KALDIR BENLİĞİ ARADAN!
"Sâlik ile Allah arasındaki
en büyük engel¸ sâlikteki
benlik düşüncesidir.
Zira benlik/senlik¸ ikilik
anlamına gelmektedir.
Bu sebeple Hallâc-ı
Mansûrun¸ "Benliğinle
benliğimi aradan kaldır."
şeklinde Hakk'a dua
ettiği rivayet edilir.
Benlikten vazgeçilince
yani ben¸ sen olunca
ortada hiçbir engel
kalmamış olur. İşte
o zaman fenâfillah
hakîkatı gerçekleşir."
Tasavvuf anlayışında sen (senlik) ile ben (benlik) aynı anlamda kullanılan terimlerdir. Bunlar haddizatında kişinin kendine olan güveni ile sahip olduğu bilgiye¸ güzelliğe¸ güce¸ mala mülke güvenip kendine varlık vermek demektir. Ancak Hakk'a varmanın tek yolu önce benliği unutmaktan geçmektedir. Çünkü tasavvufa göre¸ Hakk'ın varlığından başka varlık yoktur. Varlık onun olduğu gibi varlığın bizatihi kendisi de O'dur. Tasavvufta sen ve ben düşüncesi ikiliğe sebep olur. Kişi¸ Vahdet deryasına gark olunduktan sonra sen-ben yok olur¸ göze sadece Hak görünür.
Zira ehl-i aşka göre ikilik; Allahın varlığına karşılık¸ insanın varlık davasına kalkışmasıdır. Varlık birdir¸ o da Hakk'ın varlığıdır. Vahdette ikilik düşüncesi söz konusu olamaz. İnsanın gözü¸ sözü¸ yüzü ve kendisi tamamen ondandır. Bu sır iyi anlaşılmalı¸ ikilikten vazgeçilmelidir. Hulûsi Efendi'nin bu ay ele alacağımız gazelinde vahdet ve ikilik düşüncesi etrafında sâliklerin ihtiyacı olan nasihatler işlenmektedir.
Sana matlûb sensin ey dil gayrı bir söz arama
Sendedir ol görecek yüz taşradan yüz arama
(Ey gönül senin talebin sensin¸ başka bir söz arama. O görülecek gerçek yüz sendedir¸ dışarıda bir başka yüz arama.)
Sâlik ile Allah arasındaki en büyük engel¸ sâlikteki benlik düşüncesidir. Zira benlik/senlik¸ ikilik anlamına gelmektedir. Bu sebeple Hallâc-ı Mansûrun¸ "Benliğinle benliğimi aradan kaldır." şeklinde Hakk'a dua ettiği rivayet edilir. Benlikten vazgeçilince yani ben¸ sen olunca ortada hiçbir engel kalmamış olur. İşte o zaman fenâfillah hakîkatı gerçekleşir.
Bu beyitde Hulûsi Efendi (k.s.) böyle bir hakikati ifade etmektedir. Ve kendini aradan kaldırarak Allah tarafından bütün gizli hazinelerin anahtarı hükmünde olan ene' ile baş başa kalmayı arzulamaktadır. Ene¸ Allah tarafından bize verilmiş bir lütufdur. Ene eğer Hakk'ı bulmak için gizli hazinelerin anahtarı olarak kullanılırsa problem olmayacaktır. Ancak ene ile insanın Firavunlaşması da mümkündür. Ve sâlik bu durumdan daima Rabbine sığınmalı ve mağfiret dilemelidir. Bu nedenle kendi gönlüne bakan âşık orada Hakk'ı görecek ve O'nunla hem-hâl olacaktır. Ve belki de Hallacı Mansur'un katline sebep olan o meşhur hakikati haykıracaktır: "En-el Hak!"
Kendi mir'âtına nazar eylesen yârı görürsün
Cân gözünden gayrı ana açacak göz arama
(Kendi gönül aynana baksan orada sadece Sevgili'yi görürsün. Fakat ona açmak için can gözünden başka göz aramamalısın.)
Ayna/âyîne/mir'at¸ tasavvufî sembolizmde bütün âlem¸ kâinat¸ masiva; gönül ve insan-ı kâmili temsil eder. Tasavvufta Allahın kendilerinde zuhûr ve tecellî ettiği her şey (mezâhir¸ mecâlî) birer ayna olarak telakki edilir. Mutasavvıflara göre bitkiler¸ hayvanlar ve insanlar¸ Hakk'ın isim ve sıfatlarını aksettiren aynalardır. Kâinat¸ Hakk'ın cemâl ve celâl tecellîlerinin göründüğü bir ayna gibidir.
İnsanın manevî yükselişinin gönülde gerçekleşmesi nedeniyle¸ ayna bunu başarabilmiş olan gönlü simgeler. Nitekim "Yerlere ve göklere sığamadım¸ mü'min kulumun kalbine sığdım." ifadesinde gönül-tecelli ilişkisini güçlendirmektedir. Hadislerde¸ mirat kelimesinin zaman zaman mecazi anlamlarda kullanılmasından dolayı¸ ayna sembolü tasavvuf düşüncesinde büyük ilgi görmüş ve anlaşılması güç birçok nazarî düşünceler ayna ile yapılan teşbih ve temsillerle izah edilmiştir. Ancak Hulûsi Efendi (k.s.) gönül aynasına bakılırken kendi can gözünü işaret etmiştir. Ve sâlikin kendi can gözünden başka göz aramamasını tembihlemiştir.
Sıdk u ihlâs ile koy gel kapısında baş u cân
Tâ sana râm ola dil-ber gece gündüz arama
(Gel sıdk ve ihlâs ile kapısına başını ve canını koy. Böylelikle gönlünü kaptırdığın sevgili seninle birlikte olsun ve artık onu gece gündüz aramayasın.)
Sıdk¸ sözlüklerde doğruluk¸ gerçeklik ve kalp temizliği şeklinde geçmektedir. Tasavvufta ise sâlikin yalandan kaçınıp doğruluktan ayrılmaması mânâsında kullanılır. Sıdk¸ kulları Allaha ulaştıran bir makamdır. İhlâsın sözlük anlamı ise¸ bir şeyi içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak; saf¸ temiz¸ haliş samimiyettir. Kavram olarak ibadet ve iyilikleri¸ riyâdan ve menfaatten arındırıp sadece Allah rızası için yapmak demektir.
Kapı ve eşik kültürümüzde önemli unsurlardır. Bunlar şiirimize ve edebiyatımıza da yansımıştır. Eşik¸ kültürümüzde kutsal kabul edilmiştir. Hatta birçok yörede evin eşiğine basmak ayıp karşılanmıştır. Ve bu görenek günümüzde hala devam etmektedir. Büyük velilerin eşiğine yüz sürmek veya başını eşiğine koymak ifadeleri de yine aynı kültüre atıftan dolayıdır. Hulûsi Efendi (k.s.) aradığı gerçek sevgiliye ulaştıracak bir mürşit bulunmuş ise onun kapısına başını ve canını koymayı tavsiye etmektedir. Fakat bunu sıdk ve ihlâs ile yapmasını tavsiye etmiştir. İhlâs aynı zamanda yapılan icraatlarda karşılık beklememeyi ifade eder. Bu fedâ etmenin karşılığında Hakk'ın rızası bile talep edilmemelidir. Çünkü bu bile bir beklentinin varlığını göstermektedir.
Eşiğe baş koymak' ifadesi pek çok tarikat ve tasavvuf erbabının hayatında karşımıza çıkar. Ancak akıllara ilk gelen Yunus Emre'nin meşhur menkıbesi olmalıdır. Yunus dergâhtan ayrılıp uzun zaman sonra geri gelmiştir. Taptuk Emre ise artık gözleri görmeyen bir pîr-i fâni durumundadır. Yunus kendisinden bağışlanma dilemek için başını Taptuk'un kapısının eşiğine koyar ve bekler. Bir zaman sonra dışarı çıkmak isteyen Taptuk Emre eşikte bir nesneye ayağının takıldığını hisseder. Ve etrafındakilere sorar¸
"Bu ayağıma takılan nedir?" diye.
Etrafındakiler "Yunus gelmiş efendim." şeklinde cevap verirler.
Taptuk Emre "Bizim Yunus mu?" cevabını verir.
Ve Yunus Emre bu cevap ile dergâha tekrardan kabul edildiğini anlamış olur. Ayrıca mutasavvıflar arasında Bizim Yunus' ifadesi affedilmenin ve bağışlanmanın sembolü şeklinde kullanılmıştır. Hikâyenin özünde eşiğe baş koymanın kelimeler ve ifadeler üstü bir anlam taşıdığı görülmektedir.
Bu yolun merdinden olup nefsini basdın ise
Merd-i meydân-ı cihânsın gel yokuş düz arama
(Sen eğer bu yolun merdi olup nefsini körelttinse artık cihan meydanının yiğidi olmuşsun artık gel kolay zor arama.)
Tarikatta ilk iş nefsin tezkiyesidir. Çünkü bu hallolmadan diğer hiç bir mesele hallolmayacaktır. O nedenle bir dervişin yanında yetişmek isteyen sâlik ilk önce nefsinin terbiyesiyle işe başlayacak ve sonra kademe kademe bir noktaya ulaşacaktır. Ancak nefsin tezkiyesi öyle ifade edildiği kadar kolay bir mesele değildir. Nefs kelimesi Arapçada nefese kökünden türeyen nefs/nefiş bir şeyin varlığı/kendisi¸ kişi¸ can¸ ruh¸ izzet gibi çok çeşitli anlamlarda kullanılan bir kelimedir. Kur'ân'da zâtullâh¸ insan ruhu¸ kalp¸ insan bedeni¸ insan bedeninde bulunan ve ona kötülük emreden cevher gibi mânâlarla yer alır.
Nefsin yukarıdaki tanımlarına bakılınca onun ne olduğu ve nasıl bir meseleyle karşı karşıya kaldığımız anlaşılmaktadır. Ancak tasavvufta¸ nefsin ne olduğundan çok onun nasıl terbiye edilip güzel huylarla donatılabileceği konusu üzerinde durulmuştur. Mutasavvıflar az yemek¸ az içmek¸ az konuşmak¸ az uyumak ve sürekli ibadet etmek suretiyle yani riyâzetle nefsi terbiye etmeye ve ahlakı güzelleştirmeye çalışırlar. Özellikle aç kalmaya özen gösterirler ve açlık ile imtihanın nefsi öldürmekteki en etkili yöntem olduğunu ifade ederler.
Mutasavvıflar yaptıkları mücâhede ile nefsi öldürmeyi en büyük görev saymışlardır. Nefsi öldürmek ile nefsin kendisini yok etmeyi değil¸ eğilimlerinden kaynaklanan kötü huyları düzeltip denetim altına almayı kastetmişlerdir. Eğer nefis öldürülmez¸ yani onun kötü isteklerine uymaya devam edilirse; sonsuza kadar ateşte yanma durumuyla karşı karşıya kalınacaktır.
Bu beyitte ifade edilen mertlik ve cihan meydanı ifadeleri gözümüzde bir savaş sahnesi canlandırmaktadır. Hulûsi Efendi (k.s.) bu ifadeleri nefis ile mücâdelenin ne denli zor olduğunu anlatmak için bilinçli olarak tercih etmiştir. Ancak bu ifadeler telmih yolu ile bizlere Efendimiz (s.a.v.)'in nefisle ilgili bir hadis-i şeriflerini hatırlatmaktadır. Efendimiz'in (s.a.v.) Tebük Seferi sonrası geri dönüş yolunda yanındakilere "Küçük cihaddan büyük cihada döndük. Büyük cihad nefisle mücadeledir." dediği nakledilmektedir. İşte nefsini yenen sâlik bu cihan meydanının yiğidi olur ki¸ bu mücâdele bizzat Efendimiz (s.a.v) tarafından Tebük Seferi'nden daha zor addedilmiştir.
Gazelin son beyti bir dua ve temenni niteliğindedir. Hulûsi Efendi (k.s.) eğer senin kalbine Allah aşkı girdiyse masivâdan sıyrıl ve artık ondan başka sevgili ve dost arama¸ diyerek ehl-i aşk için nihaî bir hedef çizmektedir.
Sînene yazdınsa eğer nakş-ı hayâl-i dil-beri
Gayrıya bakma Hulûsî var şeb ü rûz arama
(Eğer sînene sevgilinin hayalinin nakşını yazdın ise Hulûsi¸ artık gayrıya bakma gece gündüz bir başka sevgili arama.)
Hüseyin ALPSOY
YazarDinî-tasavvufî eserlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beden özelliklerini ve manevî şahsiyetini ifade için çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunlardan Nûr-ı Muhammedî veya Hakîkat-i Muhammediye konulu e...
Yazar: Musa TEKTAŞ
"Gazelin son beyti adeta bir ahitnâme niteliğindedir. Hulûsi Efendi (k.s.) tüm samimiyetiyle iki cihanda yalnızca gerçek Sevgili'yi arzu ettiğini ifade etmiştir. Ve kapısında kul¸ kö...
Yazar: Hüseyin ALPSOY
Yavuz Sultan Selim’in kısa süren saltanatından sonra Osmanlı Devleti’nin başına geçen oğlu Kanûnî Sultan Süleyman da babası ve dedeleri gibi tasavvufa meyilli bir padişahtı. Hatta o tasavvufa meyli ba...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Tonton tavşan yavrularını gezdiriyordu. Onlara ormanı tanıtmaya çalışıyordu. - Yavrularım, ağaçlara, yapraklara, otlara bakın ne güzel. Kelebekler uçuşuyor dört yanda. Pamuk: - Evet. Kır çiçe...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ