İznik Deyince Ayasofya Camii Akla Gelir
Bursa’dan kalkan İznik minibüsündeyim… Bir tarafta Allah’ın kevnî âyetlerinden İznik Gölü, diğer tarafta yol boyunca hiç bitmeyen zeytin ağaçları… Ön koltukta oturmak bu güzellikleri daha geniş bir açıyla seyretmemi sağlıyor… Minibüste gezmeye gelenler ve İznik ve köylerinde oturan halktan kimseler var... Görüntü itibâri ile göçmen olduklarını tahmin ettiğim bu insanların şiveleri de oldukça farklı…
Genelde neşeli ve yumuşak huylu olduklarını gözlemlediğim yöre halkı sohbete ve muhabbete yatkın insanlar... Yol boyunca şoförle konuşan köylü abimiz bunun tipik bir örneği… Bu muhabbetin ortasında bir saatlik yolumuz çabucak geçiyor ve yolun kenarındaki İznik tabelâsını görüyoruz. Daha önce de birçok sefer geldiğim İznik gözüme yine güzel ve şirin görünüyor. Tarihî kökleri çok derinlerde olan bir ilçeye giriyor olmanın da ayrı bir tadı var.
İlçenin Tarihi
İlçenin resmî internet sitelerinden aldığım bilgiye göre ilçenin tarihi Osmanlılara, Selçuklulara, Bizans’a, Roma’ya ve hatta daha öncesine dayanıyor. İlçe ilk olarak M.Ö. 316'da Makedonya Kralı Büyük İskender'in komutanlarından Antigonius tarafından kurulmuş. Antigonius şehre kendi adını vermiş. Büyük İskender'in diğer bir komutanı olan Lysimakhos M.Ö. 301'de Antigonius'u mağlûp etmiş ve şehri ele geçirmiş. Şehre karısının ismi olan Nicaea ismini vermiş.
Bu dönemde Bithynia Krallığına başkentlik eden şehir bir müddet sonra Roma İmparatorluğunun hâkimiyetine girmiş. Roma İmparatorluğu, M.S. 476 yılında ikiye ayrılınca İznik Doğu Roma olarak bilinen Bizans İmparatorluğuna bağlanmış. Daha sonra Selçuklular zamanında Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından 1075 tarihinde fethedilen Nicaea 1080 yılında Selçukluların başkenti olmuş. Böylece Türklerin Anadolu’daki ilk başkenti olmuş.
“İznik” ismi nereden geliyor diye soracak olursanız, fetihten sonra şehrin ismi “Nicaea'nın izi” anlamında "İznik" olarak değiştirilmiş. 1097 yılında Haçlı Ordusu tarafından geri alınan şehir tekrar Bizans yönetimine katılmış. Daha sonraki yıllarda 57 yıl kadar da Bizans’a başkentlik yapmış. Nihayet 1331 tarihinde Orhan Bey tarafından yeniden fethedilen İznik artık o tarihten itibaren yeniden Osmanlı hâkimiyetine girmiş…
Ayasofya Camii
İşte böyle büyük bir tarihi olan İznik’e bir kez daha gelmek benim açımdan şükre mûcip bir şeydi… Bunun için hamd ettikten sonra başta şehri fetheden Orhan Gazi olmak üzere, burada yatan mübâreklerin ve diğer Müslümanların rûhlarına birer Fâtiha okuyarak şehre girmiş oldum. Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri’ni de tabii ki özellikle zikretmeliyim.
Gözümüze ilk çarpan yapı tabii ki İznik merkezde bulunan Ayasofya Cami-i oldu. 1935 yılından beri müze olarak kullanılan yapı 2011 yılının Kurban Bayramında ibadete açılmıştı. Doksan yıldır ezan sesine hasret olan bu mâbedi her gördüğümde güzel bir duygu hissederim. Kuşkusuz bu yapının bizim için çok büyük bir anlamı var.
Şehrin tam ortasındaki Ayasofya Camii’ne ulaştığımda öğle namazı kılınmış ve cemaat yeni dağılmıştı. İçeriye girdikten sonra ilk olarak mihrâbın yakınında bir yerde namazımı kıldım. Namazdan sonra biraz uykumun geldiğini hissettim. Acaba bu tarihî kokuyu içime çekerek biraz uzansam, uyandıktan sonra da caminin fotoğraflarını çeksem nasıl olurdu? Ne de olsa artık burası bir camiiydi ve bizimdi… Camilerde uyumak ise sonuçta hiç yapmadığım bir şey de değildi.
Ana sütunlardan birinin dibinde uzandım ve kıbleye bakarak yarım saatten biraz fazla bir süre güzelce uyudum. Kalktığımda yerli turistler camii geziyorlardı. Aralarında geçen konuşmalarından caminin ibâdete açılmasından memnuniyet duymadıkları hissediliyordu. Anlaşılan bu insanların rûhları da turistti. Duyduğuma göre İznik halkı içinde de bazı memnuniyetsizler olsa da halkın geneli beş yüz yıldır cami olarak kullanılan bu mâbette yeniden ezan ve Kur’ân sesini duymaktan memnunmuş.
Caminin ibâdete açılma süreci ise şöyle gelişmiş: İlk olarak Diyanet İşleri Başkanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğüne caminin ibâdete açılması için bir talepte bulunmuş. Bu talep camiinin vakfiyesine de uygun görüldüğünden talep Genel Müdürlük tarafından kabul edilmiş ve cami ibâdete açılmış. Her iki kurumun yöneticilerini de tebrik ettikten sonra böyle kararların daha büyük bir irâdenin onayı olmadan alınamayacağını da hesaba katarak devlet büyüklerimize de teşekkür etmeyi ihmâl etmeyelim.
Tarihe Yolculuk
Bir söyleşide Beşir Ayvazoğlu’nu dinlediğimde tarihî bir mekâna gittiğinde orada durup o mekândan kimlerin geçmiş olabileceğini hayal ettiğini söylemişti. Böylece o mekânla yakınlık kurduğunu ifade etmişti. Ben de bunu bu caminin içinde denemeliydim. İlk olarak İslâm’dan önceki döneme gittim. Bu yolculuk zor olmadı çünkü caminin içinde Hıristiyanlığa ait semboller yoktu ama bir bölümünde vaftiz kuyusu hâlâ duruyordu.
Aslında caminin içi boydan boya halı döşenmiş de değildi. Sadece orta kısmına halı döşenmiş etrafı ise toprak bir taban olarak bırakılmıştı. Camiye giren turistler o bölgede ayakkabılarını çıkartmadan gezebiliyorlardı. Çok eski bir yapı olduğu için restore çalışmalarında bazı hassasiyetlere dikkat edildiği belliydi.
Orijinal hâli muhâfaza edilmeye çalışıldığı için tamiratın dışında herhangi bir boyama ve yenileme çalışması yapılmamıştı. Hatta orijinali bozulur diye pencerelere çerçeve bile takılmamış camlar duvara monte edilmişti. Mihrabın iki tarafına asılı olan Arapça yazılı “Allah celle celaluh” ve “Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem” levhaları ve mihrabın üstündeki hat yazısı dışında camiye herhangi bir süsleme yapılmamıştı.
Tarihe yaptığım yolculuk esnasında M.S. 325 yılında yapılan İznik Konsülü de aklıma geldi. Fakat İncillerin dörde indirildiği bu konsülün bu mâbette yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Çünkü içerdeki asılı olan yazıda bu mâbedin ilk olarak M.S. IV yy’da inşa edildiği yazıyor ama kesin bir tarih yazmıyor. Fakat daha sonraki yapılan konsüllerin bu mâbette yapıldığı bilgisine internette rastlamıştım.
İslâm öncesi çağlardan Orhan Bey dönemine gittiğimde ise 1331 tarihinden itibâren beş yüz yıldır bu camide ibâdet eden mü’minleri aklıma getirdim. Sonra başta Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri olmak üzere güzel sîmâlı veliler aklıma geldi. Bursa’dan Somuncu Baba Hazretleri ya da Emir Sultan Hazretleri de mutlaka gelmiştir ve burada namaz kılmıştır diye düşündüm. Onarımında emeği geçen Mimar Sinan’ı da anmadan geçmeyelim.
Camiden çıkarken tekrar caminin girişindeki “Ayasofya Camii” yazan tabelâya tekrar baktım. Bu tabelâya bakmak insanı inanılmaz derecede mutlu ediyor. Çünkü uzun yıllar burada “Ayasofya Müzesi” yazılı bir tabelâ vardı. Çok şükür bu günleri de gördük. İznik Ayasofya’nın aslına döndürülmesi, İstanbul’daki büyük Ayasofya’nın da müjdecisiymiş aslında.
Türkiye’de İstanbul’da iki tane, Trabzon ve İznik’te de birer tane olmak üzere toplam dört tane Ayasofya Camii var. Bunların hepsi de bugün ibâdete açık. Biz iyi mü’minler olursak Allahu Teâlâ nimetinin devamını da bizlere nasip edecektir.
Aydın BAŞAR
YazarAsıl adı Abdullah olan ve kaynaklarda tam adı Abdullah Rûmî b. Seyyid Ahmed Eşref b. Seyyid Muhammed Suyûfî (Mısrî) şeklinde geçen Eşrefoğlu Rûmî (k.s), Bursa’da Emîr Sultan’a (öl. 833/1429) (k.s) ola...
Yazar: Fatih ÇINAR
İslâm, teslim olma; Müslüman da teslim olan anlamına gelir. İnsanlık için seçip gönderdiği dinine İslâm ismini bizzat Yüce Allah koymuştur, o dine mensup olanlara Müslüman ismini veren de bizzat Yüce ...
Yazar: Ali AKPINAR
Tasavvufî eğitimin önemli unsurlarından biri müriddir. Mürid, kelime anlamı olarak bir şeyin gerçekleşmesini istemek, arzulamak veya bir amaca yönelmek gibi anlamlara gelir. Tasavvufta ise Allah’a ula...
Yazar: Kemal DEMİR
Bütün hakikatlerin tek kaynağı ve çekirdeği olan Kur’an’ın nüzulüne şahit olduğu için Kadir gecesi Kur’an’da bin aydan daha hayırlı olarak nitelendirilmiştir. Kur’an’ın nazil olan ilk ayetleri insanlı...
Yazar: Aydın BAŞAR