Karantina Günlerinde Hayata Yesevî Penceresinden Bakabilmek
Yakın zaman öncesine kadar birçoğumuzun geçirdiği karantina günleri, hayatımızın gidişatına el koydu. Dünyada büyük bir salgın var. 2020 yılı afetlerle, savaşlarla, kayıplarla, korkularla başladı ve hâlen de devam ediyor. Kuvvetle muhtemel, bu günlerin sosyal, ekonomik, psikolojik tesirlerini de hissedeceğiz, hissediyoruz. Elbette hiçbirimiz bu salgından muaf değiliz; hiçbirimizin garantisi yok. Bununla birlikte alacağımız önlemler, dikkat edeceğimiz kurallar var. Biz elimizden geleni yapacağız. Tedbir bizden, takdir Allah’tan… Böyle diyoruz birçoğumuz ve bu da bizim kültür mayamızdaki “tevekkül” kavramını tekrar gündeme, kuvvetli bir şekilde oturtuyor. Evet dostlar, “kültür mayamız” derken, hani bizim kadim geleneğimizde sevgi, saygı, hoşgörü, merhamet, yardımlaşma, diğerkâmlık, anlayış, gayret, çalışkanlık, tedbir, temizlik, israftan kaçınma, cömertlik, alın teri, helâlinden kazanma, gibi nüvelerimizin göğerip, Yunus tabiriyle, “Yaratılanı sev, Yaratan’dan ötürü” ve “Gönül Çalab’ın tahtı/Çalap gönüle baktı/İki cihan bedbahtı/Kim gönül yıkar ise” nev’inden meyvelere dönüşen nadide değerlerimiz vardı ya… Uzun bir süredir, paslanmaya, küflenmeye, erimeye, toz olmaya, kaybolmaya yüz tutmuş, maziden gelen hoş esintileriyle avunduğumuz, yeri geldiğinde beylik laflarla sanalda ve reelde paylaştığımız ama bir türlü bizzat uygulayamadığımız değerlerimiz vardı ya… İşte sanki bu günler, bu kaybolmaya yüz tutmuş inci tanelerini, sanki denizin dibine dalıp, zahmetle ve emekle tek tek arayıp gün yüzüne çıkarmanın, artık titreyip kendimize dönmenin, insan olmanın ne demek olduğunu kavramanın, “esfel-i sâfilîn” çukurundan kendimizi azad edip, “ahsen-i takvim” tacını başımıza geçirerek “eşref-i mahlûk” tadında “insan gibi insan” olabilmenin zamanının geldiğini ve hatta geçmekte olduğunu idraklerimize birer çivi gibi mıhlamakta, anlayabilirsek, sezebilirsek eğer… Günümüzde birçok değer, anlam ve önemini yitirmiş; yeni yeni kavramlar, felsefeler, arayışlar hayatımızın içerisine, tıpkı Covid-19 gibi sinsice nüfuz etmiştir. Virüs, bugüne mahsus bir şey değil ve “insaniyeti kaybetmek” malum virüsten çok daha tehlikelidir, bilesiniz. Bugün bu virüsler gelip insaniyeti bulmuşsa, bizler, insaniyet olarak, doğayı katledişimizi, eko-sistemi alt üst edişimizi, bedenimizi ve ruhumuzu, sevdiklerimizi, dostlarımızı, ailemizi üç kuruş kârlar uğruna ihmal edişimizi ve gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içerisinde bulunuşumuzu tekrar gözden geçirmeli, muhasebe etmeliyiz. Ve bizi bireysel, bedensel, ruhsal ve içtimâî olarak ayakta tutacak kadim değerlerimize sahip çıkmamız, bununla da yetinmeyip, bunları hayata geçirmemiz oldukça elzemdir. Hani diyoruz ya, “Doğa, kendisine yaptıklarımıza er geç karşılık verecektir…” diye. Veriyor da… Doğayı kirletiyoruz, o da afetlerle bize cevap veriyor. İşte hâdiselerin lisanı… Hadiselerin lisanı, anlayanlar, idrak edenler için ne kadar da önemli ve hatta stratejiktir. Yakın zamanda idrak ettiğimiz şu karantina günlerinde evde ekmek yapmaya, eskisi gibi un, bulgur stoklamaya, saç sakal tıraşımızı olurken, ailemizden destek almaya, önceki yıllarda aldığımız, evde dolu dolu yer kaplayan kıyafetlerimizi giymeye, değerlendirmeye, tamir edilecekken çöpe atıp yenisinin sipariş için hazırlandığımız eşyalarımızı tamir etmeye; evde ailemizle bir arada olmaya, daha çok sohbet etmeye, dinlemeye, anlamaya, paylaşmaya başlamıştık. Çoğumuz, kendine daha fazla vakit ayırdı. Evde, yaprakları sararmaya yüz tutmuş ama bir türlü zahmet edilip de okunamayan kitaplar, şu bolca zaman nimeti vesilesiyle okundu. “Olanda hayır vardır” derler. Elbette çok zor ve tehlikeli günlerdeyiz ve bu satırları yazanın da virüse karşı bir garantisi yok... Belki tedbir ve duası var birçok insan gibi. Ne mi yapabiliriz? Çılgınca, hoyratça zayi ettiğimiz ve bize ancak sınırlı bir yaşamın içerisinde sunulan “zaman” nimetini çok daha iyi, akılcı ve verimli olarak kullanabiliriz. Para kazanmak uğruna, eşimizi, dostumuzu, sevdiklerimizi ihmal etmemeyi, hâl hatır sormayı, dayanışmayı tekrar hayata geçirebiliriz. Mesela bugünlerde, geçmişte kendilerini sık sık ziyaret ettiğim ya da telefonla da olsa arayıp sorduğum ama çok az geri dönüş aldığım insanlar, beni hayret ettirecek şekilde telefonla da olsa arayıp sormaya başladılar. Birçoğu anladı ki, birini aramak demek, illâ ki ondan bir şey istemek değil; sevgi, saygı, hatır adına arayıp sormak, halleşmek, dertleşmek, yârenlik etmektir aynı zamanda. İnsan insana her daim muhtaçtır. Sevdiklerimiz, dostlarımız olmasa, onlara derdimizi anlatmazsak, onların derdini dinlemezsek insaniyetin ne önemi kalır? Çılgınca koşuşturmalarımızda fren yaptık ister istemez. Şimdi gökyüzünün maviliğini tekrar hissedebiliyoruz. Bir nefeslik soluğun, dünyanın tüm hazinelerinden daha değerli olduğunu anlıyoruz. Doğanın ne kadar insan için elzem ve hayat kaynağı olduğunu anlıyoruz. Anlıyoruz ki “kriz var” derken, aslında birçok krizi kendi kendimize hayata geçiriyormuşuz. Evet, borcumuzu ödemeyince, bizden alacaklı olan da borcunu ödeyemiyor, o ona, o da öbürüne, zincirleme gidince işte sana kriz... Araba alıp satarken kazık attığımızda, aynı şeyin bizim başımıza da geleceğini düşünmeye başladık belki… ya da bugünlerde artık bir düşünelim isterseniz… Ticarette dürüstlüğün önemini, sağlıkta sadece para kazanmak için doktor olmamak gerektiğini, aslolanın ulvî değerler, insan sağlığı, insana hizmet olduğunu herhalde kavrıyoruzdur. Eğitimde, öğrencinin müşteri, öğretmenin emir kulu olmadığını anlamamız gerekiyor. Bir, iyilik yaparsak eğer, bu yaptığımız iyiliğin, evrende ya da evren üstü bir yerlerde mutlaka kaydedildiğini ve bir gün mutlaka karşımıza çıkabileceğini, aynı şekilde yaptığımız kötü bir şeyin de aynı safhalardan geçip karşımıza çıkabileceğini hatırlıyoruz, hatırlamalıyız. Ben inanıyorum ki, insanlığı “güzel insan olabilmek” kurtaracak. Güzel insan olabilmenin hamurunu bizim kadim geleneğimiz yoğurmuş, bize düşen, bundan güzel çörekler çıkarabilmek… İşte bu duygu ve düşünceler içerisinde, kadim Türk kültürünün gönül mimarlarından Hoca Ahmed Yesevî’yi bir nebze de olsun tanıyalım, tanıtalım dedik. Kendisi, insanlığa, insan olabilmenin, Allah’ın sevdiği bir kul olabilmenin ve eğer dikkatle irdeleyebilirsek, bedensel ve ruhsal huzurun yollarını da bize göstermiş. Çağımızın bu bunalımlı dönemine, tıpkı yaklaşık bin yıl önce olduğu gibi yeniden bir şifa olup bir milletin kendine gelmesine ve şahlanışına vesile olacak Ahmed Yesevî öğretilerinin; gençlerimiz, çocuklarımız ve yetişkinlerimiz tarafından tanınmasında bir katre yararımız olacaksa ne mutlu bize! Selam ile…
Selçuk ALKAN
YazarTanıtımını yapacağımız eser, H. Hulûsi Ateş Darende Şeyhzâdeoğlu Özel Kitaplığı, Kitap No: 62, Tasnif No:297’de kayıtlıdır. 1277/1860-61’de istinsah edilen nüshanın müstensihi es-Seyyid el-Hâfız Hüsey...
Yazar: Fatih ÇINAR
Bilindiği üzere peygamberlerin mucizeleri, kendi devirlerinde revaçta bulunan ve gelişmiş olan bilim ve sanata göre farklılık arz etmektedir. Bu durum, onların gönderildikleri kavimde kabul edilmeleri...
Yazar: Hamit DEMİR
Ailemiz, gözlerimizi açtığımız ilk toplum birimidir. Okul çağına gelene kadar her şeyi ailemizden görür ve öğreniriz. Bizlerin bugünlere gelişinde, büyümemizde, gelişmemizde, eğitimimizde, velhasıl bi...
Yazar: Selçuk ALKAN
Her eylemin bir düşünce boyutu vardır. Herhangi bir iş için eyleme geçmeden evvel bunu zihnimizde tasarlarız. İç temsillerimiz, düşüncelerimiz, fikir kalıplarımız, aldığımız eğitimler fizyolojik davra...
Yazar: Selçuk ALKAN