İSLÂMÎ TEFEKKÜR
"İnsan¸ Kur'an ayetlerinin mealini kavrayıp düşündüğü ve etrafındaki nizamı incelemeye başladığı zaman bütün üzüntülerden tereyağından kıl çeker gibi çekilip kurtuluyor. Zira bu sıkıntı ve üzüntülerin büyük bir kısmı nefsin¸ şeytanın¸ heva ve heveslerin baskı ve dürtüsünden¸ açmazlarından başka bir şey değildir
"
İnsanı diğer varlıklardan ayıran özelliklerin başında akıllı olması ve düşünebilmesi gelmektedir. Böylece yaratılmışların en şereflisi olma makamına çıktığı gibi tefekkür ederek kendini¸ çevresini¸ Mevlâ'sını ve değerlerini tanıdıkça yükselmekte ve başkalarına da faydalı hale gelmektedir. İçinde bulunduğumuz fırsatçı¸ maddeci ve kuru menfaatçi düşünce sistemi ise insanı sadece maddî kaygılara yöneltmekte semavat ve arza sığmayan insanı dar kalıplara ve cendereye sıkıştırıp bırakmaktadır. Hâlbuki duyu organlarımızın ihata edemediği kâinat insanın yanında küçük bir sayfa; insan ise nüsha-i kübra yani küçük sayfaları içine alan büyük bir varlıktır. Dinimizde salim ve doğru tefekkür daima teşvik edilmiştir. Geçmiş yazılarımızda da kısmen konu ettiğimiz gibi bir saat tefekkür yetmiş yıllık nafile ibadetten üstün tutulmuştur. Yeter ki düşünce yolu ve mantığı doğru olsun. Felsefecilerin yaptığı gibi her şeyi inkârdan başlayarak tutulan yol İslâmî değildir ve insanı sırat-ı müstakime çıkaramaz. İslâm'ın ana çizgileri doğrultusunda düşünmek ise kulu hayra¸ fazilete¸ incelik ve rikkate sahip kılar.
İnsanımız dünya işlerini sadece bir uğraşı yerine ana hedef edindiği zaman yüzü gülmüyor¸ her şeyi maddî menfaatle ölçmeye kalkıyor ve sıkıntıdan sıkıntıya müptela oluyor. Gözü çevredeki birbirinden güzel ahengi¸ ölçülü gidişi ve aklı durduracak hesapları görmemeğe başladığı için binbir endişe ve basit hesaplarla boğuşup duruyor. Strese ve bunalıma giriyor¸ dünya her an üzerine yıkılacak ve nefesi kesilecekmiş hallere düşüyor. Bunlar tefekkürden nasibini almamış insanımızın sık sık karşılaştığı vakalardır. Kur'an ayetlerinin mealini kavrayıp düşündüğü ve etrafındaki nizamı incelemeye başladığı zaman bütün bu üzüntülerden tereyağından kıl çeker gibi çekilip kurtuluyor. Zira bu sıkıntı ve üzüntülerin büyük bir kısmı nefsin¸ şeytanın¸ heva ve heveslerin baskı ve dürtüsünden¸ açmazlarından başka bir şey değildir
Şöyle dikkatle çevremize bakalım. Birbirinden güzel nizam içinde semavat ve arz ile yaratılan her zerre görevini yaparak neşe saçarken¸ renklerin baş döndürücü güzelliğini ses ve hareketler tamamlıyor. Bu süruru batının empoze ettiği felsefe akımlarından¸ yanlı ve dar kalıplardan almak kabil midir?... Binbir çiçek dolaşan bal arılarını ele alalım. Yarım kilo bal yapmak için 17000 arı on milyon çiçeği dolaştığı halde kanaatin ahengine bakın ki bir arı ömrü boyunca bir çay kaşığının sadece on ikide biri kadar bal tüketiyor. Bir de onun bu hayran gidişine çomak sokarcasına durmadan onu şeker şerbeti içirerek sömüren ve bala çeşitli hileler katan bedbahtların ihanetine bakın ki ne kendileri rahatlık sürüyor ne de kazançları bereket getiriyor. Yüce Kur'an'daki 16. sure bal arısının adını boşuna taşımıyor: Sure-i Nahl. En gelişmiş bilgisayar saniyede 16 milyar işlem yaparken arı beyni saniyede tam on trilyon işlem yapıyor. Kovanda sadece çalışan işçi arılara yer var. Erkek arı döllemeyi yaptıktan sonra ömrü sona eriyor ve diğerleri de tek tek ortadan kaldırılıyor. Ana arının yarım milyon spermayı 7 yıl boyunca muhafaza etmesi ilim âleminin beyni anlamakta zorluyor. Zira normal şartlara göre spermalar ancak eksi 196 derecede korunabilir.[1] Kaç metre mesafede ne tür ve ne miktarda çiçek bulunduğunu güneş ışınları ile açı yaparak bulan arı¸ kovandaki arkadaşlarına bunu nasıl anlatabiliyor? Ya; tevazu¸ bereket ve şefkat kaynağı olan toprak anaya ne dersiniz? Bir toprak parçasını en ince değirmenlerden geçirin onu hava sirkülâsyonu sağlayacak ve su geçirecek özellikten mahrum edemezsiniz ki bu parçaya agregat diyoruz. Bu parçayı sağlam tutabilmek için bütün mikroorganizmalar yarışa geçiyor. Tek hücreli terliksi hayvan kuyruğunu bu yapıya sokarken diğer biri de Japon yapıştırıcısından daha kuvvetli olan bir sıvı salgılayarak onu yapıştırıyor. Bir santimetreküp toprak parçasının içine 1-1¸5 milyon canlı organizma nasıl sığıyor ve durmadan çalışabiliyor? Onun şair Ziya Paşa Terciibent ve Terkiibent adlı meşhur eserinde insanoğlunun noksanlık ve acizliğine dikkati çekerek şöyle diyor:
Kimdir bu aczi has kılan âdeme
Kimdir bu nev-i eşref eden cümle âleme
Şeytan-ü nefsi kimdir eden âlet-i şürur(şer aleti)
Kimdir koyan zebun-i havayi cehenneme.(nefis uğrunda güçsüz)
Kimdir veren alile tedaviye ihtiyaç
Kimdir koyan meziyyet-i ıslahı merheme( ıslah merhemini)
Zenbur kimden eyledi tahsil-i hendese
Bülbüllere kim eyledi talim-i zemzeme
şiirini şu mükemmel teslimiyetle bitiriyor Ziya Paşa
Subhane men tehayyere fi sunihil ukul
Subhane men bikudretihi ye'cizülfuhul
(Sanatı karşısında akılları hayrete düşüren büyük sanatkârı tebcil eder¸ şanını yüceltirim. Kudretiyle âlimleri aciz bırakan Yüce Rabbi takdis eylerim.)
Dünyayı yapan Yüce Sanatkâr öylesine mükemmel dizayn etmiş ki¸ çevreyi kuşatan atmosfer ve okyanuslar bir bebeyi saran yumuşak kundak gibi bizi sarmalayıp tehlikelerden korumaktadır. Atmosfer biraz daha kalın olsa donacak biraz daha ince olsaydı yanacaktık. Yine atmosfer biz hiç farkında olmadan korkunç hız ve gürültülerle ve 30 mil (yaklaşık 48 km) süratle gelen meteorları tutup parçalıyor ve dünyamıza zarar vermeden uzaklaştırıyor. Bazen atmosfer yoğunlaşıyor bazen de açılıyor. Uçakta¸ gemide¸ otobüste ve evimizde rahatlık içinde seyrederken çevremizde kopan gümbürtü ve olayların farkında olsak ne yatar¸ ne oturabilir ne de yaşayabilirdik. Zira dünya ekseni etrafında saatte bin mil ve güneşin etrafında ise 60000 mil hızla dönerken aynı zamanda saatte 20000 km süratle Lyr burcundaki Vega yıldızına doğru adeta vakumlama gibi yaklaşıyor.[2] Bir bilim adamı buna dikkati çekerek kıyamete işaret ediyor ve bu yaklaşma sıfır olup dünya Vega yıldızına çarptığı zaman bütün kürreler tozlar gibi dağılacak ve kıyamet kopacaktır diyor. Güneşe bakın ki dakikada 66000 ton helyumun parçalanması ile 60000 ton hidrojene ortaya çıkıyor. Peki aradaki bu 6000 ton eksikliğe göre milyonlarca senedir güneşin gittikçe küçülmesi ve ağırlığından kaybetmesi gerekmez miydi? Hâlbuki kudreti sonsuz olan Mevlâ'm milyonlarca senedir onu hayat kaynağı olarak çalıştırıyor ve hiçbir şeyi de eksilmiyor.
Bizi çepeçevre saran atmosfer¸ su buharını okyanuslardan alıp en ücra yerlere ulaştırırken toprağı da yeniden canlandırmaktadır. Böylece rahmet ve bereket kaynağı olan yağmurlar meydana gelerek her yıl inen toplam yağış sabit kalmaktadır. Ancak Rabbim dilediği yerden yağmuru başka yerlere kaydırmaktadır. Hele şimşek çakışı bizi korkutup dehşete düşürürken kaçımız o anda neler olup bittiğini düşünüyoruz? Şimşek olmasa bulutlardaki nitrojen parçalanıp birinci sınıf bitki gıda maddesi olan azot¸ oksijenle birleşerek toprağa verilemezdi. Bir hadisi şeriflerinde Rasulü Âlişan Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: "Hak Teâlâ rahmetini yüz bölüme ayırmıştır. Bunun 99 unu kendi nezdinde tutmuş ve yeryüzüne sadece birini göndermiştir. İşte bu rahmetin bir parçasını bütün yaratıklar kendi aralarında paylaşırlar. Öyle ki hayvan tırnağı zarar görmesin diye ayağını kaldırır."
Tek hücreli amip vücudundaki çıkıntıları ayak olarak kullanır ki bunlara yalancı ayak diyoruz. Böylelikle kayalara tutunabilir. Bir gıda olduğu zaman bu çıkıntılarla onu kavrar ve üzerine sıvı salgıladığı zaman onu hazmı kolay hale getirir. Bu incelikleri kim ona öğretti? Çoğumuz memeli hayvanlardaki devamlı çiğneme olan geviş getirme neyin nesi diye üzerinde durmayız bile. Hâlbuki içinde selüloz bol olduğu için hazmı en zor olan gıda maddelerinden biri ot olduğu için geviş getirme olmasaydı bunların beslenmeleri günleri bulur ve imkânsızlaşırdı. Öte yandan kuş gagaları beslenme durumuna göre şekil almıştır. Baykuş ve Delice'nin gagası çengel gibi olmasa etleri ezemezdi. Kaz ve ördeğin gagası geniş ve kepçe gibi olmasa çamur ve suya dalamazlardı. Tavuk ve güvercinlerde kısa¸ martıda ise uzundur. İnsan aklını durduran güzellik¸ incelik ve engin nizam karşısında diz çökmeyen ve boyun eğmeyen zalim değil de nedir acaba? Onun içindir ki Cenab-ı Hak Kur'an'ı Kerim'de insanı daima aklını kullanarak doğru düşünmeye¸ ibret almaya ve haddini bilmeye davet ediyor. Ğaşiye Suresinin 17-21 ayetlerinde Cenab-ı Hak mealen şöyle buyuruyor: "Onlar¸ devenin nasıl yaratıldığına¸ göğün nasıl yükseltildiğine¸ dağların nasıl dikildiğine¸ yerin nasıl yayıldığına bakıp ibret almazlar mı? Zira sen sadece bir hatırlatıcısın." O halde müslüman ev¸ mal¸ makam¸ servet ve dünyalık işlerle bütün mesaisini harcamak için gelmemiştir. Her an eli işte iken gönlünü Hakk'a verip tefekkür eden¸ tatlı gözyaşları ile istiğfar edip yerli yerinde kulluk yapan diri insandır o.
İnsanların sahip olmak için birbiri ile adeta yarıştığı inci ve mercanın nasıl teşekkül ettiğini hiç düşündünüz mü? Yüzlerce metre denizin dibinde olan hayvan kendini tehlikelerden korunmak için kireçli maddelerden oluşan bir kabuk içindedir. Balıkçı ağı misali olan bu süzgeç kabuk su¸ hava ve gıdayı geçirir fakat küçük kum ve çakıllara asla geçit vermez. Ağın altında dört dudaklı ağız içeri kazara bir yabancı girse hemen salgılanan ifrazatla etrafı örülür. İşte bu ifrazatlı hayvan donduğu zaman inci olur. Sübhanellah. Mercan ise 500 metre derinlikteki kayalıklara tutunur. Ağız boşluğuna dokunan yabancı hayvan derhal uyuşturulup dondurulur. Akılları durduracak nokta ise bu hayvanın yüzlerce metre denizin dibinde ve çevresindeki hayvanların tam aksine olarak adeta insan gibi tohum yoluyla çoğalmasıdır. Elhamdü lillahi rabbil âlemin. Enam suresi 95. ayette Cenab-ı Hak yine ikaz etmektedir: "Ölüden diriyi¸ diriden ölüyü çıkaran odur. Nasıl yüz çevirirsiniz?"
Teneffüs ettiğimiz havanın terkibi çok ince ölçülerle tespit edilmiştir. % 21 oksijen ve % 78 ise azot ihtiva eder. Geriye kalan kısmın içinde onbinde üç nispetinde karbondioksit ve diğer elementler yer almaktadır. Yeşil ağacın yaprağı insanın hizmeti için oksijen çıkarırken o zehirlenmeye engel olarak karbonu¸ kökleri vasıtası ile suyun nitrojeni ile birleştirip depo ederek saklar. Bu elementlerden hayat için lüzumlu şeker¸ selüloz¸ çeşitli kimyevî maddeler¸ meyve ve birbirinden güzel çiçekler meydana gelecektir.[3] Ama gaflet içindeki insan ağacın en kıymetli kısmı olan selülozundan yapılan çok değerli kâğıdı bazen çok değersiz ve hatta zararlı neşriyat için kullanabilmektedir. İnsanın gözündeki retinanın iki santimetrekarelik kısmında tam 130 milyon hücre bulunmaktadır. İnsan beyni kendi kendisini tamir ediyor. Beynini en fazla kullanan ancak % 30'unu kullanabiliyor. Evet¸ sayılamayacak nimetler¸ güzellikler var kâinatta ve vücudumuzda. Yeter ki biz her an şükür ve hamd edelim. Haddimizi¸ kulluğumuzu bilip Rabbimize iltica edelim.
Kuşlar her yıl göç ederken en az bin mil mesafe kat etmelerine rağmen ilkbaharda şaşırmadan nasıl yuvalarına döner acaba? Nice küçük böcekte mikroskobik göz varken insanda ise meskene dönüş duygusu oldukça zayıftır. Karanlık ne kadar koyu olursa olsun atın gözü yolun neşrettiği kırmızı ötesi ışınlardan faydalanarak rahatlıkla yoluna devam eder. Baykuş yüz metre uzaktan gece karanlığında sessiz otlar üzerinde yürüyen fareyi fark eder.[4] İnsanda koklama duygusu zayıf iken köpek geçmekte olan hayvanı hiç bakmadan kokusundan tanır. Hayvanlar bizim duyduğumuz titreşim sayıları çok yüksek sesleri de duyabilirler. O halde kendimizi kasıp¸ döner koltuğa yapışmaya ve başkalarından üstün görmeğe bir hakkımız var mı? Ana yılan balığı yaşlandığı zaman Karadeniz'den yola çıkıp onbinlerce mil katederek Havai Adaları yakınındaki Bermuda Üçgeni denilen binlerce metre derinlikteki yere gelerek yumurtasını emin bildiği yere koyduktan sonra ölür. Çıkan yavrular aynı yolu izleyerek anasının yaşadığı kıyılara nasıl gelebiliyor acaba? 7 km mesafedeki arkadaşına camın iç tarafından sinyal gönderen kelebek biraz sonra onu camın diğer yüzünde bulabilmektedir. Istakozun pençelerinden biri kopsa diğer hücreler çalışarak hemen kaybolan organı yapmaya başlar ve bitince de hücre çalışması durur. Küçük tırtıl ve ağaç bitlerine çoğumuz tuhaf bakarız. Onların karıncaların sağmal inekleri olduğunu biliyor muydunuz?
Merhum Mehmet Akif Ersoy çalışmanın öneminden bahsederken kâinatın engin nizamına da göz atmaktan kendini alamaz:
Bekayı hak tanıyan sa'yi bir vazife bilir
Çalış çalış ki sa'y olursa hak edilir.
Kamer çalışmadadır¸ gökle yer çalışmadadır.
Onun için Ali İmran suresinin 192-194. ayetlerinde Cenab-ı Hak mealen şöyle buyurur: "Göklerin ve yerin yaratılışında¸ gece ve gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde¸ aklıselim sahipleri için açık ibretler vardır. Onlar¸ ayakta dururken¸ otururken¸ yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı zikrederler¸ göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tespih ederiz. Bizi cehennem azabından koru." Âmin.
[1] Hayatın İçinden¸ Tercüman Gazetesi¸ 30.04.2005
[2] Fi Zilâl-il Kur'an¸ c¸ 9 s¸ 102
[3] Fi Zilâl-il Kur'an¸ c¸ 5 s¸ 105
[4] A.Cressy Morison¸ İnsan Yalnız Başına Değildir.
Aydın TALAY
YazarSultan II. Abdülhamid tarihimizde kendisinden en fazla bahsettiren ve hakkında yoğun eserler kaleme alınan hükümdarlar arasında yer alır. Ne yazık ki yaşıyorken değeri layığı ile bilinmediği gibi vefa...
Yazar: Aydın TALAY
"Haçlılar ve Yahudilerin bilgi ve iradeyi kendi hegemonyaları altına alma kaprislerine rağmen¸ Efendimizde bilgili ve özgür irade esastır. Bu özgürlüğün çerçevesi bellidir ve hayalî değildi...
Yazar: Aydın TALAY
Şeyh Abdurrahman Erzincanî’nin soyu, Orta Asya’dan gelerek Erzincan’a yerleşmiştir. Evlâd-ı Rasûl’den ve Yıldırım Bâyezîd devri meşayihlerindendir. Zamanının gerekli ilimlerini memleketi olan Erzincan...
Yazar: Resul KESENCELİ
“Sadaka vermekte acele ediniz. Nefsim yedi kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki¸ öyle bir zaman gelecek ki¸ sadakacı kapı kapı dolaştığı halde sadaka verecek bir kimse bulamayacaktır....
Yazar: Aydın TALAY