İSLÂM’IN MAYASI SEVGİDİR
Yüce dinimiz İslâm; küfrün, karanlığın ve batılın talan ettiği gönüllere sevgi, aşk, adalet ve merhamet üzerine kurulacak olan yepyeni bir medeniyet müjdesiyle gelmiştir.
Yüce Rabb’imizin ulu katından ufuklarımıza bir rahmet ve bereket halesi olarak dokunan bu kutlu müjde, kızgın çöllerde asırlardan beri bunalmış ve bitap düşmüş olan bütün insanlığa Sevgili Peygamberimiz’in örnekliğinde sevgiyle ve aşkla yeşeren ferahfeza bir mutluluk iklimi armağan etmiştir. Bu yüzden İslâm medeniyetine sevgi ve aşk medeniyeti diyebileceğimiz gibi bu ideallerle yoğrulan Müslüman cemiyete de rahatlıkla bir sevgi toplumu diyebiliriz.
Allahu Teâlâ’nın ilahi buyruklarını bu topluma bir şifa şerbeti misali içiren Sevgili Peygamberimiz’in, üzerine basa basa ve yeminle ifade buyurduğu aşağıdaki hakikatten beslenen İslâm toplumu bugün yeniden böyle bir huzur ırmağıyla arınmaya, aklanmaya ve paklanmaya muhtaç hale gelmiştir. Bu arınmanın en önemli hammaddesi ise kuşkusuz sevgidir, bu yoldaki temel ölçü sevgi ve aşk olmalıdır.
Şöyle buyurur İki Cihan Serverimiz: “Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.”
Rasûlullah Efendimizin izinden giden ve onun işaret buyurduğu sevgi yolunun sevdalısı olan âlimlerimiz, ariflerimiz ve gönül dostlarımız bu yadigâr iklimleri aşkın ve sevginin solmaz boyasıyla renklendirmiş ve dahi desenlemişlerdir. Sözün sultanı Mevâna, Peygamber Efendimiz’in yolunu ve bu kutlu yolun yolcularını şöyle tasvir eder;
Peygamberimiz’in yolu, izi aşktır.
Biz aşk çocuklarıyız. Aşk bizim anamızdır.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin yolundan gidenler için çağın pütürlü yüreğine haykırdığı hakikat de onun nasihat adlı şiirinde şöyle dile gelir:
“Allah için herkese hürmet et de sev sevil”
Sevmek, bu sevginin içinde tıpkı sıcak suda şekerin eridiği gibi erimek ve bunun neticesinde sevilmeyi başarmak. Çağımızın nefret ve şiddet üreten bütün yapılarına en büyük isyan ve başkaldırı bu veciz cümlenin içinde gizliyken aynı zamanda yeniden dirilişin müjdesi de bu sevgi ifadelerinin arasında saklanmış bir hazine gibi parıldamaktadır.
Canımızı İlâhî Aşk ve Sevgiyle Doldurmamız Lazım.
Bizleri bin bir meziyetle mücehhez olarak yaratan Yüce Rabb’imiz, aynı zamanda biz insanları sevgiyi, hürmeti ayakta tutabilen bir özellikte ve dahi güzellikte var etmiştir.
Bu yüzden bir Müslümanın bütün davranış ilkeleri sevgiye dayanmak zorundadır. Bu ilişki ister Yüce Allah’a, O’nun Rasûlü’ne, ister diğer insanlara, hayvanlara hatta bütün canlılara olsun davranışlarımızdaki bu sevgi ölçüsü hiç değişmez. Dinimiz İslâm’ın ulvî prensiplerini şiir diliyle en veciz şekilde ifade etmeyi başaran Yunus Emre, sevgi, hoşgörü, rahmet, merhamet gibi temel değerlerimizi hayatımıza nasıl ölçü yapacağımızı aşağıdaki dörtlüğüyle şöyle ifade etmiştir;
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaratılmışı hoş gördük
Yaratandan ötürü.
Cümle yaratılmışı Yaratanımıza hürmetten, sevgi ve saygıdan dolayı hoş görmek, onlarla ilişkilerde her zaman sevgiyi temel almak, tabiatın tahrip edildiği ve dünyanın adeta kıyamete sürüklendiği bu günün dünyasına verilecek en mukaddes mesajların başında gelmektedir. Gönlü sevgiyle yeşertmek ve canı aşkla doldurmak düşüncesi bu sebeple İslâm coğrafyasının en büyük çabasının ortak adı olmuştur. Bu ulvi düşünce, sadece fikir düzeyinde kalmamış, aynı zamanda duyarlı bütün Müslümanların topyekûn bir çilesi haline gelmiştir.
Bu büyük dertle dertlenerek yaşadığı bu sağır ve kör asırda çağın vicdanına sevgiden, aşktan ve muhabbetten güçlü kaleler kurmaya çalışan Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, İslâm’ın bu en büyük meselesini bir şiirinde ne güzel dile getirmiştir;
Sana yok âlemde sânî
Âlemin cân u cânânı
Aşkınla dolmayan cânı
Gülüm n'idem n'idem n'idem
Canlar aşkla, sevgiyle ve muhabbetle dolacak ki insan herkese hürmet edecek, sevecek ve sevilecektir. Zira sevgiden yoksun bir toplum, zulmün, karanlığın ve bütün kötü huyların kör kuyularında mahkûm olur. Ne Rabb’ini sevebilir ne de onun sevgisine mazhar olabilir. Böyle bir toplumda ise iman yeşeremez, ihlâs filizlenemez ve hürmet çoğalamaz. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi gibi gönül sultanlarının nasihatlerinde bilhassa sevgiyi, hürmeti ve şefkati dile getirmesinin asıl manası da budur.
Yalnız Allah İçin Sevmek Mü’minin Şiarıdır.
Sevgi, karşılık beklemeden yapılmalıdır. Sevgiyi bir çıkar, haksız kazanç ve makam elde etme gibi süfli amaçlar için kullanmaya çalışanların sevgiden ve aşktan zerre kadar nasipleri yoktur.
Sevgiyi yalnızca Allah’a hasretmek ise kâmil mü’minin şiarındandır. Sevdiğini sırf Allah için sevmek, hiçbir sevgiyi Allah sevgisinin önüne geçirmemek ve Yüce Allah’ın sev dediklerini nefsine ağır gelse de hiç tereddüt göstermeden sevmek Müslüman için temel yükümlülüklerden birisidir.
Ali İmran 31.ayette bu hususta Yüce Rabb’imiz şöyle buyurmaktadır:
”(Ey Rasûlüm) de ki; ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.”
Sevgili Peygamberimiz de sevgiyi yalnız Allah’a hasretmek hususunda bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
”Kimde üç meziyet bulunursa kâmil iman sahibidir.
1- Allah ve Rasûlü kendisine başkalarından daha sevimli olmak.
2-Bir kimseyi severse ancak Allah için sevmek.
3-İman ettikten sonra küfre düşmekten ateşten kaçar gibi kaçınmak.”
Bu ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki; kâinatı Allah için sevmek, tabiatı Allah için sevmek ve bütün mahlûkatı onun rızası için sevmek bir insanın kâmil mü’min olabilmesi için gereken en önemli hasletlerin başında gelmektedir. Bu yüzden de her ferdin olgun birer Müslüman olabilmeleri için İslâm toplumlarında ariflerimiz hem veciz şiirlerle hem de birbirinden değerli nasihat kitaplarıyla sevgi ve aşk bahisleri işlemiş, bu hususta insanları aydınlatabilmenin yoğun mücadelesini vermişlerdir.
İslâm’ın Müslümanlara öğretmek istediği sevgi, her varlığı kapsayan ve hiçbir yaratılanı dışarıda bırakmayan bir anlayışta vaz edilmiştir. Bu sebeple Peygamber Efendimiz’in yakın arkadaşları sevgiyi merkeze alan bir gönül medeniyetinin ilk temsilcileri olarak bu hususta adeta birbirleriyle yarışmışlardır.
İslâm toplumlarının yabancı kültürlerin etkisi altında kalmaya başlamalarının ardından ise sevgi Yüce Allah’a hasredilen ulvî bir değer olmaktan çıkma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. İşte böyle ayrık zamanlarda devreye giren gönül sultanlarımız, yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalan sevgiyi yeniden ait olduğu Rabb’imize hasredebilmenin mücadelesini vermişlerdir.
Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi de sevginin bu kaybolma tehlikesine karşı yolundan gidenleri uyarıp bu hususta azami dikkat kesilmeleri için onları şu dizesiyle uyarmak istemiştir;
“Her göze diken olma sünbülü ol gülü ol”
Sevgi En Büyük Davadır.
Sevgi, şifalı meyveler veren bir bereket ağacıdır. Yüce Allah’ı layıkıyla sevmeyen bir insanın hakkıyla iman ettiği düşünülemez. İmanın ve bütün hayatın merkezine sevgiyi alan bir din, böyle bir yolu baş tacı edenleri bereketlendirecek ve sonsuz mutluluğa kanatlandıracaktır.
Yüce Rabb’imizin Kur’an-ı Kerim’de en sevdiği kullar arasında sabredenleri, sıkça tövbe edenleri, temizlenip kirlerinden arınanları, muhsinleri, muhlisleri ve bunun gibi en güzel huyları gönlüne elbise olarak giyenleri zikretmesi, sevginin insana ve topluma ne güzel bir bereket emzireceğinin en güzel örneğidir. Sevgiyi dava olarak giyinenler hem insanlar arasında kötü huyların yaygınlaşmasının önüne geçmiş olurlar hem de yaşadıkları toplumların huzur ve güvenin ferahfeza ikliminde yol alarak mutluluğa ulaşmasını temin etmiş olurlar.
Bu yüzden sevgi hem insanlar için hem de toplumlar için yüklenilecek en büyük davadır.
İslâm toplumları, sevgi ve aşk yolunun gür ırmağı Yunus Emre’nin aşağıda ifadesini bulan beytini bu anlamda yorumlamayı başarabilirlerse, şiddet ve hiddet sarmalında inim inim inleyen insanlığın nihai kurtuluşu için en büyük adımı atmış olacaklardır:
Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için
Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim.
Asırlardır felsefelerini kendi halklarını rahat ettirebilmek için gönüller yıkmak üzerine kuran ve günümüzde bütün dünyada ama özellikle İslâm coğrafyalarında gönüller yıkmayı sürdürerek insanlığın bütün değerlerini tarumar eden çağımızın azgınlarına geçit vermemek için dünyanın merkezine sevgiyi hâkim kılan bir anlayışı yerleştirmemiz lazımdır.
Bu yol, Yüce Rabb’imizin yoludur ve O’nun eşref-i mahlûkat olarak yarattığı insana en ziyade yakışan yoldur.
Bu yol, Sevgili Peygamberimiz’in yoludur ve O’nun eşsiz örnekliğinde cahiliye illetine batmış olan bir toplumu kirlerinden arındırıp saadet ülkesinin yoluna tahvil etmeyi başarmıştır.
Bu yol, ariflerimizin, âlimlerimizin ve bütün gönül dostlarının yoludur ve onlar gerek şiirleriyle, gerek örnek davranışlarıyla ve gerekse nesirleriyle bu yolun en yılmaz savunucuları, takipçileri olmuşlardır. Üstelik bununla da kalmayıp yaşadığı çağın insanlarının yolunu sevgiyle aydınlatmanın çilesine gönüllü yazılmışlardır.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi de nasihat adlı şiirinin 4. beytinde böyle bir davanın ve çilenin talibi olarak çağımızın devasız gibi görünen hastalıklarına şifa reçetesi ve bu reçetenin üzerine vurulan bir sevgi mührü olmayı başarmıştır;
Allah için herkese hürmet et de sev sevil
Her göze diken olma sümbülü ol gülü ol.
Ne mutlu bu davayı layık-ı vech ile yüklenenlere…