İSLAM'IN VE GÜNÜMÜZ MÜSLÜMANLARININ AHLAK ANLAYIŞI
İslâm'da dinî emirlerle ahlâkî görevler arasında bir ayırım yoktur. Bunlar iç içe bir bütündür. İslâm'da ahlâk dinin özüdür¸ bütün esaslarındaki aslî unsurdur. İslâm'ın hedefi insanları ahlâklı kılmak¸ olgunlaştırmak¸ insan-ı kâmil durumuna getirmektir. Hz. Peygamber¸ "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." buyurmuştur
İslâm’da dinî emirlerle ahlâkî görevler arasında bir ayırım yoktur. Bunlar iç içe bir bütündür. İslâm’da ahlâk dinin özüdür¸ bütün esaslarındaki aslî unsurdur. İslâm’ın hedefi insanları ahlâklı kılmak¸ olgunlaştırmak¸ insan-ı kâmil durumuna getirmektir. Hz. Peygamber¸ “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”2 buyurmuştur
Hz. Peygamberin ahlâkına baktığımız zaman ise¸ onun ahlâkını bizzat Allah’ın onayladığını görüyoruz: “Muhakkak ki sen çok yüce bir ahlâka sahipsin.”3 (68/Kalem¸ 4). Hz. Âişe vâlidemize Peygamberimizin ahlâkı sorulduğunda¸ “Onun ahlâkı Kur’an’dı.”4 diye ifade etmiştir.
O halde Kur’an ahlâkı¸ İslâm ahlâkı ve günümüz Müslümanlarının bu ahlâk açısından durumu nedir? Bunları birkaç temel prensip altında toplayabiliriz:
1. Hak prensibi. Yani herkese hakkını verme¸ hak yememe¸ haksızlık yapmama¸ zulmetmeme.
Hak ve adalet¸ İslâm’ın üzerinde titrediği en önemli prensiptir. Çünkü haksızlığın¸ adaletsizliğin¸ zulmün olduğu yerde huzur olmaz¸ mutluluk olmaz. Allah’ın Kur’an’da bir çok yerde vurgulanan “Adaletli olun!” emri¸ bir âyette¸ başka ahlâkî davranışlarla birlikte şöyle yer almaktadır: “Allah¸ adaleti¸ iyi ve güzel işler yapmayı ve akrabâya bakmayı emrediyor. Edepsizliği¸ kötülüğü ve azgınlığı yasaklıyor. Düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”5
Bu âyette¸ insanı huzurlu kılacak¸ toplumda barışı sağlayacak üç güzel eylem emredilmekte¸ insanı huzursuzluğa¸ toplumu endişeye ve karışıklığa itecek üç kötü eylem ise yasaklanmaktadır.
Emredilenlerin başında da adalet gelmektedir. Adalet herkese hakkını vermek¸ ölçülü hareket etmek demektir. Adaletin zıddı olarak hak yeme vardır¸ haksızlık yapma vardır¸ zulüm vardır¸ edepsizlik vardır¸ kötülük vardır¸ azgınlık vardır. Bu nedenle adalet her yerde gereklidir. Evde¸ okulda¸ işyerinde vs.
İslâm¸ Müslümanın herkesin güven duyduğu bir kişi olmasını şart koşuyor. Hz. Peygamber Müslümanı¸ “Elinden ve dilinden diğer Müslümanların emîn olduğu kişi.”6 olarak tanımlıyor. Dolayısıyla gerçek bir Müslümanla haksızlık aslâ bir araya gelemez.
Yine hak prensibinde¸ işin ehline verilmesi¸ başarısız olduğu halde eş¸ dost¸ akrabâ da olsa kimsenin öne geçirilmemesi esastır. Aksi halde hem toplumun geri kalmasına hem de toplumda kin ve nefret duygularının oluşmasına zemin hazırlanmış olur. Bu nedenle Hz. Peygamber şu uyarıyı yapmıştır: “İşler ehil olmayanlara verildiği zaman¸ kıyameti bekleyiniz.”7 Yani toplumun dağılmasını ve yok olmasını bekleyiniz.
Şimdi “hak prensibi” çerçevesinde günümüz Müslümanlarını¸ yani bizleri değerlendirelim: Çarşıya çıkıyorsunuz¸ satıcıların yanına yaklaşıyorsunuz¸ meyvelerin iyilerini¸ sağlamlarını seçmiş öne dizmiş¸ arka tarafta ise ıskartaları kalmış. Müşteriye malın iyisini gösteriyor¸ çaktırmadan ıskartalarını veriyor. Hâlbuki bakın Hz. Peygamber’in bu konudaki tutumuna:
Resullullah Efendimiz (sav) pazarda bir buğday satıcısına uğradı¸ elini buğday çuvalının içine sokunca parmakları yaşlığa isabet etti.
Bunun üzerine buğday sahibine:
-Bu ne? diye sordu. Buğday sahibi:
-Ey Allah'ın Resulü! Yağan yağmur isabet etti¸ dedi. O zaman Peygamber Efendimiz (sav): "Onu insanların götürüp aldanmamaları için yığının üzerine koymalı değil miydin? Bizi aldatan bizden değildir." buyurdu.
Demek ki Müslüman bir satıcı müşteriye malının eksiğini de söyleyecek¸ onu doğru bilgilendirecektir. Malın olumsuz yönlerini söylememek kesinlikle hak yemektir.
Diğer taraftan toplumumuzda¸ büyük çoğunlukla adam kayırma¸ tanıdıkların ve akrabaların korunduğu bir anlayış ve uygulama hâkim. Birçok işe girişlerde ehil olmak değil¸ tanıdık bulmak önemli. Bir yerde bir işini mi gördüreceksin¸ tanıdık bulmalısın; işinde yükselip hakkın olan bir makama veya mevkiye mi geleceksin¸ tanıdık bulmalısın. Ehliyet¸ çalışma¸ iş yapıp yapmama fazla önemli değil. Peki¸ İslâm ahlâkı bunun neresinde? Bu anlayış toplumda iyice yerleştiği içindir ki yıllardan beri insanımız¸ bir işi daha iyi yapma peşinde değil de kendisine yardımcı olacak adam bulma peşinde koşmaktadır.
İslâm ahlâkında hem Müslümanın hak yememesi¸ haksızlık etmemesi¸ hem de bir haksızlık varsa¸ bir kötülük varsa¸ ona da gücü oranında müdahale edip önlemeye çalışması esastır. Hz. Peygamber’in bu konudaki talimatı şöyledir: “Her kim bir kötülük işlendiğini görür de onu eliyle engellemeye gücü yeterse eliyle engellesin! Buna gücü yoksa diliyle engellesin! Buna da güç yetiremezse kalben onu engelleme arzusu içinde olsun!”8.
İslâmiyet haksızlığı tasvip eden¸ onaylayan bir tutuma karşı olduğu gibi¸ haksızlık karşısında sessiz kalmaya da karşıdır. Hz. Peygamber¸ haksızlık karşısında susan kimseyi dilsiz şeytana benzetmiştir. Yani İslâm ahlâkında¸ “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” anlayışı kesinlikle yoktur. Eğer bir yerde bir haksızlık varsa¸ Müslümanın onun acısını hissetmesi ve mutlaka gücü oranında onu düzeltme çabası içinde olması gerekir.
Şimdi Peygamberimizin bu açıklamaları çerçevesinde kendimizi değerlendirdiğimizde¸ bunlara uygun mu davranıyoruz yoksa¸ daha çok çıkarımız doğrultusunda bir tutum mu takındığımızı sorgulamalıyız. Ben¸ çoğumuzda maalesef pragmatist¸ yani menfaatçi ahlâk anlayışının hâkim olduğunu görüyorum. Çoğunlukla¸ ortada bir haksızlık olsa da¸ onu görmemezlikten gelerek çıkarımız doğrultusunda tutum takınıyoruz¸ kararlar alıyoruz.
2. Başkalarına iyilik yapma¸ yardım etme¸ hayır için önde koşma prensibi.
İslâm ahlâkı Müslümanı¸ sadece kendini düşünen bencil biri değil¸ herkesin iyi durumda olması için çalışan¸ gücü oranında çevresindeki insanlara yardıma koşan¸ fedakârlıkta bulunan bir kişi olarak görmek ister. Allah mü’minlerin bu konudaki tutumunu şöyle anlatıyor: “Mü’minler hayırlarda yarış yaparlar ve hayır için öne geçerler.”9.
İslâmiyet kişinin sahip olduğu mallardan muhtaç durumda olanlar için harcama yapmasını¸ zekât ve sadaka vermesini¸ cimrilik etmemesini ve sevdikleri şeylerden vermesini istemektedir. Hatta öyle ki¸ darlıkta da gücü oranında yardım için bir şeyler verebilmelidir. Allah’ın emirlerine karşı duyarlı hareket eden kişiler (müttakîler)¸ Kur’an’da böyle vasıflandırılmaktadır: “Onlar ki¸ bollukta da darlıkta da yardım için verirler. Öfkelerini bastırırlar ve insanları bağışlarlar. Allah böyle güzel davranışlar sergileyenleri sever.”10 .
Görüldüğü gibi İslâmiyet¸ Müslümanın darlıkta da az bile olsa vermeye alışması¸ gönülce zengin olması¸ kanaatkâr ve fedakâr olması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu duyguyla Müslüman¸ öfkesini yenecek ve insanları bağışlayacaktır. Bu¸ kişiyi hem ahlâken ve rûhen yücelten¸ hem de toplumda saygınlığını artıran bir davranıştır.
Bu konuda şunu da belirtmek gerekir ki¸ İslâm yardım ve iyiliklerin¸ karşılık beklentisiyle değil¸ sadece Allah rızası için yapılması gerektiği üzerinde durur. Karşılık verilmedi diye yakınmak ve başa kakmak¸ o yardım ve iyiliğin boşa çıkmasına neden olur 11.
Bir bilim adamı üç tip ahlâktan söz etmektedir: 1.Egoist ahlâk. Bu anlayışa sahip olanların temel düşüncesi¸ almak¸ fakat vermemek şeklindedir. 2.Eşitlikçi ahlâk. Bu anlayışa sahip olanların temel düşüncesi de¸ hem almak hem vermek tarzındadır. 3.Feragat ahlâkı. bu ahlak anlayışının teme prensibi ise¸ almasa da vermek¸ karşılık beklememektir12. İşte bu feragat ahlâkı ahlâkın üst basamağıdır ve İslâm’ın istediği de budur.
Şimdi biz bu konuda kendimize bir bakalım. Egoist demeyelim¸ ama büyük çoğunluğumuzun eşitlikçi ahlâk anlayışını aşamadığımızı söyleyebilirim. Yani birisi bize iyilik yapmışsa biz de ona iyilik yaparız. Bizi ziyarete geliyorsa biz de onu ziyarete gideriz. Komşuya bir kere gitmişiz de o bize karşılığını vermemişse o gelmeden ona gitmeyiz vs.
Hâlbuki daha önce de belirttiğim gibi yardım ve iyilik¸ karşılık beklemeden Allah rızası için olursa İslâm’a göre bir değer ifade eder. Gerçi insan bu iyiliğinin karşılığını âhirette kat kat fazlasıyla alacaktır. Allah ona yaptığı iyiliğin ödülünü elbette verecektir. Ve inanan insan için önemli olan da âhirette alınacak ödüldür. Bunu atalarımız çok güzel ifade etmişler: “İyilik yap¸ denize at! Balık bilmezse Hâlık bilir.”
Ayrıca böyle bir tutum kişinin ruh sağlığını korur¸ onu ruhen yüceltir. Çünkü “Ben ona bunu yaptım; karşılığında şunu mu görmeliydim¸ karşılığı böyle mi olmalıydı?” gibi yakınmalar ruhsal bozulmalara yol açar.
3. Kendin için istediğini diğer insanlar için de isteme¸ kendini karşındaki kişinin yerine koyarak hareket etme prensibi.
İslâm’a göre Müslüman bütün hareketlerinde¸ karşısındaki insanı¸ ilişkide bulunduğu herkesi kendisi gibi düşünecek¸ “Ben onun yerinde olsam da bana karşı bu hareket yapılsa bundan hoşlanır mıydım?” diye kendine soracak; hoşlanacağı bir hareketse onu yapacak¸ yoksa yapmayacaktır. Yani kendini karşısındaki kişinin yerine koyarak¸ empati kurarak hareket edecektir.
İslâm’da bu prensip o kadar önemlidir ki¸ imanın da temel şartı olarak kabul edilmiştir. Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: “Sizden hiçbiriniz¸ kendisi için sevdiği şeyi kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz.”13.
Şimdi şöyle bir düşünelim: Acaba bunu hayatımıza uyguluyor muyuz? Uygulasak¸ kötü bir şey yapabilir miyiz? Mesela¸ birisini aldatabilir miyiz? Aldatamayız. Çünkü kendimizin aldatılmasını istemeyiz. Başkasına zarar verebilir miyiz? Veremeyiz. Çünkü bir başkasının bize zarar vermesini istemeyiz. Biz iyi imkânlara sahip olalım¸ diğeri sahip olmasın diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Çünkü aynı şeyin bizim için istenmesine razı olmayız. Kısaca¸ dedikodu yapamaz¸ iftira atamaz¸ kimseyi küçük göremez¸ kimseyle alay edemez¸ hiçbir olumsuz davranışta bulunamaz¸ hep iyi hareketler yapmış oluruz.
Herkesin böyle yapmaya çalıştığını düşünelim. Toplumda sevgi¸ kardeşlik¸ hoşgörü¸ huzur ve mutluluk hâkim olur. İslâm’ın istediği toplum da işte budur.
4. Kul olduğunu¸ insan olduğunu hiçbir zaman unutmama¸ mütevâzı olma prensibi.
İslâmiyet insanın kendini üstün gösterecek tarzda kibirli davranışlarda bulunmamasını¸ mütevâzı olmasını ister. Çünkü kendini üstün gören insanlar bencildirler. Hep kendilerine değer verilmesini¸ kendilerinin ön planda tutulmalarını ister¸ başkalarını ise küçük görürler. Bunların konuşmalarında¸ hareketlerinde sun’îlikler¸ yapmacık tavırlar vardır. Hatta bazı insanlarda kendini üstün gösterme¸ büyüklük taslama¸ hastalık (megalomani) haline bile gelebilir.
Bu insanlar çoğunlukla eksikliklerini örtmek düşüncesiyle kendilerini üstün göstermeğe çalışırlar. Allah’ın sevmediği14 bu tür insanlar¸ toplum tarafından da sevilmezler.
Çeşitli etkenlerle aşağılık kompleksine sahip bazı Müslümanların bu komplekslerini¸ kendilerini üstün göstermeye yönelik tutum ve davranışlarla telafi etmeye çalıştıkları görülmektedir. İslâm’ın istediği şekilde kibar¸ saygılı¸ sevecen olacakları yerde¸ kaba ve itici olabilmektedirler.
5. Şükretme ve kanaat sahibi olma prensibi.
Şükür¸ insanı ahlâken yücelten çok güzel bir haslettir. Allah’ın bunca nimetlerine karşı Müslümanın her zaman şükretmesi¸ sahip olduğu nimetlerin bilincinde olması gerekir. Fakat Allah Kur’an-ı Kerim’de insanın az şükrettiğini belirtmektedir15.
İslâmiyet insanın hem ruh sağlığını koruması hem de madden ilerlemesi için şöyle bir ilke ortaya koymuştur: “Kendinden kötü durumda olanlara bakarak şükretmek¸ kendinden iyi durumda olanlara bakarak çalışmak.”
Günümüzde bilhassa kapitalist anlayışın etkisiyle gerek bizim toplumumuzda gerekse diğer toplumlarda kişilerin çoğunlukla maddî hedefler gözeten bir hayat tarzını benimsemiş oldukları görülmektedir. Çevreden¸ toplumdan ve medyadan önerilen de daha çok böyle bir hayat tarzıdır. Para ve lüks hayata¸ teknolojik gelişmelerin sunduğu üst düzey imkânlara sahip olmak¸ hep arzu edilen bir değer olarak kalplere ve zihinlere hâkim olmaktadır. Bu anlayışın Müslümanlarda da hâkim durumda olduğu¸ bunun da şükür ve kanat duygularını azalttığı maalesef fark edilen bir gerçektir.
2 Ahmed İbn Hanbel¸ Müsned¸ II¸ 381
3 68/Kalem¸ 4
4 Müslim¸ Sahîh¸ Müsâfirûn¸ 139
5 16/Nahl¸ 90
6 Riyâzü’s-Sâlihîn¸ Ank.¸ 1979¸ C.I¸ s.259
7 Buharî¸ Sahîh¸ Kitabü’l-İlim¸ 2
8 Buharî¸ Tecrîd-i Sarîh¸ C.3¸ s.177
923/Mü’minûn¸ 61
10 3/Âl-i İmrân¸ 134
11 2/Bakara¸ 264
12 Cihan Okuyucu¸ Üç Ahlâk Üç Tavır¸ Zaman Gazetesi¸ 13.01.1997¸ s.14
13 Buharî¸ Tecrîd-i Sarîh¸ C.I¸ s.30¸ H. No:13
14 16/Nahl¸ 23
1532/Secde¸ 9
Hüseyin PEKER
Yazar“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Ey öğrencim! Dünya sevgisinden sakın. Zira sirke saf balı bozduğu gibi dünya sevgisi de sâlih ve iyi amellerini bozar. Yetimlere, şefkat, çıplaklara elbise giydirmekle merhamet, açları doyur...
Yazar: somuncueditor
Hayatın ayrılmaz bir parçası olan ölüm, tarih boyunca düşünürler, din önderleri ve âlimlerin varlığı anlama ve anlamlandırmalarını sağlayan temel kavramlardan biri olmuştur. Bu anlamda ölüm, şairleri ...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” mefhumu, insanlara genel manada güzellikleri telkin eder. Yaratılmışların en şereflisi olan insan elbette ki, “ahsen-i takvim” olduğu için fıtrî olarak da, cismî o...
Yazar: Musa TEKTAŞ