Kara Günün Ak Dostu Akşemseddîn
Akşemseddîn veya kısaca Akşeyh adıyla şöhret bulan Muhammed b. Hamza, Şam’da doğmuş, 1459’da Göynük’de vefât etmiştir. Şihâbuddin Sühreverdî'nin torunlarından Şeyh Hamza'nın oğludur. Baba tarafından nesebi Hz. Ebû Bekir’e kadar uzanır.
Babasıyla birlikte yedi yaşlarında Amasya’ya gelip hıfzını ve tahsilini bitirip Osmancık Medresesine müderris olmuştur. 25 yaşlarında, bir mürşîd aramak için yollara düşmüş, sonunda Hacı Bayram Velî’ye intisâp etmiştir. Akşemseddîn’in içinde çileye girdiği hücre bugün de Ankara Hacı Bayram Camii bodrumunda mevcuttur ve şeyhin adıyla anılmaktadır.
Daha sonra şeyhinin yanından ayrılarak Beypazarı’na gitmiş, burada bir mescid ve değirmen inşâ ettirmiştir. Fakat halkın büyük rağbet gösterip etrafına toplanması üzerine günümüzde Çorum’a bağlı olan İskilip kazasında Kösedağı civarındaki Evlek köyüne çekilmiş.
Bir süre sonra buradan da ayrılarak Göynük’e yerleşmiş ve orada da bir mescidle değirmen yaptırmıştır. Bir yandan çocuklarının, diğer yandan da dervişlerinin tâlim ve terbiyeleriyle meşgul olmuş; bu arada hacca gitmiştir. Şeyhi Hacı Bayram Velî’nin vefâtından sonra onun yerine irşad makamına geçmiştir. Postnişin olduğunda kırk yaşlarında idi.
Osmanlı Sultanı II. Murad ile tanışıp oğlu Fâtih’e hocalık yapmıştır. Fâtih, İstanbul’u muhasara etmek üzere ordusuyla 1453 yılı baharında Edirne’den yola çıkınca Akşemseddin, Akbıyık Sultan ve devrin diğer tanınmış şeyhleri de yüzlerce müridleriyle orduya katılmışlar.
Akşemseddîn kuşatmanın en sıkıntılı anlarında gerek padişahın gerekse ordunun mânevî gücünün yükseltilmesine yardımcı olmuştur. “Hocam fetih gecikti.” diye sızlanan Fâtih’e sürekli olarak, “Sen cihada devam et, fetih müyesser olacaktır.” diyerek moral vermiştir. Fetihten sonra da Ayasofya'da ilk hutbeyi okuyup Cuma namazını kıldırmıştır. Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri adlı eserinde konuya şu kıta ile işaret eder:
Kara gün dostu imiş, Fâtih'in Akşemseddîn
Ki yüzünden lemeân etti anın feth-i mübin.
Nusreti çeşm-i hakîkatle görüp verdi haber.
Böyle her kârı uzaktan görür erbab-ı yakîn.
Fetihten sonra Ayasofya’da kılınan ilk cuma namazında hutbeyi Akşemseddîn okudu. İslâm ordularının daha önceki kuşatmalarından birinde şehid düşmüş olan sahâbeden Ebû Eyyûb el Ensârî’nin kabrini de Fâtih’in isteği üzerine yine o keşfetti.
Dolayısıyla Akşemseddîn, hem İstanbul’un fethinin Fâtih’e müyesser olacağını keşifle söyleyerek hem de Eyûb Sultan’ın kabir yerini keşfederek iki önemli fethe sebep oldu. Bu da şu hakîkatin söylenme sebebi olmuştur: Akşemseddîn ve Fâtihler var oldukça, Fetihler müyesser olacaktır!
Fâtih tarafından kiliseden camiye çevrildikten sonra Fâtih medreseleri yapılıncaya kadar önce medrese olarak kullanılan Zeyrek Camii’nde ders verdi. Fetihten sonra padişahın taç ve tahtını terk edip bütünüyle şeyhe bağlanmak ve ondan tarîkat ahkâmını öğrenmek istemesi üzerine Akşemseddîn büyük bir dirâyet göstererek Fâtih’in bu arzusuna engel oldu. Bunun için de Göynük’e döndü.
Sultanın, gönlünü almak üzere arkasından gönderdiği hediyeleri geri çevirdi. “Tasavvuf şeyhlerinin halvetinde öyle büyük lezzet vardır ki, onu alanların gözünde dünyanın hiç değeri kalmaz. Saltanatı bırakıp gezgin olurlar. Böyle olunca da âlemin düzeni bozulur. Bu yüzden hepimiz, buna sebep olduğumuzdan dolayı Allah'ın gazabına uğrarız!” diyerek Sultan'a öğütler verdi.
Fâtih, şu sözleriyle Akşemseddîn gibi bir üstâdının olmasını ilâhî bir lütuf olarak gördüğünü ifade etmiştir: “Bu ferah ki bende görürsüz; yalnız bu kal'a fethine değildir. Akşemseddîn gibi bir azîzin benim zamanımda olduğuna sevinirim.”
Kabri bugün Bolu Göynük’te ziyaretgâhtır. Akşemseddîn’in sandukası, Osmanlı devrinde yapılan ağaç sandukaların sonuncusu olarak özel bir değere sahiptir.
Aynı zamanda “tabîb-i ebdân” olan Akşeyh, devrinin iyi bir hekimi sıfatıyla da şöhret kazanmış ve tıbba dair eserler vermiştir. Tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesini ortaya atarak hastalıkların bu yolla bulaştığı fikrini öne sürmekle, bu alanda kesin bilgiler veren Fracastor adlı İtalyan hekimden en az 100 yıl önce bu konuya ilk temas eden tabip olmuştur.
Onun hakkında Mecdî Muhammed Efendi, şunları söyler: “O büyük insan, mânâ âleminde rûh doktoru olup rûh veren nefesleriyle sapıklık hastalığına yakalanan kimseleri şifâya kavuşturdukları gibi; görünürde de beden doktoru idi, can veren tedbir ve tedavisiyle hastaları şifâya kavuşturur, o bilgin doktorun emriyle hastalar taze hayat bulurlardı. Hatta otlar, bitkiler ona seslenip her biri 'Ben falan hastalığa yararlıyım.' diyerek hâl diliyle hikmet doktoruna hitab ederlerdi.”
Eserlerinin büyük bir kısmı tasavvufa dairdir. Risâletü’n-nûriyye, Defʿu meṭâʿini’ṣ-ṣûfiyye, Makâmât-ı Evliyâ bunlardandır. Yedi oğlundan en küçüğü olan Hamdullah Hamdi (ö.1503) hey’et, nücûm ve mûsikîde iyi derecede bilgi sahibi olup aynı zamanda devrinin önde gelen şairleri arasında da yer almıştır.[1]
Şemseddîn, “dinin güneşi” anlamında ona verilmiş bir unvandır. Anadolu’yu mânen aydınlatan üç şemsten biridir. Bunlar Konya’da Şems-i Tebrizî, Göynük’te Akşemseddîn ve Sivas ilinde Şems-i Sivâsî’dir.
Sultan Fâtih ile birlikte İstanbul’a girerken, şehir halkı Akşemseddîn Hazretleri’ni sultan zannederek hürmette bulunurlar. Bu sırada Akşemseddîn Hazretleri atını geri çekerek Sultanı işaret etse de Sultan Fâtih hocası ve şeyhi olan Akşemseddîn Hazretleri’ne hürmetinden iltifat edenleri ona yönlendirmiş, “O benim şeyhim ve hocamdır, çiçeklerinizi ona veriniz.” demiştir.
Böylece önde Akşemseddîn Hazretleri olduğu hâlde şehre girilmiştir. Saçı sakalı ak olduğu ve beyaz elbiseler giydiği için, kendisine bu unvan verilmiştir.
Makâmât-ı Evliyâ Risâlesi’nde hikmetle ilgili şunları söyler: “Hikmet Makamı, eşyayı bilmekten ibarettir. Ermişler geldiler, varlıkları bilmekle meşgul oldular. Her varlıkların yapısını incelediler, her biri bir türlü ilim zuhûra getirdiler. Nitekim Lokman Hekim, hikmet zuhûra getirdi, diğer bilim adamları da gelip onun hikmetinden çeşitli bilgiler çıkardılar. Lokman Hekim, ilm-i eşya ya âlim oldu, andan ileri bir makama geçmedi, geçseydi Nebî olurdu… Âlimler, onun velî olduğunu söylediler. Çünkü hikmet, velîliğin başlangıcında erilecek bilgidir. Ve hikmetten murad olan, ilim, ihyâ/diriltme ilmidir, yani o iksirdir. Evliyâ katında iksir, ölü kalpleri diriltir…”[2]
İman ve İslâm insanı Müslüman, büyük düşünen, büyük hedefleri olan, fetihlerin düşlerini gören ve kendisini büyük hedeflere hazırlayan ufuk adamıdır. Onun bu ufuk turunda ise Akşemseddîn gibi gönül erlerinin olması, o yol adamının yolunu aydınlatacak, gönlüne inşirah ve ümit aşılayacaktır.
[1] Orhan F. Köprülü-Mustafa İsmet Uzun, “Akşemseddin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, II, 299-302; Süleyman Ateş, “Akşemseddin”, Kur'an Mesajı İlmi Araştırmalar Dergisi, Nisan-Mayıs, Haziran 99,Sayı:16-18.
[2] Süleyman Ateş, “Akşemseddin”.
Ali AKPINAR
YazarPaslı zincirleri kırdı kırıyor,Bu millet yeniden şaha kalkacak.Göğsünde tarihin nabzı vuruyor,Bu millet yeniden şaha kalkacak.Dün Ergenekon’dan çıktığı gibi,Köhnemiş Bizans’ı yıktığı gibi,Üç kıtaya ba...
Şair: Bestami YAZGAN
İslâm, Peygamberimiz’in yirmi üç yıllık nübüvvet mücâdelesinin sonunda bütün insanlığa hitâben okuduğu Vedâ Hutbesi’nde söylediği, “Ey insanlar, sözümü iyi belleyin. Burada bulunanlar, burada bulun(a)...
Yazar: Ali AKPINAR
Dün olduğu gibi bugün de dünyanın en muhteşem şehirlerinden biri olan İstanbul deyince hepimizin aklına, bu şehri Bizans'tan kurtararak İslâm toprağı yapan II. Mehmed, nâm-ı diğer Fâtih gelir. Fakat h...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
HAPİSHÂNELERDE ESERLER YAZAN BİR ÂLİM: Âlimlerin Güneşi İmam SerahsîOnun unvanı, Şemsüleimme yani Âlimlerin Güneşi’dir. Bugün Türkmenistan-İran sınırında bir kasaba olan Serahs’ta doğmuştur. Vefât tar...
Yazar: Ali AKPINAR