İSTANBUL’DA BİR SEMTE ADINI VEREN ÂLİM: ŞEYH EBÛ’L-VEFÂ (K.S.)
Zamane insanlarının vefasızlığından yakındığımızda “Vefa bazıları için bir semt adıdır.” deriz. Peki, bu semtin adının nereden geldiğini kaçımız biliriz? İşte bu yazımızda bu kadim semte adını veren bir Allah dostundan, Şeyh Muslihuddin Mustafa İbnü’l Vefâ ‘dan bahsedeceğiz. Onun din-i İslâm’a hizmetlerinden, hikmetli davranışlarından bahis açacağız.
İstanbul’un tarihî bir semtine adını vermiş olan Şeyh Muslihuddin Mustafa İbnü’l Vefâ, rivayetlere göre Konya’da doğmuştur. Doğum tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte, vefat tarihi hicri 896’da, Ramazan ayının ilk Pazartesi günü, milâdi 1491 senesidir. Babası Ahmed Sadri Efendi’dir. Bu Hakk ve hakikat dostu, Zeyniyye tarikatının Vefâiyye kolunun kurucusudur. Kendisi “Vefâ, İbnü’l Vefâ, İbn Vefâ, Vefâzâde, Ebû’l-Vefâ” gibi lakaplarla anılır. “İbnü’l Vefâ” «vefanın babası” demektir. Mutasavvıf bir şair olan bu Allah dostu, şiirlerinde “Vefâ” lakabını sıkça kullanmıştır. “İbn Vefâ” lakabını annesinin adı olan Vefâ’dan aldığı söylenir. Şeyh Vefa Hazretleri Konya’da doğduğu için Vefa Konevî olarak anılmıştır.
İstanbul’da Vefa semtine adını veren, Fatih Sultan Mehmet devrinin meşayihlerinden biri olan Ebû’l Vefa, dönemin hatırı sayılır, büyük âlimlerindendir. Doğduğu yer olan Konya’da okumuş ve orada velilik makamına erişmiştir. Konya’dayken çok sayıda talebesi onun rahle-i tedrisinden geçmiştir. Konya’daki talebeleri arasında Karamanoğlu İbrahim Bey de vardır. Çok ibadet eden Şeyh Vefa, Kur’an’ın sadık bendelerinden biriydi.
İstanbul’un fethedilmesi bütün Müslümanlar gibi, Ebû’l Vefa’yı da çok mutlu eder. O, Hac farizasını yerine getirdikten sonra İstanbul’a gelir ve bugünkü adıyla Vefa semtine yerleşir. O, buraya geldiğinde semtin nüfusunun çoğunluğu Rumlardan oluşmaktaydı. Onlara sevgi ve hoşgörüyle davranan Şeyh Vefa, birçok kişinin hidayetine de vesile olmuştur. Rum ahalisi de ona büyük saygı ve hürmet gösterir. Onun Muhammedî ahlâkından etkilenenler, hiç tereddüt etmeden İslâm’ı seçerler. Zira o, ilmiyle âmil bir Allah dostuydu. Onu görenler, onun sadık talebesi olmak için adeta birbirleriyle yarışırlar. Birçok şair, müzisyen ve âlim onun ziyaretine gelerek kendisinin vaaz ve nasihatlerinden istifade eder. Bu arada Konya’dan talebeleri de gelir yanına. Bunlar arasında bürokratlar, askerler ve paşalar da vardır.
Şeyh Ebû’l Vefa aynı zamanda tarikat ehli bir şairdir. Allah ve peygamber aşkını gönüllere nakşeden bu Hakk dostunun şiirleri çok beğenilmiş, yıllarca ilâhî olarak okunmuştur. Bu şiirlerden birinde canından çok sevdiği Peygamber Efendimizi şöyle anlatır: “Mefhari cümle cihansın ey şefaat madeni/Mekke’de doğdun Medine içre kıldın meskeni/Vuslatınla biz fakiri eyle mesrur Yâ Gani/Düştü gönlüm Yâ Muhammed canım arzular seni/Cürm ü isyan ile geldik şanına düşen kabûl/Hem şefaattir ricamız hazretinden Yâ Resul/Reddedip bizi kapından etme sultanım melul/Düştü gönlüm Yâ Muhammed canım arzular seni/Enbiyanın serverisin Yâ Muhammed Mustafa/Nur-i vechin perveri hep âleme verdi ziya/Asitanında kulundur bu imam-ı Şeyh Vefa/Düştü gönlüm Yâ Muhammed Mustafa”
Ebû’l Vefa’nın eserleri şunlardır: “Makâm-ı Sülûk” (Tasavvuf ile ilgili olup, Türkçe manzum bir eserdir), Şâz-ı İrfân (Türkçe ve manzum bir eserdir), Evrâd-ı Vefa (Dua ve zikirlerden oluşan nesir bir eserdir), Risale-i Manzume-i Şeyh Vefa (Arapça şiirleri yer almaktadır), Rûznâme-i Vefâ (Yaşadığı dönemin güncel olaylarını aktarmıştır.)
İlâhî aşkın ateşiyle yanıp tutuşan Şeyh Ebû’l Vefa Hazretlerinin dilinden düşürmediği şu duası ne kadar da manidardır: “Ya Allah!Dünya ve ahirette karşılaşacağım her bir korku için “lailahe illallah”ı, her keder ve üzüntü için “maşaallah”ı, her bir nimet için “elhamdülillah”ı, hayret verici her şey için “subhanallah”ı, her bir günah için “estağfirullah”ı, her darlık için “hasbunallah”ı, her bir ölüm ve musibet için “inna lillahi ve inna ileyhi raciun”u, her bir kaza ve kader için “tevekkeltu alallah”ı, her bir itaat ve isyan hareketi için “la havle vela kuvvete illa billahil aliyyul azîm”i hazırladım. Ey Rabbim... Bize arttır da eksiltme, bizi şereflendir de hor ve hakir kılma, bize ver de mahrum bırakma, bizi seç de üzerimize ihtiyar etme. Bizden razı oluver, bizden kabul eyle. Ey Kerem sahibi! Ey esirgeyenlerin en merhametlisi! Duamı kabul eyle. Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur.”
Çağ Açıp Çağ Kapayan Fatih’in, Dergâhın Kapısını Açamamasının Hik
Büyük Fatih, 1453’te İstanbul’u Bizans’tan alarak yeni bir çağı başlatmıştır. Dünyanın gözü onun üzerindedir. Fatih Sultan Mehmet’in, fetih sonrası İstanbul’a çağırdığı yüzlerce ilim ve mâneviyât büyüğü arasında, Şeyh Vefa Hazretleri de vardır. Harabe sayılabilecek bir Bizans semtine yerleşen bu Allah dostu, burayı kısa sürede mamur hâle getirmiştir.
Günümüzde “Vefa” adıyla anılan semt, Şeyh Vefa Hazretlerinin bir hatırasıdır. O, burada kurulan medresede bir taraftan talebelere ders vermiş, bir taraftan da ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatıp onların gönüllerini fethetmiş ve onların Müslüman olmalarında rol oynamıştır. Bu köhne semt bu Hakk ve hakikat dostunun buraya gelmesiyle bir ilim, hikmet, maneviyat ve ilâhî aşk merkezi olmuştur. Burada yüreklere birlik, beraberlik ve kardeşlik tohumları ekilmiştir. Bu büyük Hakk dostu bu semte manevî imzasını atmıştır.
Şeyh Ebû’l Vefa Hazretlerinin ardından nice ibretli rivayetler anlatılmıştır. Onun İstanbul’a gelişinin hikâyesi de pek enteresandır: «Hac görevini yerine getirmek için memleketi Konya’dan Antalya’ya, oradan da Mısır’a geçmek için gemiye binen Şeyh Vefa, kız kardeşiyle birlikte Rodos korsanları tarafından esir düşürülür. Olayı duyan Karaman Emiri İbrahim Bey fidye karşılığında Şeyh Vefa ve kız kardeşini esirlikten kurtarır. Olayın ardından İstanbul’a yerleşen Şeyh Vefa, burada ibadetle meşgul olur. Burayı bir aşk diyarına çevirir. Fatih Sultan Mehmet de Şeyh Vefa adına semte bir çeşme ve çifte hamam yaptırır. Herkesin Şeyhi çok sevdiği bu semt, kısa süre sonra Vefa adıyla anılmaya başlar ve günümüze gelir.
Ebû’l Vefa sıra dışı bir insandı. Rivayetlere göre Fatih Sultan Mehmet, Akşemseddin’in olmadığı günlerden birinde Şeyh Ebû’l Vefa ile tanışmayı murat eylemiştir. Fakat incelik göstererek şeyhi huzuruna çağırmak yerine, o şeyhin huzuruna gitmiştir. İstanbul’un manevî dinamiklerinden biri olan Ebû’l Vefa, İstanbul’u fethederek çağ açıp çağ kapayan koca Fatih Sultan Mehmet’i dergâhının kapısından döndürmüştür. Bu durum farklı zamanlarda üç defa cereyan etmiştir. İlk bakışta bu bir kibir işareti olarak görülse de hakikat çok farklıdır. Gelin bu enteresan hikâyeyi bir dost kalemden dinleyelim:
“Fatih Hazretleri, velilerin ziyaretlerinden büyük bir huzur bulurdu. Onların feyz ve berekâtından gönlü feyz ile dolar ve taşardı. Bir gün, zamanın evliyasından Şeyh Ebû’l-Vefa Hazretleri’ni ziyaret etmeyi çok arzuladı. Erkânı ile birlikte tekkenin kapısına kadar gitti. Ne görsün ki, herkese açık olan kapı, maalesef kendisine kapatılmıştı. Hünkâr üzüldü. Rengi soldu. İçeride Ebû’l-Vefa Hazretleri de aynı durumda idi. Mürîdan da, edeben bir şey soramıyorlardı. Fakat içlerinden “Bu ışın sırrı nedir?” diyerek hayretle hadisenin seyrini merak ediyorlardı. Nasıl olur ki, bir sarhoşa dahi açık olan kapı, müjdeli bir hadis-i şerifin tecellîsine mazhar olan zata kapatılmıştı’? Fatih, mahzun bir şekilde geri döndü. Bir çağ kapayıp, bir çağ açan, Bizans surlarını yerle bir eden ulu hakan, bir gönül erinin tekkesinin esrarlı kapısını açamadan geri dönmüştü.
Aradan bir zaman geçtikten sonra Hünkâr, yine hassas kalbinin derinliklerinden gelen bir heyecan ile Ebû’l-Vefa Hazretleri’ni ziyarete hazırlanıp, erkânı ile tekrar oraya gittiler. Yine aynı manzara, kapı kapalı! Hünkâr’ın dehşeti arttı. Yaverine: “Kemal-i edeb ile huzûra gir! Anla bu iş neyin nesi? Bu muamma nedir? Bu ne acep bir hâldir?” dedi. Yaver huzûra girdi. Ebû’l-Vefa Hazretleri yavere dedi ki: “Hünkârımız Fatih’in hassas ve coşkun bir gönlü vardır. Buraya girer de bizim âlemimizdeki zevki tadarsa, bir daha ayrılmak istemez ve devletin idaresine dönmez. Lakin bu mülk ve ümmet O’na emanettir. Kendisi kadar liyakatli bir kimse gelip onun yerini dolduramaz ise, mülk ve ümmet zarar görür. O da, ben de günahkâr oluruz. Sonra; ruhu buranın manevî havası ile dolacak, neyi varsa buraya getirip infak edecek. Dula, yetîme, garibe, bîçareye ve bîkese gidecek olan imkânlar, buraya akacak!. Aynı zamanda mürîdânın gönlüne dünya muhabbeti girecek, düzenimiz bozulacak!..
Hünkârımız Efendimiz’e bizler buradan dua ve teveccüh hâlindeyiz.. Gönlümüz, gönlünün içindedir...” buyurdu. Yaver huzurdan ayrılıp, tekkenin kapısında merakla neticeyi bekleyen Hünkâr’a bu sözleri nakledince, Hünkâr sordu: “Hazret bu hislerini ifade ederken nasıldı?” Yaver: “Hünkârım Ebû’l-Vefa Hazretleri, Bu sözleri söylerken, diğer taraftan da gönlü hicrân ile yanmış olmalıydı ki, gözlerinden damlalar dökülüyordu“ dedi. Fatih, başını önüne eğdi. Ufuklara sığmayan bakışları, derin, mehtaplı bir gece gibi başka bir âleme döndü. Gözleri nemlenerek, bahar dallarında biriken şebnemler gibi yaşlar dökülmeye başladı. Onunla hayat boyu bir daha görüşmek kendisine nasip olmadı. Vaktaki Fatih’in vefatı haberi gelince, Ebû’l-Vefa Hazretleri saraya gitti. Hünkâr’ın cenaze namazını kıldırdı. ”
Ruhları Dirilten Manevî Bir Atmosfer: Şeyh Vefa Külliyesi
İstanbul’un maneviyat merkezlerinden biri de kısa zamanda bir ilim merkezi hâline gelen Şeyh Vefa Külliyesi’dir. Burada edebiyat, güzel sanatlar ve musiki de icra edilir. Söz konusu külliye cami, medrese, hânekah, çifte hamam, imaret, tabhane, kütüphane, çeşme ve türbe gibi çeşitli unsurlardan meydana gelmektedir. Şeyh Vefa Camii ve çifte hamamı, Fatih Sultan Mehmet tarafından, devrin ileri gelen mutasavvıflarından ve Zeyniyye tarikatı şeyhi Muslihuddin Mustafa Efendi adına yaptırılmıştır. Asıl cami ve hamam yıkılmış olup, cami önündeki hücre (şeyh odası), türbe ve medresenin bir kısım duvarları ile bir çeşme, günümüze kadar ayakta kalabilmiştir. Fatih zamanında oluşturulmaya başlanan Şeyh Vefa Külliyesi, Sultan II. Bayezid zamanında yapılan ilâvelerle geniş bir külliye hâline getirilmiştir.
Külliyenin önemli binalarından biri Şeyh Vefa Camii’dir. Cami külliyenin merkezinde yer almaktadır. Caminin güneyinde mihraba bitişik bir hücre, caminin güney batısında Şeyh Vefa Türbesi, kuzeyinde ise muhtemelen “U” şeklinde cami ile ortak avlulu medrese ve hânekah yer almaktadır. Şeyh Vefa Camii’nin 881/1476 tarihinde yapıldığı anlaşılmaktadır. Fatih tarafından yaptırılan cami 1757’de köklü bir onarım geçirmiştir.
Şeyh Ebû’l Vefa beş asırdan beri İstanbul’un manevî misafiridir. İstanbul’un tarihî bir semtine ismini veren Şeyh Ebû’l Vefa’nın türbesi kendi ismi ile anılan caminin haziresinde bulunuyor. Hazirede yaklaşık 450 kabir mevcuttur. Bunlardan ancak birinde Zeyniyye tarikatına mensup mezar taşı şekline rastlanmaktadır. Şeyh Vefa haziresinde bulunup gözden kaçırılan yapılardan birisi Lala Paşalar Türbesidir. Batı hazirede yer alan bu türbede Lala Mehmed Paşa, Lala Ramazan Paşa ve bir kişi daha medfun bulunmaktadır.
Maneviyat mimarı Şeyh Vefa’nın türbesi, caminin güneyinde, Vefa Caddesi’ne açılan kapının yanında yer almaktadır. Kitabesine göre bu türbenin 896/1491 senesinde inşa edildiği anlaşılmaktadır. Bir sıra kesme taş, üç sıra tuğla münavebesiyle bina edilen kare planlı türbe, Bursa üslubu inşa geleneğini sürdürmektedir. İçte de kare plan şemasını muhafaza eden türbenin üstü ahşaptan ters tavanla örtülüdür. Türbenin ortasında, birisi İbnü’l-Vefa hazretlerine ait, beş sanduka yer almaktadır. Sandukalardan ikisinin Şeyh Vefa’nın halifelerinden Şeyh Ali Efendi ve Şeyh Davud Efendi’ye ait olduğu bilinmektedir.
Köhne bir Bizans semtini, gelişiyle bir maneviyat merkezi hâline getiren Şeyh Ebû’l Vefa’nın Türbesinde şu beyit yazılıdır: “Muktedây-ı ehl-i mânâ, Muslihuddin Ebû’l-Vefâ/Uyûn-i uşşâka hâk-i merkadidir tûtiyâ” (Anlamı: Muslihuddîn Ebû’l-Vefâ, mânâ ehlinin, evliyânın uyduğu kimsedir. Mezarının toprağı, âşıkların gözlerine sürmedir.)
Bu dünyadan her fâni gibi bir Şeyh Ebû’l Vefa Hazretleri gelip geçti. O, 1491 senesinde, geride binlerce talebe bırakarak ebedî âleme göçtü. Bütün Hakk ve hakikat dostları gibi o da gök kubbede hoş bir seda bıraktı. Fatih Sultan Mehmet’in cenaze namazını kıldıran Ebû’l Vefa’nın cenazesine dönemin padişahı Sultan Beyazıt da katılmıştır. O öyle yüce ruhlu bir insandı ki ölümünün ardından sadece müminler değil, gayri müslimler de gözyaşı dökmüştür. Allah kendisini cennetiyle ve cemaliyle müşerref kılsın.
Dipnot
1. TDV İslâm Ansiklopedisi, Merkez Efendi Külliyesi Maddesi, M. Baha Tanman, cilt, 29, s. 202-205.