KÂBE’NİN YANINDA OLMAK, KÂBE’Yİ GÖNÜLDE TAŞIMAK
Dinimizde bazı ibadetler bedenle edâ edilirse de onu yerine getirebilmek için maldan harcamak gerekir. Hac böyle ibadettir. Nitekim Allahu Teâlâ durumu yerinde olanların hac görevini îfâ etmelerini zorunlu tutmakta ve şöyle buyurmaktadır: “Oraya yol bulabilen insana Allah için Kâbe’yi haccetmesi gereklidir.”1
Hepimizin bildiği üzere, hac ibadeti her açıdan fedakârlık gerektirir. Öncelikle maddî harcama gerektirir. Bedenî olarak da yorucudur. Bütün bunların yanında, işi gücü bir yana bırakarak bir süreliğine dünyadan kopmayı, yurdundan uzaklaşmayı, tanımadığınız milyonlarca insanla bir arada olmayı gerektirir. Neresinden bakılırsa bakılsın zahmetli bir ibadettir. Zorlukları fazla olduğundan dolayı Allah katındaki ecri de çok fazladır. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.), “Kabul olmuş haccın karşılığı cennettir.” buyurmuşlardır.2 Bir keresinde de Hz. Peygamber (s.a.v.)’e şöyle bir soru sorulur: “En üstün amel hangisidir?” Cevap verirler: “Allah ve Rasûl’üne iman etmektir.” Tekrar sorulur: “Sonra hangisidir?” Cevap verirler: “Allah yolunda cihad etmektir.” Ardından “Sonra hangisidir?” diye sorulunca, buna da şu cevabı verirler: “Makbul olan hacdır.”3
Hac Allah’a kulluğa koşmanın bir diğer adıdır. Binlerce kilometreyi sadece Allah’a ibadet etmek için kat etmektir. Düşünsenize İstanbul-Mekke arası uçakla 2.400 kilometredir; bu mesafenin bir de eski devir şartlarında nasıl katedildiğini düşünmek işin fizikî külfetini fark etmeye yeter. İnsan sırf Rabb’ine kulluk etmek için bu kadar mesafeyi aşar. Evinden ve ailesinden uzaklaşarak âhiretin provası olan ihramını giyer, hac ibadetine koşar. Bu yüzden de Kâbe’nin etrafında tavaf ederken ağızdan şu kelimeler dökülür: “Lebbeyk! Allahumme lebbeyk! Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete ve’l-mülk. Lâ şerîke lek./Buyur Allah’ım buyur! Emrindeyim buyur! Buyur Allah’ım! Senin hiçbir ortağın yoktur. Buyur Allah’ım! Şüphesiz hamd sana mahsustur. Nimet de senindir, mülk de senin. Senin hiçbir ortağın yoktur.”
Dünyayı Ardımızda Bırakmak
Hac ibadetinin en güzel tarafı, insana Allah’a kulluk dışında hiçbir şeyi hatırlatmamasıdır. Dünyadan tamamen sıyrılırsınız. Öyle bir atmosferdesiniz ki, ibadetten başka bir şey düşünmeniz aslâ mümkün değildir. Çünkü etrafınızdaki herkesin orada bulunma nedeni tektir. O da rablerine ibadet etmek. Herkes ibadet için bir koşturma içindedir. Gördüğünüz insanlar ya ibadete koşmaktadır, ya da dinlenmek için ibadetten dönmektedir. Zamanlarını boşa geçiren, birbiriyle dedikodu eden ve malâyânî ile vakti öldüren insan sayısı çok azdır. Durum böyle olunca da, ibadetten başka bir şeye zaman ayırmaya vaktiniz olmaz. Aklınız başka şeylere kayıp gitmez.
Allah Rasûlü’nün Yakınlığını Hissetmek
Hacda Rasûlullah her an aklınızdadır. Kâbe’nin etrafında, Safa ile Merve arasında, Hira’da, Sevr’de, Arafat’ta ve Mina’da, velhasıl her yerde. Ayağınızın en az bir kere olsun, Allah Rasûlü’nün bastığı bir yere temas edeceğini bilmek insanın kalbini hoplatır. Onun hayatını okuyup öğrenerek ve hacdaki uygulamalarını belleyerek hacca gidenler bu açıdan çok şanslıdırlar. Sanki Rasûlullah yanlarındaymış gibi haccederler. Onun nerede ne yaptığını bildiklerinden bir başka heyecan duyarlar. Allah Rasûlü oradaymış, onlar da onun sahâbîleriymiş gibi hissederler. Hira’da veya Sevr’de mağarada oturduklarında Rabb’imizin son elçisinin oracıkta oturmuş olduğunu düşünerek gözyaşlarına boğulurlar. Rablerinin kendilerine böyle bir nimeti ihsan etmesi nedeniyle şükrü ifade edecek kelime bulamazlar ve en iyi münâcât yolu olarak gözyaşlarına sarılırlar.
Farklı Renklerle Kucaklaşmak
Pek çok hikmeti barındıran haccın en güzel yanlarından birisi, dünyanın farklı bölgelerinden gelen Müslümanları buluşturmasıdır. Mü’min kardeşleriyle bir araya gelen kimsenin uzaktan sevdiği kardeşlerine karşı hissettiği duygu derin bir muhabbete dönüşür; hele de yeryüzünün dört bir tarafında sıkıntılar içinde yaşayan mü’min kardeşlerini gördüğünde sevgisi iyice katmerleşir.
Kâbe’nin etrafında namaza durduğunuzda, farklı ten rengine sahip bu insanlarla bir arada safa durursunuz. Ne dillerini ne de memleketlerini bilirsiniz ve bu güzel insanlarla hacdan sonra bir daha karşılaşmazsınız. İçiniz onlara karşı öyle bir ısınır ki, birbirinizin yüzüne baktığınızda, uzun zamandır tanışan ve yeniden karşılaşan iki insan gibi karşılıklı tebessüm edersiniz. Gözlerinizle çok şeyler söylersiniz. Bu bakışmaların kalbinizde biriktirdiği sevgi o kadar çoğalır ki, haccı bitirip o güzelim topraklardan ayrılırken gözlerinizden dökülen yaşların bir nedeni de ayrıldığınız kardeşleriniz olur. Onları bir daha göremeyecek olmanıza yanarsınız. Zira, ”Simsiyah derili, çekik gözlü, buğday tenli, güçlü-yapılı veya çelimsiz kardeşlerim arasında Rabb’ime yönelmek bir daha nasip olabilecek mi?” diye içinizi bir özlem kaplar. Bu, ayrılmadan yaşanan bir hasrettir.
Haccın Diğer Adı: Sabır İbadeti
Hac insana belki de en çok sabretmeyi öğretir. Evde ailenizin her türlü sıkıntısına ve hatâsına katlanırsınız. Çocuğunuz bir yanlış yaptığında veya uygun olmayan bir yere bir eşya bıraktığında, bu durum sizin için fazla bir sorun olmaz. Çünkü yuvanızdaki her bir ferdi yaptıklarına tahammül edecek kadar çok seversiniz. Belki kızarsınız, ancak yine de bir arada yaşamak en büyük mutluluklarınızdan birisidir. Hacda ise durum bambaşkadır. Kendi ülkenizden insanlarla da olsa sonuçta tanımadığınız ve huyunu suyunu bilmediğiniz kişilerle aynı odaları paylaşmak durumunda kalırsınız. Herkesin yetişme tarzı farklı olduğundan, size çok ters gelen davranışlara ve alışkanlıklara tahammül etmek zorunda kalırsınız. Başka coğrafyalardan gelen insanlara gelince, sizi adeta sabır küpü yaparlar. Yemeleri, içmeleri, alışkanlıkları, hareketleri bambaşkadır. Böylece diğerleriyle paylaşmayı, bir arada yaşamayı öğrenirsiniz. “Buraya ibadet etmeye geldim, kavga etmeye değil.” diyerek, sizlere yapılan haksızlıklara katlanırsınız. Bütün bunların hacda kazanacağınız âhiret sermayenizin artmasına vesile olmasını niyaz ederek sabır çekersiniz. Hac dönüşü aklınızda kalan cümlelerden birisi de oradaki görevlilerin sık sık tekrarladığı “Hacı, ya sabır!” ifadesi olacaktır.
Haccın Özeti
Hacdan döndüğünüzde, hac öncesi hayatınızın adeta sıkıştırılmış bir özetini birkaç haftada yaşamış olduğunuzu görürsünüz. Gerçekten de bir insanın bütün ömrü boyunca yaşayabileceklerinin özeti o kısacık süre içerisinde yaşanmıştır. Yemeklerden otobüslere, Arafat’tan Mina’daki çadırlarda konaklamaya, şeytan taşlamadan Hira’ya, otel odasında yaşananlardan sokakta yürümelere varıncaya kadar günün yirmi dört saati dopdolu geçer. Velhasıl, bir insan, bütün yaşamı boyunca karşılaşabileceği her şeyle bir kereliğine de olsa bu kısa zaman süresince karşılaşır. Haccın bir bereketi de işte budur. Dikkat ederseniz, hacdan dönenlerimiz saatlerce Mekke’den ve Medine’den bahsederler. Anlatacakları bir türlü bitmez. Benim tercihim, hac hatıralarını hiç yurt dışına çıkmamış saf Anadolu insanlarından dinlemektir. Onların kalpleri heyecan yüklüdür, gözleri her zaman yaşlıdır ve yaptıkları ibadetten alınabilecek en büyük hazzı almışlardır. İçine hiçbir riyâyı karıştırmadan yaptıkları hac ibadetinin mânevî yansımasını anlattıklarında bulabilirsiniz.
Hac Sonrası Görevler
Günün yirmi dört saatini tamamen ibadetle geçirmiş ve dünyadan kopmuş olan insanların yüzlerindeki mânevî temizlenmeyi hepimiz fark ederiz. Yaşadıklarıyla birlikte nurlanmışlardır. Zira hacda kulluk kolaydır. Ama asıl olan bu hali devam ettirebilmektir. Hayata yeniden başlayabilmektir. Önceki yanlışlara dönmemektir. Bizim memleketimizde şöyle yanlış bir anlyış vardır: “Efendim hacca gidip gelen insan ticaretten veya diğer dünyevî işlerden elini çekmelidir.” Bu yanlış bir anlayıştır. Esas olan hacdan önce de sonra da Allah’ın emir ve yasaklarına riâyet ederek yaşamak, ticaret yapmak, san’atkar olmak, hal ve hareketlere çeki düzen vermek, güzel kelimelerle konuşmak, ibadetlere titizlenmektir. Ayrıca herkesin kendisine artık “hacı” gözüyle baktığını bilmek ve buna göre davranmak gerekir. Hepimizin bildiği üzere, insanlarımız hacca gitmiş insanlardan daha farklı bir yaşam beklerler. Artık onun örnek bir insan olmasını isterler. Bu yüzden, hem Rabb’imizi memnun etmek, hem de insanların beklentilerini boşa çıkarmayarak çevremize güzel bir örneklik sergileyerek bütün yaşantımıza çeki düzen vermemiz icap eder. Bunu yapalım ki, hacda kazandıklarımızı müsrifâne bir şekilde hebâ etmeyelim. Allah Rasûlü’nün haber verdiği müjdeyi hac sonrasında heder etmeyelim: “Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak (evine) döner.”4
İmkânı olanlar için zikredilmesi gereken bir iş daha bulunmaktadır: Hac vazifesini îfâ ettikten sonra fırsat ve imkân buldukça umreye gitmek güzel olur. Çünkü -hacda olduğu gibi- umre ibadeti insanın kulluk bilincini pekiştirir, kutsal toprakların mânevî iklimi mü’mini istikâmet üzere tutar.
Hepimizin evinin bir köşesinde mutlaka bir Kâbe fotoğrafı vardır. Rabb’im orayla olan gönül bağımızı sağlam tutsun. İbadetlerimizde bedenimizle döndüğümüz Kâbe’ye ruhumuzla da dönmemizi nasip etsin. Gitme imkânı bulamamış olanlara kolaylıklar ihsan etsin.
Dipnot
* Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM
1. 3/Âl-i İmran, 97.
2. Müslim, Hac 437.
3. Buhârî, Îmân 18.
4. Buhârî, Hac 4.