güzel anlatıp anlatmadığına, Türkçesinin düzgün olup olmadığına, öğrenci...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Hepimiz etrafımızdakilerin bizi sevmesini arzularız. Beraber olduğumuz insanlarla aramızda sorunlar yaşanmasını istemeyiz. Bizden bahsedilirken meziyetlerimizin dile getirilmesinden memnun kalırız. Bu...
Yazar: Enbiya YILDIRIM